DOLAR 32,3607 0.17%
EURO 34,4602 -0.71%
ALTIN 2.437,27-0,95
BITCOIN 2071221-5,14%
Ankara
15°

HAFİF YAĞMUR

13:10

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Büşra Nur

Büşra Nur

05 Ağustos 2016 Cuma

Yasin Naci’ye Veda

Yasin Naci’ye Veda
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tam üç hafta oldu Yasin Naci Ağaroğlu şehit olup aramızdan ayrılalı. 15 Temmuz gecesi Ankara’da vatanına milletine sahip çıkmak için en önde koşup Genel Kurmay önünde helikopterden açılan ateş sonrası şehit oldu Yasin.

O gece sadece Yasin değil pek çok vatan evladı bedenlerini kurşunlara, tanklara siper ettiler. Bizler için kendilerini feda edip şehadet makamına eriştiler inşaallah.

Böyle zamanlarda şehitlerimizin hikayelerini öğrenip etkileniyoruz hepimiz, ama bir süre sonra etkisini kaybediyor yaşadığımız acılar. Ben o geceye kadar, Yasin’in vefat ettiği haberini alana kadar ölenlere Allah rahmet eylesin demekten öteye gidemeyen, onlar için biraz üzülen ama an gelip de yine de unutan biriydim. Ama o gece ilk kez tanıdığım bir insanın şehadet haberini alınca anlamıştım bugüne kadar kaybettiğimiz onca insanın acısını. İnsan tanıdığı birini kaybedince anlıyormuş bazı acıların gerçekliğini.

13925685_1056062447783048_6505480891243429258_oAnkara Hukuk ‘ta son sınıf öğrencisiyim. Okulumuzun kalabalık mevcudundan ötürü insanlar pek fazla tanımaz birbirini. Birçok insan şehadet haberiyle tanıdı Yasin Naci’yi. Benim içinse Yasin bu kalabalık okulda tanıma şansını bulduğum nadir güzel insanlardandı. Birinci sınıftan beri ara sıra görüp selamlaşmanın ötesinde son sınıfın ilk dönemi aldığımız seçmeli derste daha iyi tanımıştım Yasin’i. Efendi duruşu, sakin yapısı ve güleryüzüyle çok iyi bir insandı Yasin. Haziran ayında bir sınav çıkışı karşılaşıp ayaküstü konuşmuştuk, sınav sonuçlarını ve mezuniyeti heyecanla bekleyen arkadaşımı son görüşümmüş meğer. Temmuz ayında mezuniyet öncesi son sınavı için geldiği Ankara’da Rabbim ona en büyük sınavı kazanmayı ve şehitlik makamını nasip etti. Bizlere de onun hatıraları kaldı.

Ertesi gün naaşını almaya gelen ailesini ziyaret eden arkadaşlarım şu mesajı paylaşmıştı “Öncelikle Naci isminin mealinin kurtarılmış olduğunun müjdesini aldık. Öyle inanmışlar ki -inanmışlar için elem yoktur- annesi Peygamber Efendimiz bu acıyı 6 kez yaşadı benimki de acı mı diyor. Elhamdülillah. Sonra oğlunu kaybetmişliğinin acısını bir kenara koyup olayların büyümeme nedeninin Suriyelilere yardım etmemiz olduğunu söylüyor ve ekliyor: Suriyeliler Iraklıları istemezdi sonrasında başına bu felaketler geldi. Allah bize onlar yüzü suyu hürmetine yardım etti.” bu yazıyı okuyunca insanların halis niyetlerle yaptığı şeylerin karşılıksız kalmayacağını anladım. Ailesi oğullarına kurtarılmışlardan olması için Naci ismini vermiş ve sonunda Rabbim Yasin Naci’yi kurtarılmışlardan eyledi. Subhanallah!13692638_10210028039167225_8462776716093602256_n

Ve bugün 5 Ağustos 2016’da fakültemizde Yasin Naci Ağaroğlu’nu anma programı düzenlendi, o programın sonunda arkadaşımızın kanının son damlasına kadar mücadele ederek hak ettiği diploması ailesine verildi ve ismi sınıfımız A202’de yaşatılmaya başladı. Allah bu konuda emeği geçen herkesten razı olsun.

Bizler ne Yasin Naci’yi ne de arkasında bir sürü hikaye bırakan şehitlerimizi unutmayacağız! Rabbim şehitlerimizin başta aileleri olmak üzere tüm sevenlerine sabır versin. Galip olan Allah bizlere arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi, ağabeylerimizi, ablalarımızı kaybetmemize neden olan tüm hainlerin kahrolduğu günü görmeyi nasip etsin! Lütfen başta kardeşimiz güzel insan Yasin olmak üzere şehitlerimizi Fatihasız bırakmayalım. Allah herkesten razı olsun.

 

Devamını Oku

Kürk Mantosuz Madonna

Kürk Mantosuz Madonna
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Maria Puder öyle ölmedi!” Kürk Mantolu Madonna’yı okuyup, hayran kalan şahsım adına çok ilgi çekici bir cümle. Doğan Akhanlı’nın “Madonna’nın Son Hayali” isimli kitabını görüp arka kapağını okuyunca bu kitabı muhakkak okumalıyım dedirten cümle. Aklıma “Nasıl öldü peki zavallı(!) Raif Efendi’nin Maria’sı?” sorusunu getiren cümle.Sabahattin Ali’nin duru anlatımı, konunun merak uyandıran akışı eseri okuyan herkesi kendisine hayran bırakan etkenlerdendir. Peki, “Kürk Mantosuz Madonna” ile tanıştınız mı? Doğan Akhanlı Maria’ya Sabahattin Ali’nin biçtiği ölüm şeklinden hoşlanmamış olacak ki Maria Puder’in peşine düşmüş ve bu eseri ortaya çıkarmış.

Kitap, Sabahattin Ali’nin ölümünden bahseden bir prologla başlıyor. Beş ana bölümden oluşan kitapta yazar kendisini Sabahattin Ali’nin yerine koyarak Kürk Mantolu Madonna’yı neden ve nasıl yazdığına değiniyor. Maria Puder’e aslında kendisinin aşık olduğunu, geçimini sağlamak için yazacağı eserde bu aşkından bahsetmek istediğini; ancak karısını kırmamak için bu aşkı kendisinin değil de Raif Efendi gibi “lüzumsuz bir adamın” başından geçmiş gibi anlattığını belirtiyor. Almanya’ya gidişi, Almanca öğrenişi, Maria Puderle üç defa karşılaşması bu bölümde anlatılanlar arasında yer alıyor.

İkinci bölümde Akhanlı, çocukluk anılarına, yaşadığı köye dönerek Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuyuşundan bahsediyor. Bu eserin yazar için neden bu kadar önemli olduğunu yine bu bölümde öğreniyoruz. Meğer yazar Maria Puder’in kitapta ismi geçmeyen kızına âşık olmuş ve annesiyle bu kıza “Alma” ismini vermişler.

Kitabın ilerleyen sayfalarında yazar Almanya’da bir tren yolculuğunda Alma adında bir kadınla tanışıyor ve Alma’nın Maria Puder’in kızı, ilk aşkı olan Alma olduğuna kendisini inandırıyor.

Kurgu mu gerçek mi olduğunu kavramakta zorlandığım bir şekilde hayatından bahsederek olayların gelişim sürecini devam ettiriyor yazar. Sayfalar ilerledikçe Maria’nın izine bir adım daha yaklaşan Akhanlı, Yahudilere yapılagelmiş onlarca zulümden bahsetmeyi de ihmal etmiyor.

Üçüncü bölüm dışında Maria Puder’den fazla bahsetmeyen yazar bölüm sonunda Berlin sokaklarında “Maria Puder burada otururdu / 28.10.1938’de Polonyaya / sürüldü / kayboldu” yazan bir anıt taşı görünce Maria’nın izini sürebilmek için Alma ile birlikte Varşova’ya gidiyor.

Dördüncü bölümde Polonya’da Maria’nın izini süren Alma ve yazarın yolu Nazi zulmünün dehşet verici tanıkları “toplama kamplarına” düşüyor. Alma ve yazarın çabaları sonuçsuz kalmıyor ve Maria’ya ait “mavi bir deftere” ulaşıyorlar. Alma için hikaye burada biterken yazar yola devam etmek Maria’nın “gerçekten” öldüğü yere kadar iz sürmek istiyor.

Deftere göre Maria Köstence Limanı’ndan kalkan Struma’ya biniyor. Struma, Karadeniz üzerinden Filistin’e gitmesi planlanan lakin bürokratik engellerden ötürü İstanbul açıklarında bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılan içinde 103ü çocuk olmak üzere 768 kişinin ölüme terk edildiği gemi. Maria bu gemide geçen günlerini yazdığı “mavi defteri” hamile olduğu için kıyıya çıkmasına izin verilen Rose(Medea Salamovitz) aracılığıyla gemiden kurtarıyor ve hakkında bir iz oluşmasını sağlıyor.

Akhanlı’ya göre Maria, Sabahattin Ali’nin ona yakıştırdığı gibi doğum yaparken değil Nazilerin zulmünden kurtulmaya çalışırken 24 Şubat 1942 günü “kürk mantosu” olmadan Karadeniz sularında hayata veda ediyor.

  mariap

Devamını Oku

Feda Edilen Nesiller

Feda Edilen Nesiller
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1980 darbesi öncesi başörtüsüyle başladığı hukuk fakültesine darbe sonrası başörtüsüyle devam edemeyeceği için ara verip yıllar sonra bitirebilen bir ablamızın konuşmasını dinleme fırsatı buldum geçen haftalarda. Abla 1980 darbesinin ve 28 Şubatın tüm acılarını yaşamış ve bu acılarını ağlayarak anlatınca hepimizi ağlatmıştı. “Bazılarının feda edilmesi gerekir. Bizler feda edilen nesiliz. ” dedi. Bu cümle o anki etkisinden daha fazla etki etti dün. Şahit olduğum manzara bana da kendimi feda edilmiş bir nesildenmiş gibi hissettirdi.

Dün ikindi vakti metroaltındaki camide yedi sekiz kız çocuğunu gördüm on yaşında gibi gözüküyorlardı. İkisi aynı kıyafeti giyip başörtüsünü örtmüş olunca ikiz olduklarını sandım. Küçük meleklerle konuşup imam hatip ortaokulunda 5.sınıf öğrencisi olduklarını ve aynı zamanda hafızlık eğitimi aldıklarını öğrendim. Hocaları aralarından isteyenleri aynı kıyafet ve başörtüsü almak için getirmiş Kızılay’a. “O yaşta çocukların başını örtmesi çok saçma, özgür iradeleri yok..” gibisinden şeyler söyleyecekler lütfen uzak dursunlar. Beş altı yaşındaki çocuklar oje sürüp mini etek giymeyi isteyebilecek kadar özgürlerse on yaşındaki bir çocuk da başını örtmek isteyebilir.

O güzelleri görünce o yaştaki halimi düşündüm. Beşinci sınıftan küçük çocukların Kur’ân-ı Kerim kurslarına gitmesi için bazı cesur hocaların onları teftiş yapılamayacak erken saatte gizli gizli okuttuğu dönemde çocuktum. Annemle Kur’ân-ı Kerim okuma toplantılarına korkarak gidiyorduk, gidilen toplantılara “altın günü” süsü verildiğine, birini beklemezken kapı çaldığında korkuyla Kur’ân-ı Kerimler in saklanıp el işlerinin meydana çıkarıldığına şahit olan bir çocuktum. Dini yaşamanın gizlenerek, sanki yasak bir şey yapılıyomuş gibi korkuların hissedildiği bir dönemde çocuktum. 28 Şubat sonrası imam hatip okullarının kapatılması, Kur’ân-ı Kerim kurslarında beşinci sınıfı bitirmemiş öğrencilerin kaydedilmemesi bizim neslimizin de feda edilmesine neden olmadı mı aslında? Şimdi küçük meleklerimiz beşinci sınıfta hafızlık eğitimi alabiliyorken bizler beşinci sınıftan önce elif ba bile öğrenme imkanı bulamıyorduk yerine göre.

Büyüyüp lise çağına geldiğimizdeyse imam hatip lisesine gitmek aklımızın ucundan dahi geçmiyordu; çünkü eğer oraya gidersek iyi üniversitelerde, iyi bölümlerde okuyamazdık. 28 Şubatın yerleştirdiği dindar insanların hayattan soyutlanmasına neden olan zihniyetin yıkılması için iyi üniversitelere, iyi bölümlere gitmemiz gerekiyordu ama imam hatip mezunu olarak bunu yapamayacağımız için diğer liselere gittik.

Tüm bu anlattıklarım bizim neslimizin de bir şekilde feda edildiğini düşündürüyor bana. Başta bahsettiğim abla “Çok bedel ödendi, çok kalpler kırıldı.” dedi ve ilave etti “Sizlere bakıyor ve diyorum ki ektiğimiz tohumlar boşa gitmemiş.” Ben de diyorum ki bu sistem bir şekilde bizi de mağdur etmiş olsa da gelecek nesiller adına ümitliyim. Dün gördüğüm o güzel melekler bana bu ümidi verdi. Rabbim onların sayısını çoğaltsın ve bu ülkenin nesillerinin hayırlı akıbeti için çalışanların yollarını açık eylesin. Âmin.

Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort