DOLAR 32,5055 -0.12%
EURO 34,7782 -0.5%
ALTIN 2.495,390,45
BITCOIN 20728290,40%
Ankara
20°

PARÇALI BULUTLU

04:46

İMSAK'A KALAN SÜRE

Hasan Ocak

Hasan Ocak

22 Temmuz 2016 Cuma

Hocaefendi’den Hain’e: Kestanepazarı’ndan Günümüze Bir Zihniyetin Arkaplanı

Hocaefendi’den Hain’e: Kestanepazarı’ndan Günümüze Bir Zihniyetin Arkaplanı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Haşhaşi örgütü sözde lideri hain Feto’nun vaizliğe başladığı, bu dönemlerde yaşadığı ilginç olaylar, İzmir’e vaiz olarak gelişi ve Kestanepazarı yılları çokça konuşulup yazıldığı için buraları hızlı geçip asıl meseleye odaklanmak ve kendimce önemli gördüğüm ve bu güne kadar bir sır olarak kalan birtakım olaylar silsilesinin günümüzü anlama noktasındaki önemine binaen bir hafıza tazelemesi ve bu günün anlaşılmasına katkı yapmaktır niyetim. Evet Feto’nun (biz aramızda kısaca böyle diyoruz) Kestanepazarı’na gelişi, orada görev yaptığı yıllar, oradaki faaliyetleri ve bu faaliyetleri sonucu Kestanepazarı’ndan uzaklaştırılması ve giderken beraberinde şuan için kamuoyu tarafından da tanınan o dönem Kestanepazarı öğrencisi olan şahıslarla ile ilgili epey malumat bugün elimizde mevcut ve bu bilgilere ulaşmak çok da zor değil. Örgütünün temellerini Kestanepazarı’ndan devşirdiği ve giderken beraberinde götürdüğü ilk öğrencileriyle öğrenci evlerinde atan Feto, yıllar içerisinde büyüdü, büyüdü, büyüdü…

Benim Kestanepazarı ile ilk tanışmam 1986 yılına denk gelir. O yıl ilkokulu bitirdim ve hafızlık yapmak üzere Kestanepazarı’na geldim. Bize o yıllarda ve sonrasında söylenen bir söz vardı; biz herhangi bir kliğe bağlı değiliz ve olmayacağız, bizim işimiz ilimdir, irfandır. Bu ilkeyle hayatımıza yön vermemiz öğütlendi bizlere, hayırlı işler yapan hiçbir kurum ve kuruluşa bağlı değildik, düşman da değildik. Allah hayırlı iş yapan herkesin yolunu açık etsindi.

90’lı yılların hemen başında Feto, Zaman gazetesinde Küçük Dünyam adlı bir yazı dizisi kaleme almaya başlamış ve orada hayatını anlatmıştı. Hatırlayanlarınız vardır. Fakat konu Kestanepazarı yıllarına gelince sanki Feto buradan kovulmamış gibi davranıyor ve kurumun ileri gelen yöneticilerine uzun uzun güzellemeler yapıyordu. Hemen ertesi günü de Haşhaşilerin önde gelen abileri kurumu ve yetkililerini ziyaret ediyor “biz sizleri bilmiyorduk, tanımıyorduk, sizin Hocaefendi’ye çok yardımlarınız olmuş” kabilinden sözlerle Kestanepazarı’na yaklaşmaya çalışıyorlardı.

1993-94 eğitim sezonunda yaz tatili bitip yurda geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Yurttaki yöneticiler değişmiş, yerlerine daha önceden birkaç tanesini tanıdığımız abiler (!) gelmişti. Dernek yöneticilerine durumu sorduğumuzda; cemaatin ileri gelenlerinin Kestanepazarı’na gelip “bizim bir sürü yurdumuz var, siz de bu işi yıllardır yapıyorsunuz, gelin bir dönem beraber çalışalım tecrübelerimizden karşılıklı istifade edelim” dediklerini ve Kestanepazarı yönetimince de uygun görülerek böyle bir işe başlandığını fakat vakıf ve derneklerin hala Kestanepazarı bünyesinde kalacağı, sadece yurtların idaresinin bir yıllığına arkadaşlara! emanet edildiği söylendi.

İlk etapta sessiz kalıp duruma zamanla karar vermek üzere derslere başladık. İki ay gibi kısa bir sürede bu adamların niyetini yavaş yavaş anlamaya başlamıştık. Her şeyden önce bizim Kestanepazarı yöneticileriyle görüşmemizi engelleyerek işe başladılar. Aramızı açmak ve bizi yanlızlaştırmak istiyorlardı. Daha sonra Kestanepazarı’nın imkanlarını kendi yurtlarına aktarmaya, alakası olmaya bir çok öğrenciyi yurtlarda barındırmaya (Kestanepazarı’nda kalmanın bazı şartları vardır) ve dahası esnaf ve işadamlarına yönelik sohbet ve himmet toplantılarını yurtlarda yapmaya başladırlar. Kestanepazarı artık onların elinde bir oyuncak olma yolunda hızla ilerliyor ve Kestanepazarı’nın elde ettiği yılların birikimi itibarını onlar kullanıyordu. Bu durum öğrenciler arasında huzursuzluğa yol açmakta gecikmedi. Kendi aramızda bir karar alıp niyetleri konusunda artık bir şüphemizin kalmadığı bu güruhla mücadele etmek gerektiği konusunda anlaştık. Lise son sınıflar sınava hazırlandıkları için aktif olarak görevlendirilmeyecek, lise bir öğrencileri ise gereken durumlarda destek verecek ama işin ana omurgasını yani mücadelenin temelini o dönemde benim de içlerinde olduğum lise ikinci sınıflar oluşturacaktı.

O dönemde lise ikiler olarak yaklaşık yirmi kişiydik. Hemen çalışmalara başladık ve elde ettiğimiz bilgileri ve yanlış uygulamaları yöneticilerimize bildirdik. Onlar da sağ olsunlar durumla ilgileneceklerini söylediler ve duyduğumuz kadarıyla söylediklerini de yaptılar. Bu olaydan birkaç gün sonra Osman ŞİMŞEK ve Nazmi PEKER adında iki ilahiyat öğrencisi abimiz (!) lise ikilerle ilgilenmek üzere çıkageldi. Dediklerine göre onları Kestanepazarı yöneticileri göndermişti, onların bu cemaatle hiçbir alakaları yoktu ve gözlemci sıfatıyla buradaydılar ve özellikle de bizimle ilgileneceklerdi. Bizi hemen iki guruba ayırdılar ve bir araya gelmememiz için ellerinden gelen her yolu denemeye başladılar. Artık akşamları kendi gurubumuzla çeşitli aktiviteler düzenliyor abimizin nezaretinde yurt içerisinde kendimize ait odalarda çok rahat bir hayat yaşıyorduk. Mücadele unutulmuş gibiydi, keyfimiz yerindeydi, nasıl olsa bizim yerimize yukarıya rapor veren bizden birileri aramızdaydı.

Bir ay kadar süren bu rüyadan uyanmamız ve bu şahısların da Feto’nun adamları olduğunu öğrenmemiz, bir akşam yurda gelen ve durumdan haberdar olmayan bir sanayici abimizin (!) “çok şanslısınız, size imreniyorum, Osman ŞİMŞEK ileride Hocaefendi’nin yerine geçecek adamdır” demesiyle gerçekleşti. O tarihten itibaren artık duramazdık. Hemen toparlanıp bu adamların iyice azıtarak yapmaya devam ettikleri tüm rezillikleri rapor etmeye ve dosyalamaya başladık.

Bizim bu tavrımız artık ipleri iyice koparmıştı. Bir an önce bizden kurtulmalıydılar. Çünkü onlara göre Kestanepazarı’nın adam olması için liselilerin toptan yurttan atılması gerekiyordu ve bunu yüzümüze karşı da söylemekten çekinmiyorlardı. Bunu başarma adına yaptıkları bir girişimi anlatayım yeri gelmişken. Feto ve hainlerinin Milli Görüş ile yıllardan beri yıldızlarının barışmadığını herkes bilir. Biz de bu durumu kullanarak hareket etmeye başladık sırf onları kışkırtma adına. Artık yurda giren tek gazete zaman gazetesi değildi ve hafta sonları sadece cemaatin yurtlarına gidilmiyor, fırsat bulundukça Milli Gençlik Vakfı da ziyaret ediliyor, Şevki YILMAZ kasetleri de dinleniyordu. Onlar da boş durmuyor ve bu durumu bizim aleyhimize çevirmenin yollarını arıyordu. 94 yılı yılbaşı gecesi MGV İzmir de Fetih Şöleni düzenliyordu. Ortaokul yıllarında onların yurtlarında kalmış fakat hafız olduğu için Kestanepazarı’na alınmış bir lise son sınıf arkadaşımız! lise son sınıfları kışkırttı ve hep beraber yurttan izinsiz ve biraz da isyan edercesine Şölen’e katılmak üzere yurttan çıktılar. Ertesi sabah yurttan atıldıklarına dair bir bir belgeyi önlerinde gören arkadaşlarımız hemen durumu yukarıya bildirdiler. Yöneticilerimiz de duruma el koyup son sınıfların yurtta kalmalarını sağladılar fakat kışkırtmayı yapan arkadaş belgeyi alır almaz hemen yurdu terk etti ve ne gariptir onların yurtlarından birine gidip yerleşti. Kripto lafını ilk o zaman duymuştum.

Okulların bitmesine yakın Kurban Bayramı da yaklaşıyordu. Kestanepazarı o yıllarda yaklaşık 800 küçükbaş, yüz civarında da büyükbaş kurban getirtmiş ve bahçede satım ve kesimini yapacaktı. Etlerin neredeyse tamamı da vatandaşlar tarafından Kestanepazarı’na bırakılıyordu. Biz yurtta başımızda bekleyen yaklaşık yirmi kadar abimizin (!) bu iş için gönüllü olduğunu öğrendik, niyetlerini anladık ve bu işe lise ikiler olarak talip olduk. Bayramda evlerimize gitmeme pahasına kalıp kuruma sahip çıkacaktık. Sağ olsun idarecilerimiz durumu anladı ve bir hafta boyunca yurdu bize teslim etti. Artık yurt bizden soruluyordu ve kimseyi yurda sokmama gibi bir yetkimiz vardı. Hiç unutmuyorum bir gece, sanırım bayramın ikinci gecesiydi ve tüm işleri bitirmiş bir vaziyette yurdun girişinde çay içiyorduk. Yaklaşık on kadar abimiz! yurda girmek istediler güya eşyaları varmış onları alacaklarmış. Kesinlikle izin vermedik ve onları geri gönderdik. Bu olay artık sonun başlangıcıydı. Pazartesi günü kıyamet kopacaktı, öyle ya öğrenciler olarak resmen idarecilerimizi yurda almamıştık.

Hemen dernek yöneticilerimizle irtibata geçtik ve başta onursal başkanımız merhum Hulusi HATİPOĞLU olmak üzere bu şahısların yaptıklarını en ince detayına kadar anlattık. Eğer bir tedbir almazlarsa bizlerin gereğini yapacağımızı da eklediğimizi hatırlıyorum. O zaman için aklımızda onları kuvvet zoruyla yurttan atma yani bir nevi ihtilal yapmak vardı. Şimdilerde hatırladıkça gülümsüyoruz. Dernek ve vakıf yöneticilerimiz gerekeni yapacakları hususunda bize söz verdiler ve biz de bu kavga ortamında zaten yaklaşmış olan dönem sonunu beklemeye başladık.

Okulun son günü yaklaşırken abilerin (!) yavaş yavaş eşyalarını götürdüklerine şahit oluyorduk. Nihayet son gün geldi ve İzmir İHL’den karneleri alıp yurda geldik. Akşam olduğunda herkes birbirine karnesini soruyordu ve tatile çıkma hazırlıkları yapıyorduk. Ortaokul öğrencileri arasında çok başarılı kardeşlerimiz vardı. Onların karnelerini merak edip sormak için yatakhanelerine gittiğimizde yurtta olmadıklarını eşyalarıyla birlikte yurttan ayrıldıklarını öğrendiğimizde telaşa kapılıp durumu anlamaya çalıştık. ben ve bir arkadaşım hemen Akevlerde bulunan ve karargah olarak kullandıkları bir eve yatsı namazı saatlerinde tabiri caizse baskına gittik. Evin önüne vardığımızda içeriden gelen uğultu benzeri bir sesi hemen hissettik, kapıyı çaldık fakat kapı çok geç açıldı. Kapıyı açan iki abimizdi! ve girişte yerde gazete seriliydi. Ayakkabılık da gazeteler de boştu be kapı açılınca içeriden yoğun bir sıcak hava yüzümüze çarpmıştı. Evde birçok kişinin olduğu belliydi anlayacağınız ama deliller hemen yok edilmiş ve kapı ondan sonra açılmıştı. Kapıyı açan şahıslar da çıkmak üzere olduklarını söyleyip ayakkabılarını giydiler ve kapıyı hemen kapatıp uzaklaştılar. Kısacası tarih yine tekerrür etmiş ve giderlerken seçtikleri öğrencileri de götürmüşlerdi.

Netice itibariyle Kestanepazarı bu hainlerden temizlenmiş ama çok da kayıp vermişti. Yıllar sonra sosyal medya kullanımı yaygınlaşınca o dönem muhatap olduğumuz şahısların nerelerde ne yapmakta olduklarını merak edip kısa bir araştırma yapınca Osman ŞİMŞEK denen şahsı dedikleri gibi Feto’nun sağ kolu olarak buldum. Çok şaşırmıştım çünkü daha o zamanlarda söyleniyordu onun bu konuma geleceği ve o zaman bu yapının ne kadar derin ve sinsi bir özelliğe sahip olduğunu bir kez daha anladım.

Netice itibariyle dün Kestanepazarı’na yapmak istediklerini ve birçok kuruma yaptıklarını aslında bu örgüt tüm Türkiye’ye yapmak için yıllardır gizli bir faaliyetin içindeymiş. O gün nasıl ki basiretli öğrenci ve idarecilerin çabalarıyla bertaraf edildiyse, bu gün de basiretli halkımız ve idarecilerimiz tarafından bertaraf edilmişlerdir. Bize düşen, bu ve benzeri yapılara karşı devletimizi ve milletimizi her an uyanık olmaya çağırmak ve bu iki vazgeçilmez değeri canımız pahasına korumak olmalıdır. Dahası, özellikle akademisyenlere düşen görev, “nasıl olur da bir vaiz kısa bir sürede uluslararası bir desteği de arkasına alarak darbe yapacak güce erişebilir” sorusuna cevap aramak olmalıdır. Bu sorunun sosyal, ekonomik, psikolojik, siyasi, dini vb. pek çok açılardan verilebilecek cevabı olmalıdır ve bu cevaplar acilen bulunmalıdır. Bu yapılmadığı sürece maalesef bu tür problemlerle daha uzun yıllar uğraşmak zorunda kalmamız kaçınılmazdır.

NOT: Bu yazının içeriği hakkında şüphesi olanlar, o dönemde öğrenci olan tüm arkadaşların halen yaşadığını ve yayımlatmadan önce bu yazıyı onlardan birkaçına okuttuğumu bilmelidirler.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort