DOLAR 32,3607 0.17%
EURO 34,4602 -0.71%
ALTIN 2.437,27-0,95
BITCOIN 2071221-5,14%
Ankara
15°

HAFİF YAĞMUR

13:10

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Ali Öztürk

Ali Öztürk

23 Ocak 2016 Cumartesi

Kadavra Metodolojisi Ve Şiirin Ölümü

Kadavra Metodolojisi Ve Şiirin Ölümü
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Modern dünya görüşü cesede indirgenmiş bilgi üzerinden dünyayı yorumlayıp kurguladı. Canı çıkarılmış, ruhu reddedilmiş, hakikati dışlayan ontolojik yaklaşımları esas alan bir epistemolojiyi benimsedi, modern dünya görüşü. Esasen bu denli hakikatli kullanılan ontoloji kelimesinin özünde bile “ölü gerçeklik” metaforu vardır. Çünkü modern dünya görüşü mekanize olmuş bir evren anlayışına dayalı olarak, insan ve tüm beşeri üretimleri de uyarlayarak, bilgiyi geliştirmeyi ve yargıyı sonuçlandırmayı esas aldı.

Bu Batı’ya ve onun ürettiklerine bir süreliğine büyük üstünlükler sağladıysa da esasen tüm medeniyeti içten içe tahrip eden araçların serpilmesine de yol açtı. Buna bağlı olarak da her insani gizem, estetik ve sanat tahrip oldu, yok olmadıysa da öldü. Belki sanat daha çok konuşulur ve üzerinde daha çok araştırma yapılır oldu; ama bu onun varlığına ivme katamadı ve onun gelişip yücelmesini temin edemedi. Böylece eskilerin miadı doldu ve ortada yeni/büyük bir istihsal da yok.

Bu meselenin vuzuha kavuşturulması bağlamında ele alınması mümkün misallerden biri, belki de en çarpıcı olanı, “şiirin ölümü” teorisidir. Haldun[1]‘un, yaklaşık on beş yıl önce, biz henüz üniversite talebesiyken bana sual ettiği noktaya dönebiliriz:

“Bu kadar edebiyat fakültesi var, ama pek şair çıkmıyor, neden?”

Bu soruya şimdi –daha erken de olsa- cevap vermek istiyorum. Diyorum ki bu üniversiteler tamamen yukarıda bu bahsi geçen modern metodolojiyi benimsediler. Buna bağlı olarak da şiirin bilgisine ilişkin eskilere nazaran çok daha fazla şey biliyoruz. Ama bu teknik bilgi ve yaklaşım, “şiirin kadavrasına operasyon” çekmeye benziyor. Ruhu ve estetiği, duyarlılığı ve gizi, sözü ve özü imha edilmiş; parçalanmış, nabzı durdurulmuş bir hâl, bir şiir üzerine enerji sarf edilmiştir, kadavradan şiir, bu sebeple şair çıkmaz, çıkamaz.

Hâl böyle olunca bir şiirin hangi dönemde, hangi saiklarla, hangi tekniklerle yazıldığını; kime ait olduğunu, kullandığı araç ve dil aparatlarını da bilebiliyorsak, belki de şiir tarzlarına göre mükemmel bilgisayar programları tasarlamanın zamanı gelmiştir. Gerçekte ise şiiri bilemiyor, ona yolculuk edemiyoruz. Çünkü kadavradan çıkan her şiir peşinen “cân”sız oluyor.


[1]İbn Haldun değil. (mn-mütercimin notu-)

Devamını Oku

Soru ve Eğitim Modelinin Paradoksu

Soru ve Eğitim Modelinin Paradoksu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Eğitim sistemimiz, sınırsız soru yığınıyla öğrenci yetiştirmeye dayanır. Öyle ki örneğin SBS’ye girecek bir öğrenci 4 kutsal kitaptan (Türkçe, matematik, sosyal bilgiler ve fen bilgisi) ancak binlerce, yüz binlerce soru çözerek başarılı olabiliyor. Piyasada bu derslerden türetildiği söylenen milyonlarca soru var. Bu kitaplardan bu kadar soru çıkar mı? Bilemiyorum.

Ben bu sorulara indirgemeci soru çetesi diyorum. İpe sapa gelmez milyonlarca soruyu ve cevabını ezberleyen zeki öğrenci, işin sonunda tüm soruları cevaplayabilecek kadar aptallığı ezberlemiş olmaktadır. Yani aptallık mükemmel bir disiplinle öğretilebilen bir bilimdir.

Onun ayrıca bir bağımlılık materyali kullanmasına gerek yoktur, zaten zihni sonsuza kadar bir biçimde kapanmıştır. Saçları dökülünceye, hasta oluncaya kadar çözer; ama ne ilmin lezzetini tatmıştır ne de entelektüel bir hedefe isabet edebilmiştir. Ne bir mahiyet irtifası ne de kişisel menkıbesinde sahici bir sıçrama hasıl olmuştur.

Tam bir fasit daire, tam bir mizansen. Öğrencinin soruyla imtihanı burada bitmiyor; doktora sonrasına kadar, milyonlarca soru ordusuyla mücehhez bir çetenin güdümlülüğünde, sözüm ona entelektüel ve akademik yolculuğuna devam eder gider. Bu zavallı öğrenci yolun sonunda bilim adamı oluyor.

Sonuç: Bu gariban insan profesör olabiliyor ama soru sormayı bilemiyor. Ne garip bir durum, milyonlarca soru çözebilen ve çok başarılı bir kariyere demirlemiş bu insanların soru sormayı becerememeleri…

Bir eğitim sistematiği düşünün ki onda en çok yapa geldiğiniz ve en çok başardığınız bir husus, en başarısız olduğunuz husus olup çıkıyor. İşte eğitim modellerimizin sahiciliğini(!) gösteren en büyük emare budur…

Devamını Oku

Tasavvufun Reddi ve Estetik Retoriğin İflası

Tasavvufun Reddi ve Estetik Retoriğin İflası
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tasavvufi inanç, bilgi ve pratiklerin yapısal sorunlara sahip olduğu münakaşası epeyce eskilere dayanır. Ancak kesin olan bir şey var ki bu da tasavvufi terbiyenin medeniyetimize çok şey kazandırdığıdır. Elbette medreseyle olan karmaşık münazaraları ve benzeri çatımalar önemsiz değildir. Ayrıca özelikle son birkaç asırdır toplumsal çürümeye katkı sağlayan çeşitli uygulamaları meşrulaştırdığına dair eleştiriler de yeterince kayda değerdir. Ama bunlardan çok daha önemli olanı batının son asırlarda öne çıkan yağmacı güçlü pozitivist dünya görüşünün tüm bahçelerimizi tarumar etmesiyle ilgili olarak tasavvufi tecrübeye yüklenen haksız ve asimetrik kuşkuların yanısıra ısrarla uygulama dışı bırakılan estetik tecrübesidir.

Elbette bu meselede söylenecek çok şey var, ama ben kısaca bir meseleye temas ederek her zaman ki gibi kolay olanla sıvışmanın bir yolunu bulacağım. Tasavvuf ve onun altını koyulaştırdığı ve gelişmesine ayrıntılaşmasına katkı sağladığı o kadar çok şey var ki neredeyse medeniyetimizi bir sarraf titizliğiyle mimariden müziğe, şiirden gündelik yaşama baştan aşağıya sıra dışı kıymetli ziynetlere bezemiştir. Bunlardan en önemli olanlardan birisi de zaten ontolojik orijini bakımından insanlığı retorikle yeniden inşaa eden İslam medeniyetinin bu hassasiyetine büyük hizmette bulunmasıdır.

Bir şeyi söylerken güzel, özenli, naif, kalbe ve akla hoşnutluk veren bir mey tadında terkip etmek son derece önemlidir. Ve gerçek şu ki bu sadece kendisiyle ilgili bir terbiye de değildir. Sözü bu retoriğe taşımak ahlaki, ilmi, kalbi, akidevi ve ameli bir kemalat istemektedir. Yani bugünün imajlarla ve profesyonel salvolarla cilalanan sözleri gibi sözler değildir. Özden söze, sahici insani bir yolculuk vardır. Yani bir makinaya güzel bir söz söyletmek değil, güzel bir insandan güzel bir söz işitmek ile manidar bir olgunluktan bahsedebiliriz.

İşte İslamcı cenahlar bu tecrübeyi daha çok moderniteninin tesirinde kalarak birçok sebepten reddettiler ve sözleri kabalaştı retorikleri öfkeli oldu. Emsile-Bina ile başladıkları retorik yolculuğu Hafız ile taçlandıracaklarına beşinci dereceden Marksist retoriğin sloganlarına çalan sığ bir dil tutturdular. Muhafazakar cenahlarda ise bu tecrübe yüceltilmekle birlikte gerçekte sahici ve hak edilmiş bir sahiplenme olmadığı için imaj ve göstergeler üzerinden yüceltilen ikinci dereceden çin malı plastik bir iticiliğe kavuşturuldu. Yazık oldu.

Sonuç, medeniyet ve inancımızın kalbe ve insana dokunan tarafları tarazlandı, banal egemenlik ve çıkar araçlarına meze olma algısıyla malul hale geldi. Diğer cenahların hiçbir şekilde sahip olamayacakları estetik aklı da insanlık için imkânsız hele getirdi. Üzücü değil mi?

Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort