DOLAR 32,3759 0.15%
EURO 34,9578 -0.35%
ALTIN 2.324,230,22
BITCOIN 2261730-0,46%
Ankara
17°

PARÇALI AZ BULUTLU

13:15

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Hakan IŞIK

Hakan IŞIK

13 Mart 2024 Çarşamba

Depremin Kabusunda Bir Yedi Gün: Hatay Hatıralarım

Depremin Kabusunda Bir Yedi Gün: Hatay Hatıralarım
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Ne çok gülmüşümdür, keskin pençeleri olmadığı için kendini iyi zanneden zayıflara…
Friedrich Wilhelm Nietzsche

Takvimler 06.02.2023’ü gösterdiğinde hayat, önceki akışından aldığı heyecanla akıp gitmeye devam ediyordu. Bir ritüele bağlanmışçasına gitgeller yaşayan iş hayatım, yine bildiğini okuyordu. Duvarda asılı saatin tiktakları, akşam alacağımız acı haberin ayak seslerini andırıyordu. Gün hızlı geçiyordu diyemem ama hasta bir ihtiyara da benzemiyordu.

Saatler 17.10’u bulduğunda telefonuma Milli Eğitim Bakanlığı’nın okulları tatil mesajı geçmişti. İçimden bir ses, sabah aldığımız deprem haberlerinin ciddiyeti ile ilgili tüyolar veriyordu. Ve biz, yün atkılı, kalın paltolu adamlar, deprem bölgesinde olup bitenler hakkında henüz hiçbir şey bilmiyorduk. Yanımda bulunan arkadaşlarımla bölgeye gitme fikrini açtığımda destekleyen olduğu gibi kafasında olabilecek ihtimallerin haritasını çıkaranlar da oldu. Ancak biz, gidecektik ve oralarda bir elin bize doğru uzandığını ve bizden yardım istediğini adeta hisseder gibiydik.

AFAD Artvin Müdürlüğü işbirliğinde yaptığımız çalışmalardan sonra nihayet yola çıktık. Rotamız belli idi: Erzurum, Bingöl, Malatya, Kahramanmaraş, Hatay. Bölgeden iyi haberler gelmiyordu ve özellikle Erzurum Çat, Bingöl Karlıova ve Elazığ Malatya bölgelerinde şiddetli kar yağışı ve tipi iyice bastırmıştı. Bize tahsis edilen araçla yol alırken bizi bekleyen tabloyu zihnimizde canlandırmaya çalışıyorduk. Deprem tecrübesi olan biri olarak aklıma ilk yıkık dökük binalar ve binaların yakınında yükselecek ağıtlar gelmişti. Bunlar bile acının binbir tonu idi ve yürek yaralayıcı idi.

Zorlu bir yolculuk idi ve ısınamıyorduk. Depremden kaynaklı üşüyen yüreklerimiz ve tipinin kendini en acımasız yüzüyle gösterdiği soğuktan dolayı bedenimiz adeta buz kesilmişti. Bitmeyen bir yolculuğun içinde kendimizi bulmuştuk ve halimiz, denizde kulaç açan bir yüzücüyü andırıyordu. Sessizlik her yanımızı sarmıştı ve pervasızca vuruyordu yürek sahillerimizi umutsuzluk.

Bingöl’de ekmek ve su; Elazığ’da su bidonlarına yedek yakıt aldıktan sonra depremin şiddetine dayanamayan binaların enkazlarının karşıladığı Malatya’ya gelmiştik. Ekip, gecenin karanlığına rağmen etrafı karanlık gözlerle inceliyor, “vah vah vah benim memleketim” diyordu. Televizyonlarda merkez üssünü Pazarcık biliyorduk ve Hatay ilini tahmin bile edemiyorduk. Çünkü Malatya, onca mesafe uzaklığa rağmen ağır yaralı idi. Tam bu noktadan itibaren Nietzsche’nin yukarıya alıntıladığım sözü zihnimde canlanmıştı. Bir yandan notlarımı alıyordum öte yandan etrafı acıyla seyrediyordum. Derken Elbistan, Afşin güzergâhında yol alıyorduk. Elbistan’da donan şehrin karlarıyla bizim yüreğimiz de donmaya başlıyordu. Hava çok soğuktu ve insanlar, acıyla etrafı seyrediyordu.

Bir akaryakıt istasyonuna çektik aracımızı. Araçta yüklü miktarda gıda ve su vardı. Belki ihtiyacı olana veririz düşüncesiyle kalabalığın olduğu tarafta araçtan indik. Çevreyi temaşaya mahal yoktu. Her yer tabiri caizse yıkıntı idi ve yıkıntının üstüne kar yağmaya başlamıştı. Etrafta kurtarma ekiplerinin sesleri geliyordu. Canhıraş bir mücadele vardı. Kurtarma araçlarının egzoz borularından göğe feryatlar gibi yükseliyordu dumanlar. Sonra yanımıza ellili yaşlarda bir teyze yaklaştı. Üzgün, ağlamaklı ve dokunaklı bir sesle “evladım, ekmeğiniz var mı?…” dedi. Ah teyzem, keşke ekmekle birlikte yüreğimin derinliklerindeki sızıyı çıkarıp sana gösterebilseydim diyecek gibi oldum. Soğuyan ellerini öpüp, annem benim, biz yanınızdayız, emin ol demeye duramadım. Duramadım çünkü teyze çoktan sarılıp; “sana benziyordu oğlum ve hala ulaşamadık…” dedi.

Aradan zaman geçmişti. Teyzeyi sakinleştirip ihtiyaçlarını gidermiştik. Biraz ayaküstü sohbet etmiş, yüreğine umut olmaya çalıştık. Ekiplerin tespit için çalıştıklarını ve en yakın zamanda çocuğuna ulaşacağını ümit ediyordu. Bizler ise Hatay’a yol almaya devam ediyorduk. Sabahı bekleyen baykuşların figanlarını andırıyordu olan bitenler. Ve uzaktan tabelalar, molozların şehrine hoş geldiniz demeye hazırlanıyordu. Ufuk, her zamankinden daha kesif ve daha aydınlık idi.

Şehir yoktu desem herhalde abartı olmazdı. Hangi binaya yaklaşsak iniltiler kulaklarımızı çınlatıyordu. O kadar karmaşık süreçlerdi ki bunlar… “İnsanın başından geçen kötü hadiseler” olarak görülmesi çok yetersiz kalır diyor ve etrafa acıyla bakıyordum. Yanımıza insanlar ve hatta çocuklar yaklaşıyor, bize bir şeyler söylüyor ama neler söylüyordu bilemiyorduk. Bütün yaşananlar, insanı başka birine dönüştüren, hayatı boyunca takip eden, diğer insanlarla ilişkilerine temelden etki eden, hatta başkalarıyla kurduğu ilişkileri belirleyen psikopatik acılardı. Tanrı, merhametini mi, gücünü mü gösterdi cevapsız kalan sorular arasında idi. Çünkü o çocuklara, o kaybettiklerine inim inim ağlayan yaşlılara bakınca insanın hayatında kocaman kopuşlara, parçalanmalara, dağılmalara neden olduğu pekala gözüküyordu. O kadar dağıldım ki aslında “noktaları birleştirin” tarzı bir şeye dönüştüm diye düşünüyordum. Bir şekil var ama noktalar arasındaki bağ neredeyse kopmuş, yok olmuş gibi hissediyordum kendimi.

Kendimi, lodos estikten sonra sahile inip, denizin kıyıya sürüklediği değerli şeyleri toplayan insanlara benzetiyordum. Kolonların altında kalan yardım çığlıklarına atıyordum cesedimi. Elimi tutan o cansız bedenlere dokunduğumda ailemi, oğlumu, eşimi, babamı, annemi hissediyordum. Olan bitenlerin öncesinde ne hayaller, ne planlar, ne ümitlerle uyudular diyor, ağlıyordum. Sonra ellerimden tutan Sait Amca’ya dönüp bakıyor, “burada, burada, burada üç oğlum var.” deyip gösterdiği Rönesans Rezidans cehennemine adımlarımı atıyordum…

Devamı ikinci yazımızda olacak…

Depremin Kabusunda Bir Yedi Gün: Hatay Hatıralarım

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort