DOLAR 32,3123 -0.01%
EURO 34,7297 -0.06%
ALTIN 2.421,90-0,05
BITCOIN 22810542,13%
Ankara
18°

AÇIK

04:56

İMSAK'A KALAN SÜRE

Hasan Ocak

Hasan Ocak

22 Temmuz 2016 Cuma

Tarihi, Sosyal ve Dini Yönleriyle Nazar (Göz Değmesi) Kavramı I Makale

Tarihi, Sosyal ve Dini Yönleriyle Nazar (Göz Değmesi) Kavramı I Makale
1

BEĞENDİM

ABONE OL

genislet-66266b53-745e-446c-b88c-6dd7a9eeb3b8Beden ve ruhtan müteşekkil olan insan, yapısında birçok sırrı barındırmaktadır. Tıbbın önemli bir ilerleme kaydettiği çağımızda insan vücudunu inceleyen branşların elde ettiği toplam bilgi % 5’lerle ifade edilmektedir.

İnsan ruhunun mahiyetini araştırma gayesiyle yola çıkan psikologlar incelemeleri sonucunda bir ilerleme kaydedememişler “Ruh Bilimi” dedikleri psikolojinin ismini “Davranış Bilimi” olarak değiştirmek zorunda kalmışlardır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bize ruhla ilgili az bilgi verildiği bildirilmiştir.[1] Bu da bize göstermektedir ki, hakkında Rabbimizin peygamberler vasıtasıyla bilgi vermediği bir hususta elde edeceğimiz bilgiler sınırlıdır.

İnsanın bedeniyle ilgili araştırmaları laboratuar ortamında, önceden elde edilen bilgilerden faydalanarak araştırmak, incelemek mümkün, ancak manevi yönünü oluşturan yönlerini bu yolla araştırmak imkânsızdır.

Avrupa’da yaygın olarak yapılan ruh çağırma seansları ve benzeri olaylardan yola çıkılarak, bunları araştırma amacıyla 1920’lerde başlayan bazı çalışmalar olmuş ancak bir netice alınamamıştır. İnsanın bu yönün barındırdığı sırlar, fizikî yönünün sakladığı sırlardan çok daha fazla ve önemlidir. İnsanın bu yönü aydınlatılamadıkça, o bir meçhul olarak kalmaya devam edecektir.

İnsan madde ve manasıyla çok kıymetlidir, mükerremdir. O, en iyi şekilde yaratılmış,[2] dünyanın bütün tasarımcıları toplansa, şurası şu şekilde olsa daha iyi olurdu diyebilecekleri bir yanı olmayan, bir bakıma kâinatın minyatürüdür. Bununla beraber, maddî değeri itibariyle hiçbir kıymeti olmayan bir varlıktır.

Antika sanat eserleri vardır. Onların maddesi demirdir, tahtadır, naylondur… Demirden yapılmış antika bir sanatı, antikadan anlamayan bir hurdacıya götürdüğümüz zaman vereceği fiyat birkaç kilo demir parasıdır, onu meşhur bir sanatkâra nispet edip, bir antikacıya götürsek paha biçilmez bir kıymet kazanır. İnsan da maddesi itibariyle bir değer ifade etmez, ancak o, Allah’a nispet edildiği zaman, takdir edilemeyen bir değer kazanır. İnsan Allah’ın antika bir sanatıdır. Bundan dolayı, Allah’a inanan ve inandığı gibi yaşayan kimse, bir karıncayı incitmekten titrerken,[3]  O’na inanmayan, bir hiç uğruna binlerce insanı katledebilmektedir.

İnanan kimse, ruhunu saran güzelliğin etkisiyle, bir kalbi incitmekten çekinmesi, yok etme hırsıyla yanma yerine, ihya etme saikasıyla tutuşması sebebiyle çevresindekilere ferahlık vermektedir.[4] Özü güzelliklerden oluşan bu insanlar, nazarıyla etrafına zarar vermediği gibi, diğer insanların nazarlarından da etkilenmezler veya az etkilenirler. Kainattaki her şeye kıskançlıkla, hasetle değil, sevgiyle, ibret nazarıyla bakarlar, Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın derler.[5]Onun için, onlar öldükleri zaman, Kâinat onların ölümlerine ağlar.[6]

Nazar Kavramı ve Kullanılışı

Dilimizde ”nazar” kavramıyla ifade ettiğimiz (göz değmesi) Arapça’da; göz, nazar, kem göz, pınar, kaynak, menba, gözcü, keşfe çıkan, casus, delik, ağ, bir şeyin en güzel yanı gibi anlamlara gelen ”ayn” kelimesiyle ve ondan türeyen kelimelerle ifade edilmiştir.

Kelimenin çoğulları ”uyûn” ,”e’yün”, ”e’yên” olarak kullanılır. Kelime ”göz değmesi” anlamında, diğer manaları dışarıda bırakılarak daha çok ”isabetü’l-ayn” şeklinde kullanılmaktadır. Aynı manada ”nefs” kelimesi de kullanılmaktadır. Gözü değene ”â’in” kendisine göz değmiş kimseye de ”maî’n”  denilmiştir. Çok etkili göz değmesi anlamına ” ayûn” kullanılmıştır. ” esabe biaynihi” kavramına ”haset etti” anlamı da verilmiştir.[7]

Türkçede ise ”nazar” veya ”isabet” şeklinde kullanımı yaygın olmakla beraber, farklı bölge ve yörelerde farklı kullanımları mevcuttur.

”Nazar” kelimesi ıstılâhî anlamda Arapçada farklı kullanımlara sahip olup, bir şey hakkında tefekküre dalma, nazarî araştırmalar yapma anlamında kelam ve felsefe terimi, bilinmeyeni elde etmek için, bilinenleri bir kurala göre sıralama, bir konu hakkındaki düşünce, görüş gibi manalarda kullanılmaktadır.

Nazarın konumuzla ilgili ıstılâhî anlamı ise: Kişinin, canlı veya cansız herhangi bir şeye haset, kıskançlık, imrenme, özenme, beğenme vb. yoğun duygularla yönelttiği bakışlarla zarar verecek şekilde onu etkilemesidir.[8]                                

Nazar İnancının Tarihi Süreci

Hadisi şerifte hak olduğu bildirilen, hakikati yaşamımız içindeki tecrübelerimizle de sabit olan “nazarın”, insanın biyolojik yapısında mevcut olan bazı enerjilerin etkisiyle olduğu açıktır. Dolayısıyla onun varlığını insanlık tarihiyle özdeş kabul etmemiz gerekmektedir.

Ancak insanların onun varlığının farkına varıp, yaşamları içindeki etkisinin bilinciyle hareket ederek doğru veya yanlış önlemler almalarının tarihinden söz etmek daha doğru olur. ‘Nazar inancının tarihi’ sözü bu hakikatin varlığını kabul etmeyerek, onu aslı olmayan, batıl bir halk inanışı kabul eden zihin altyapısını çağrıştırmaktadır.

Oluş şeklini fizik kuralları içinde bilimsel olarak tespit edemediğimiz, ama varlığını da gözümüzle açıkça gördüğümüz veya işaret eden delillerle görür gibi varlığından emin olduğumuz birçok olay ve olgudan söz edebiliriz. Çağımızın ulaştığı bilimsel ve teknik verilerle açıklanamayan her şeyi inkâr etmek, başta bilimsellik anlayışıyla bağdaşmaz. Bu çerçevede meseleyi ele alıp değerlendirmenin doğru olduğu kanaatindeyiz.

Nazar inancının birey ve toplum hafızasında ne zamandan beri olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber M.Ö. 4000 yıllarına kadar gittiği kabul edilir.

Gerçekliği olmayan bir halk inanışı olarak gören bazı araştırmacılar, coğrafi açılımından hareketle Mezopotamya kökenli bir inanış olduğuna; su, hayat, kuraklık, ölüm vb. meseleler çerçevesinde ortaya çıkan asılsız bir telakkî gibi değerlendirmişlerdir.

Nazara uğrayan annenin veya dişi hayvanın sütünün kesilmesi, çocukların hastalanıp ölmesi, ekinlerin ve ağaçların kuruması gibi nazarın etkisinin en açık ve etkili olarak ortaya çıktığı tecrübe ve gözlemler sonucu olacak ki, onun hayat kaynağı olan sıvıyı yok ettiğine, bedeni veya ruhu kuruttuğuna inanılmıştır.

Kıskançlıkla oluşan haset duygusunun gözden yayılan ışınlarla atmosferi kötülükle doldurduğuna, yakında bulunan canlıları, eşyayı etkilediğine inanılmıştır.

Eski kültürlerde her türlü; hastalık, talihsizlik, kötü durum bilhassa anî ölümler, bilinçli veya bilinçsizce yapılmış nazarla ilişkilendirilmiştir. Kıskanç göze yapılan atıflar Yahudi kutsal metinlerinde, Zerdüştlük literatürü ile Hint atasözlerinde de yer alır.

Eski Sümer, Babil, Mısır, Grek, Roma, Sami, Pers, Hint ve çeşitli Avrupa Ülkelerinde yaygın bir inanış olduğu bilinmektedir. Ortadoğu, Akdeniz, Hint, Avrupa’da yaygın; Uzakdoğu, Güney Afrika, Avustralya, Amerika’nın yerli toplumlarına sonradan Avrupa kanalıyla girdiği ileri sürülmüştür.

Cahiliye Dönemi Arapları sihir, büyü, kâhinlik gibi inançların yanında nazara da çok önem verirlerdi. Bundan korunma maksadıyla üzerlerinde bazı takıları taşırlardı.

Bazı hayvanların nazarının değdiğine de inanırlar, bunlar içinde devenin gözünün en etkili olduğunu kabul ederlerdi[9]                                       

Nazarın Mahiyeti

Varlığını ilmen bildiğimiz inandığımız ancak görüp hemhal olmadığımız şeylerin yanında, varlığını gözümüzle gördüğümüz, tesirini hissederek bizatihi yaşadığımız ve varlığında şüphe etmediğimiz bununla beraber mahiyetini ilmen açıklayamadığımız bazı olaylar ve olgular vardır ki nazar ve telepati bunlardandır.[10]

İnsanın yapısında başta elektrik olmak üzere bazı enerjilerin bulunduğu, bu enerjilerin kuvvet derecelerinin kişilerde farklılık gösterdiği bilinmektedir. Bazı kimselerin kendilerinde bulunan elektrik enerjisini özel bir gayretle parmak uçlarında yoğunlaştırarak ampulü yaktıkları görülmektedir. Yine bio enerji adı verilen bir enerji tedavi amaçlı kullanılmaktadır.

Bazı hayızlı kadınların süt kabına dokunduklarında sütün bozulduğu, bir bahçeye girdiklerinde, dokunmasalar bile bitkilere zarar verdikleri diğer zamanlarda bu durumların söz konusu olmadığı tecrübelerle sabittir. Göz ağrısı olana bakanın, gözünün ağrıdığı, bir toplulukta birisi esnediği zaman diğerlerinin de esnediği bilinmektedir. Bilinen bu gerçekler bize insanın yapısında bazı enerjilerin varlığını, kişiden kişiye ve aynı kişide zaman zaman farklılıklar gösterdiğini, bir kimsedeki enerjinin başkasını etkilediğini ortaya koymaktadır.[11]

Ehli Sünnet alimleri, Mutezilenin çoğu nazarın hakikatini kabul ve isbat etmişler, nasıl ve ne şekilde meydana geldiğinde ihtilaf etmişlerdir. Ebu Ali el-Cübbâî, Mutezile’den Ebû Haşim ve Belhî[12] gibi bazı Mutezilîler kabul etmemişlerdir. Kabul etmeyenler delil getirememişler, bazıları; böyle bir durum olsaydı nazar, güzel olan şahsa veya nesneye tesir ettiği gibi, güzel olmayana da tesir ederdi demişlerdir.[13]

Hukemanın konuyla ilgili genel anlayışı ve ehli sünnet muhakkiklerin de tercih ettiği görüş şöyledir: Nazar, cisimle beraber nefsin etkisi sonucu oluşan bir olgudur. Sıcaklık, soğukluk, ıslaklık, kuruluk gibi durumlarda kişinin iradi bir dahli söz konusu değildir. Yani bu sırf nefsani bir tesirdir. Şu örnekte olduğu gibi; ensiz bir levha yere konulduğu zaman onun üzerinden herkes geçebilirken, o levha iki yüksek duvar üzerine konulduğu zaman bunların çoğu onun üzerinden geçemez, sebebi ise düşme korkusudur ki, o korku kişinin düşmesine etki eder.

Bundan anlaşılmaktadır ki, inansın nefsinde bulunan duygular ve enerjiler insanı etkilemektedir. Bununla beraber insan, daima kendisine nazar değeceği hissiyle yaşar, bunu saplantı haline getirirse, manevî direnci zayıflar etkilenmeye müsait hale gelir. Bu nefisle ilgili bir oluşumdur ve bedende bir zafiyetin oluşmasına sebep olur. Bu durumda hem göz değme ihtimali, hem de göz değmesi durumunda oluşacak hasarın etkisi artar.

Bazı kimselerin biyolojik yapılarında bulunan enerjiler ve nefislerinin cevherleri farklıdır. Bu kimseler, canlı veya cansız bir varlığa kıskanarak, hoşlanarak veya hayretle baktıkları zaman ona tesir etmeleri akıldan uzak değildir.

Bu etki göze nikbet edilse de gerçekte etkileyen nefistir. Etkinin göze nispeti; yakıcılığın ateşe nispeti gibidir. Bu tesiri yaratan şüphesiz Allah (c.c.) dır. Kainata konulan kanun gereği her şey sebepler çerçevesinde Allah’ın izniyle cereyan etmektedir.[14]

Bazı yerlerde ve zamanlarda nazarın hayat kaynağı olan sıvıyı yok ederek tesirini gösterdiğine, bedeni veya ruhu kuruttuğuna inanılmıştır. Nazarın pratik hayat içerisinde etkisinin en çok annenin veya dişi hayvanın sütünün kesilmesi, çocukların hastalanıp ölmesi, ekinlerin ve ağaçların kuruması gibi durumlarda görülmesi bu şekildeki bir algılamaya götürdüğü anlaşılmaktadır.[15]

Göz değmesi kıskançlık hasetle olduğu gibi, bazen bir kimsenin bir şeyi ya da kimseyi tedbirsizce övmesi, hayranlık vb. duygularla ortaya çıkabilmektedir. Bazen bu şekilde kişinin kendisine, eşine, çocuklarına, hayvanlarına, malına zarar vermesi mümkündür.

Tek gözü kör veya kambur kişilerin, yılan, tilki, kedi, çekirge gibi iri gözlü hayvanların,  kuyruğunda göze benzer figürler bulunan tavus kuşunun gözünün değdiğine inanılmıştır.[16]  “Sırtında iki beyaz çizgi bulunan kuyruksuz yılanı öldürün, çünkü o gözün kör olmasına, hamile kadınların çocuklarını düşürmesine sebep olur”[17]  hadisini, bu yılanın nazarı sebebiyle bu zararı verir şeklinde anlayanlar olmuştur. [18]

Nazarın genel manada her şeyi etkileyebileceğine inanılmakla beraber, özellikle  bebeklerin, çocukların, gelinler ve hamile kadınların, besili çiftlik hayvanlarının, meyve veren ağaçların ve ekinlerin yeni eşya veya binaların üzerinde daha etkili olduğu yaşam içindeki tecrübelerle anlaşılmış ve bu şekilde kabul edilmiştir.[19]

Fiziki sınırlar dışında görülen olayları inceleyen Parapsikoloji nazarı psikokinetik  (Telekinezi) olaylar içinde değerlendirmiş, incelemiş bu tür olayları bir vakıa olarak kabul etmiş ancak oluş şekliyle ilgili tatmin edici bir sonuca ulaşamamıştır. Teorik olarak, bedenin elektromanyetik güç alanına sahip bulunduğu, elektromanyetik ışıklar yayan gözlerin nesneleri etkilediği, özenme, imrenme, haset gibi duyguların ve zihin gücünün bu bakışları besleyerek etkisini artırdığı şeklinde açıklamıştır.[20]

Klasik kaynaklarımızda nazarın oluşumunda esas olarak vücudun, ruhun, nefsin ve zihin gücünün etkisinin olduğunun, bunlar sebebiyle oluşan enerjinin, insanın aleme açılan penceresi olan gözler kanalıyla etkisini gösterdiği için göze nispet edildiği belirtilir. Gözden çıkan bu enerjinin mahiyetiyle ilgili tespit edilebilmiş bir veri olmaması sebebiyle farklı ifadeler kullanılmıştır. İbn-i Hacer karşı tarafa etki eden enerjiyi gözden çıkan bir zehir,[21] Cahız gözden çıkan parçalar [22] şeklinde ifade etmiştir.

İbni’l Kayyım el-Cevziyye meseleyi şu şekilde izah eder: Gözü değenin gözünden zehirli bir şey çıkar. Bu cevher ter deliklerinden vücuda nüfuz eder ve ona zarar verir. Göz değmesi bir hakikattir ve ruhların etkisiyle gerçekleşir. Etkili olan göz değil ruhlardır ancak göze nispet edilmiştir. Ruhlar farklı yapı, güç, keyfiyet ve özelliktedirler. Kıskancın ruhu kıskanılana eziyet vermektedir.[23]

İnsanların yanında cinlerin de nazarının değdiğini belirterek, cinlerin nazarının değdiğiyle ilgili haberin kesin olduğunu söyler, Ümmü Seleme’nin rivayet ettiği, ‘Peygamber (sav) bizim evde bir cariyenin hasta olduğunu görünce, ona cinlerin nazarı değmiş onu okuyun’ hadisini delil olarak zikreder.[24]

Âlûsî’nin konuya yaklaşımı ise şu şekildedir: Hadisteki “Göz değmesi haktır” sözünün manası, nefis vasıtasıyla tesir etmek ve bu tesirin gereğinin ortaya çıkması, Allah’ın koyduğu bir kanun olması şüphe götürmez bir hakikattir. Bu gözümüzle gördüğümüz ateş, su, ilaç vb. şeylerin tesiri gibidir. Sen biliyorsun ki her şeyin oluşu Allah’ın dilemesiyledir, bir şeyi dilerse olur dilemezse olmaz. Göz değmesinde Allah’ın yaratma hikmeti bizce meçhuldür der.[25]

Meydana geliş şeklini şöyle izah eder: Göz bir şeyi güzel gördüğü zaman ya o güzelliğin devamını ister, yok olmasından sıkıntı duyar, kendi çocuğunda, malında vb. olduğu gibi; ya da bir güzelliğin başkasında olmasını çirkin görüp kıskanır, güzel bir kimsenin veya malın hasetçi düşmanı yanındaki durumu gibi.

Birinci durumda, o güzelliğin yok olacağı düşüncesinden meydana gelen şiddetli korku, kalbin derinliklerine ruhun hapsolmasına sebep olur, kalp ve ruh ciddi bir şekilde yanar, bu kuvvetli yanmanın keyfiyeti ruhta meydana çıkar.

İkinci durumda ise; düşman için bu güzelliğin ortaya çıkması sebebiyle o anda şiddetli bir hüzün meydana gelir, bu da ruhun sıkışmasına ve kuvvetli bir yanmanın ortaya çıkmasına sebep olur, her iki durumda da gözün şuaları ısınır ve tesir eder. Güzelliğin, kıymetin olmaması durumunda bu olmaz, normal zamanlardaki bakışla bu haldeki bakış arasındaki fark budur. Bundan dolayı Rasülullah gözü değene abdest almasını, isabete maruz kalana da o suyla yıkanmasını emretmiştir.[26]

Yakup (as) un oğullarını Mısır’a gönderirken onlara söylediği” …Oğullarım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. (Buna rağmen)Allah’tan (gelecek ) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm verecek olan sadece Allah’tır. (onun için) ben sadece ona tevekkül ettim, tevekkül edenler de yalnız ona dayansınlar.”[27] Ayetini müfessirlerin bazıları halkın dikkatini çekmemeleri, bir suikasta uğramamaları, böyle bir şeye maruz kalmaları durumunda hepsinin telef olmamaları gibi sebeplerle babaları tarafından uyarılmışlardır, şeklinde anlamakla birlikte; çoğu nazardan korunmaları için uyarıldıkları şeklinde anlamışlardır.

Kurtubî bu ayetin açıklamasıyla ilgili şunları söyler: Bir kişiye ait on bir çocuğun olması ve bunların yakışıklı, heybetli olmaları sebebiyle nazar değmesinden korkarak onları uyarmıştır diyerek, İbn-i Abbas, Dahhâk ve Katâde’nin de bu görüşte olduklarını belirtir.

O, nazarın sünnetle, icmâ ve hayatın içinden tecrübelerle sabit olmasına rağmen bazı yeniyetmelerin onu inkar ettiklerini belirterek, bazı kimselerin gözüyle adamı kabre, nice güzel, güçlü-kuvvetli hayvanları tencereye soktuğuna dikkatleri çekmiş, bunun da ancak Allah’ın izniyle olabileceğine vurgu yaparak “…Oysa onlar Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler…”[28] ayetini zikretmiştir.

Kurtubi ayrıca Esmâî’nin şu sözünü nakleder: Nazarı değen bir adam gördüm, onun da bulunduğu bir yerde sütü bol olan bir inekten bahsedildi o da bu konuşmayı duydu, hoşuna gitti, kimden bahsediyorsunuz dedi? Orada bulunanlar onun nazarının tesirli olduğunu bildikleri için başka bir isim söylediler. Bahsettikleri ve yanıltmak için söyledikleri her iki kişinin de bütün inekleri telef oldu. O kişiyi insanlar gizliyor ya da ondan gizleniyorlardı. O kişinin şöyle dediğini duydum, hoşuma giden bir şeyi gördüğüm zaman, gözümden bir hararetin çıktığını hissediyorum.[29]

Bu ve benzeri yaşanan tecrübeler, ‘kişi görmeden gıyabında nazar değmez’ tezini tekrar düşünmeye bizi sevk etmektedir.[30]

Kurtubî kalem suresinin elli birinci ayetinin tefsirinde şu bilgileri verir: Cahiliye Arapları içinde bazı kimselerin nazarının etkili olduğu bilinirdi, özellikle Benî Esed kabilesi içinde böyle kimseler çoktu, bunlar bilinçli olarak nazar değdirirlerdi.

Bunların bazıları canı et istediği zaman iki üç gün çadırından çıkmaz, sonra çıkıp çadırının önüne oturur, oradan besili bir deve, koyun vb. geçtiğini görünce bu güne kadar bundan daha güzelini görmedim derdi. Böyle dediği hayvan bir müddet sonra düşer, sahibi de onu kesmek zorunda kalır, gözü değen kimse kölesine veya cariyesine al şu parayı şundan et al gel der, o da gidip et getirirdi.[31]

Bu ve benzerî tecrübeler, “Nazar, iki taraftan biri o anda bilinçli olursa etkilemez” görüşünü yeniden düşünmeye sevk etmektedir.[32] Aynı zamanda bir şeye hasetle, kıskançlıkla, beğeni ve hayranlıkla bakma ve ilgilenme, bu duyguların o andaki şiddet dereceleriyle, nazarın etkileme derecesinin doğru orantılı olduğu anlaşılmaktadır.

Nazar- Kader İlişkisi

Allah’ın kainata koyduğu kanun sebep-sonuç ilişkisi içinde devam etmektedir. Bizden istenen; yaşamımızı, sebepleri yerine getirip sonucu Allah’tan bekleyerek oluşturmamızdır. Peygamberimiz (sav) Allah’ın korumasında olduğu halde,[33] her işinde tedbiri elden bırakmamış, savaşlara çıkarken de zırhını giymeyi ihmal etmemiştir.

Hz. Yakub (as) da oğullarını Mısır’a gönderirken onları dikkatli ve tedbirli davranarak, vazifelerini yapmaları için uyarmış, takdir edilmiş bir şeyin de her zaman tedbirle savulamayacağına dikkat çekmiştir.[34]

Ayetin açıklamasında Elmalılı şöyle der: O’na karşı hiçbir tedbir faide vermez, her ihtimale karşı tedbir almak lazım ise de tedbir takdire mani olacak, Allah’ın muradının önüne geçecek bir sebep değildir. Tedbir almak bir nevî Allah’tan yardım istemektir, aldığımız tedbir kadere muvafık ise faydalı olur.[35]

Razî de ayetin tefsirinde şu açıklamada bulunur: İnsan bu dünyada geçerli olan sebeplere riayet etmekle ve aynı zamanda kendisine ancak Allah’ın takdir ettiği şeyin geleceğine, sakınmanın kendisini kaderden kurtarmayacağına kesin olarak inanmakla memurdur. Bununla beraber insan, zararlı, öldürücü şeylerden sakınmakla, imkanı nispetinde faydalı şeyleri elde edip, zararlıları defetmeye gayret etmeye de memurdur.

Hz. Yakup’un “Hepiniz aynı kapıdan girmeyin…” sözü, bu dünyada geçerli olan sebeplere riayet etmeye bir işaret, “ …Allah’ın kazasından hiçbir şeyi sizden gideremem…”  demesi de, sonucu sebeplerden değil Allah’tan bilmeye, onun dışındaki her şeyden müstağnî olarak, saf tevhide işarettir.[36]

Biz değişmeyeceğine inandığımız ve bilmediğimiz kadere göre hareket etmekle mükellef değiliz, aksine sebepleri yerine getirip, tedbirimizi almakla mükellefiz. Peygamberimiz(sav)” Kendisine sorulan, okuyarak yaptığımız tedavilerin, kullandığımız ilaçların, her türlü korunma tedbirlerinin Allah’ın kaderini önleyeceği kanaatinde misiniz? Sorusuna, onların hepsi (yapacağınız her türlü tedavi de) Allah’ın kaderindendir”[37]  buyurarak, her derdin devasının olduğunu, hastalığa uygun tedavinin bulunması halinde her hastalığın, Allah’ın izniyle iyileşeceğini belirtmiştir.[38]

Söz konusu duruma, Hz. Ömer’le ilgili şu meşhur olay da güzel bir misaldir: Yanındaki bir grupla Şam’a giderken, yolculuk sırasında, Suriye’de veba salgını çıktığını duyan Hz. Ömer, geri dönme kararı verince, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? İtirazına, Allah’ın kaderinden kaçıyor, Allah’ın kaderine sığınıyorum. Dedikten sonra, sen devenle bir vadiye insen, vadinin bir yamacı yeşillik ve otlu, diğer yamacı çorak ve otsuz olsa, deveni otlu yamaçta gütsen, bu Allah’ın kaderinden değil de otsuz yamaçta gütmen mi Allah’ın kaderindendir.[39] Diyerek, kaderimizde olanı bilmediğimizden, bize düşenin akıl, mantık, fizik kanunlar çerçevesinde, yaşam rotamızı belirlememiz gerektiği mesajını vermiştir.

Göz değmesi de, inanan her insanın başkasına zarar vermemek ve zarara uğramamak için, dikkat etmesini, tedbir almasını gerektiren bir husustur. Hiçbir şey Allah’ın izni dışında gerçekleşmez, nazarın da elbette bilebildiğimiz veya bilemediğimiz bazı hikmetleri vardır. Konumuzun sonraki kısımlarında bunun üzerinde duracağız.

Efendimiz (sav)’in şu hadisi şerifleri nazarın hakikatini ve tesir gücünü açıkça ortaya koymaktadır: “Nazar haktır, eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, o nazar olurdu…”[40]

Nazarın Fıkhî Yönü

Toplum içinde nazarı çok etkili, etkilediği insanın ölümüne sebep olan, eşyanın, nesnelerin tahribatına veya yok olmasına neden olan, bu özelliğiyle tanınan kimseler vardır. Bu insanlar toplumun huzursuzluğuna yol açarak, diğer insanların ondan daima uzak durma çabası içine girdiği kimselerdir ki, bunlar içinde bulundukları topluma daima sıkıntı verirler. İslam alimleri bu durumdaki kimselerin bilerek zarar vermesi halinde hukukî yönünün ne olacağını tartışmışlardır.

Fakihlerin tamamına yakını gözü değen kimseyi toplumun içinde yaşamaktan men etmek gerekir, zira o kimsenin, Rasülullah’ın cemaate gelmekten menettiği sarımsak, soğan yiyen kimseden daha çok zararlı olduğunda şüphe yoktur. Nevevî, ‘bu söz doğrudur, açıktır muhalif görüş beyan eden kimse bilinmemektedir’ demiştir.[41]

Bazıları da, devlet başkanı ya da, o beldede bulunan temsilcisi, nazarının etkili olduğu bilinen kimseyi toplum içinde yaşamaktan men etmesi, fakirse devlet hazinesinden ona yetecek kadar maaş vermesi gerekir. Hz. Ömer, bulaşıcı bir hastalık olan, cüzam hastalığına yakalanmış kimseyi ihtilattan men etmiştir demişlerdir.[42]

O kimse sürgün edilir, diyenler olduğu gibi, Rasül-ü Ekrem (sav) ‘in hayatında böyle bir uygulamanın olmadığını, bu durumda olan Âmir için bunu yapmadığını söyleyerek reddedenler de olmuştur. Bu görüşte olanlar, Peygamber(sav)’in uygulamalarında olmasa da, ihtiyaten, zararı gidermek için gerektiğinde böyle bir tedbirin alınabileceğini ayrıca belirtmişlerdir.[43]

Bazı alimler bu kimselere uygulanması gereken hukukî cezayı, sihirbaza uygulanan cezaya kıyas etmişlerdir ki, başta İmam Malik olmak üzere, Kâdı Iyâz, İbni Hanbel ve ashabın bazısı sihirbazın tövbeye bile davet edilmeden öldürülmesine hükmetmişlerdir.[44] Bazıları da bunun sihirbazın durumundan farklı olduğunu, sihirbazın sihriyle öldürdüğünün sabit olduğunu, diğerinin ise böyle olmadığını, dolayısıyla aynı cezanın verilemeyeceğini belirtirler. Malikilerden, zarar verme yönüyle ikisi arasında fark olmadığı nakledilmiştir.[45]

Kurtubi, nazarı değen kimse zarara sebep olursa onu öder, ölüme sebep olursa, kısas veya diyet gerekir derken, İbn-i Hacer; Şafilerin kısasa hükmetmediklerini, böyle birinin zarar vermiş sayılmayacağını söyler. Nevevî er-Ravza’da, bu şahsa diyet de kefaret de gerekmez, çünkü hüküm, istikrar kazanmış genel durumlarla ilgilidir, bazı şahıslarda görülen, istikrar bulmamış, nadir hallere göre hüküm verilmez der.[46]

Kanaatimizce bu tür hükümler, nazarı çok etkili olduğu bilinen kimseler için söz konusu olabilir, bu kişiler yetkililerce uyarılır, bilinçsiz ise çareler, korunma yolları öğretilir, söylenenlere uymazsa bu çarelere başvurulabilir.

Bunun dışında gözü değeni tespit etmek çoğu zaman mümkün olmaz, ayrıca bu durum genellikle irade dışı gerçekleşir, dolayısıyla bir yaptırımdan söz etmek zordur. Konuyla ilgili halkı bilinçlendirmek doğru seçenek olmakla beraber, bu meseleyi halkın nazarında daima canlı tutmak, bir kısım insanlarda saplantı haline gelip, onların her olumsuzluğu nazarla irtibatlandıracaklarından sağlıklı bir yöntem olmasa gerektir. Kur’anda ve sünnette çok üzerinde durulmamasının, alimlerimizin bunu insanların nazarına çok vermemelerinin hikmeti de bu olabilir.

Kanaatimizce nazarın varlığının hikmeti; yaratılış gayemiz olan imtihanın bir parçası olması içindir. Rabbimiz bizden daima kendisini zikretmemizi, hatırımızdan bir an bile çıkarmamamızı istiyor. Bununla ilgili ayetlerden birinde şöyle buyruluyor: “ Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzere yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ( ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru.[47]

Nazarımızın başkasına zarar vermemesi ve kimsenin nazarından etkilenmememiz için, yani her yönüyle nazardan korunmamız için, dilimizi zikre alıştırarak, günlük hayatımızın her anını Allah’ı hatırda tutarak geçirmemiz gerekmektedir. Bu durum bizi sadece nazardan değil, maddi ve manevi tüm olumsuzluklardan koruduğu gibi, hayatımızın tamamını ibadet hükmüne geçirerek, ömür sermayemizi ahirete mâl etmemize sebep olabilir. En önemli hedefimiz olan “ öğrenerek olgunlaşmamıza” katkıda bulunur.

Mal mülk, güzellik gibi sahip olduğumuz nimetleri, gösteriş için ifşa ederek onlarla böbürlenip, onlara sahip olamayanları sıkıntıya sokmak, onların kıskançlık ve hasetlerini üzerimize çekmek yerine, nazar korkusuyla onları gizli tutup, sosyal rahatsızlıklara sebebiyet verecek durumları ortadan kaldırabiliriz.

İslam üç temel esas üzerine oturur; iman, ibadet, ahlak. Akıl sahibinin, bozulmamış, alışkanlıklar ve ülfet içinde kaybolmamış, selim aklı, inanmayı; inanmak, inancın gereğini(ibadeti); ibadet ise olgunlaşarak güzel ahlak sahibi olmayı gerekli kılar.

Ahlakın zirve noktası da, kişinin kendisi için istediğini, bütün Müslümanlar için isteyebilme noktasına ulaşmasıdır.

Nazar müminlerin bu ideale ulaşmalarına katkı sağlayabilir. Bu mertebeye ulaşanlarda, dünyadaki güzelliklere ulaşma, sahip olma duygusu, yerini ahiretin güzelliklerini kazanma duygusuna bırakacağından kıskançlık, haset gibi duygular olmaz ya da az olur. Dolayısıyla böyle kişiler nazarlarıyla başkasına zarar vermedikleri gibi, başkalarının nazarlarından etkilenmezler veya az etkilenirler.

Nazardan Korunma Yolları

Nazarın iki türlü etkisi vardır, öldürücü nazar ve öldürücü olmayan nazar. Öldürücü nazar, insanın, hayvanın ölümüne, binanın yıkılmasına, bitkilerin kurumasına sebep olur. Bunun tedavisi yoktur. Bu durumda olan kimseler azdır, bunların zararından korunmak, bunların konuyla ilgili bilinçlendirilmeleri ya da onlara görünmemekle mümkündür.

Öldürücü olmayan nazarın tedavisi ise, üç türlü olabilir;

a-) Olmadan önce, engellenmesi.

b-) Olduktan sonra hemen etki eden tedavi.

c-) Rukye (meşru dua) ve zikirlerle tedavi.[48]

1-) Olmadan Önce Nazarı Geri Çevirme İmkanı Vardır.

Bir kimse hoşuna giden bir şey gördüğünde bereketle dua etmesi gerekir. Ayette, “… Bahçene girdiğin zaman, maşallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır deseydin ya!”[49] buyrulmuş, Peygamberimiz (sav) kendimizde, malımızda veya başkasında hoşumuza giden bir şey gördüğümüzde, ‘maşallah, maşallah lê kuvvete illa billah, barekallah, allahümme bârik fihi, tebârekallâhü ehsenü’l hâlikîn’ gibi bereket ifade eden dualarla dua etmemizi istemiş, böyle yaparsak nazarımızın zarar vermeyeceğini bildirmiştir..[50]

2-) Olduktan Sonra Nazarın Tedavisi      

Bir hadiste şöyle bir olay anlatılır: Peygamberimizin de bulunduğu bir yolculukta (seferde) Sehl b.Huneyf banyo yapmak için üzerindeki cüppeyi çıkarmıştı. Âmir b. Rabia da ona bakıyordu, Sehl cildi düzgün, bembeyaz bir kimseydi. Âmir, hayatımda böylesini görmedim, hiç güneş görmeyen ciltler bile, bu günkü gördüğüm gibi değildir, dedi. Bunun üzerine Sehl rahatsızlanıp bayıldı. Rasülullah’a Sehl’in rahatsızlandığı haber verilerek, o başını kaldıramıyor, denildi. Bunun üzerine Rasülullah: Suçladığınız birisi var mı? dedi. Âmir b. Rabia var dediler. Allah Rasülü Amiri çağırıp ona kızdı ve” Sizden biriniz, karderşini neden nazarla öldürüyor? Ona maşallah deseydin ya! Haydi, şimdi onun için yıkan dedi. Âmir, yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayak topuklarını ve böğrünü bir kap içerisinde yıkadı. Sonra bu su, Sehl’in üzerine döküldü ve O hemen iyileşti.[51]

3-) Rukye (Meşru Dua) ve Zikirlerle Tedavi  

Nazarı değen kimse bilinmiyorsa, nazardan etkilenen kimsenin zikir ve meşru dua ile Allah’a sığınması, şifa dilemesi gerekir. Bunu nazardan etkilenen kimsenin kendinin okuması mümkünse, kendi okumalı, değilse Kur’an’ı doğru okumayı bilen, ihlaslı bir kimsenin okuması gerekir.

Peygamberimiz (sav)’min kendilerinin okudukları, ya da bu durumda okunmasını tavsiye ettikleri, muteber hadis kitaplarında bize nakledilen dualar vardır. Bunlardan biri şu duadır,” Bismillêhi yübrîke, ve min külli dêin yeşfîke, ve min şerri hâsidin izê hasede, ve min şerri külli zî- aynin”[52]

“Allah’ın adıyla. Seni o kurusun, onun seni her türlü hastalığa, haset ettiği zaman hasetçinin şerrine ve her türlü nazarın şerrine karşı korumasını ve sana şifa vermesini dilerim.”

Bunun dışında, her türlü manevi rahatsızlıklarda, (muavvizât)  İhlas, Felak, Nâs surelerinin okunması, bunlar yanında, Fatiha, Ayetelkürsî, kalem suresinin, 51. ayeti ve çeşitli şifa ayetlerinin okunması tavsiye edilmektedir..

Bunları nazardan etkilenen kimsenin kendisinin okuması en uygun olandır. Bunlar okunup avucun içine üflenerek bütün vücut sıvazlanabilir, vücuda üflenebilir.

 Sonuç olarak, Nazar haktır ve tecrübelerle sabittir, oluş şekli ise, araştırılmayı bekleyen, ispatlanamamış çeşitli teorilerle izah edilmeye çalışılan apaçık bir hakikattir. Konuya açıkça delalet eden ayetlerin yanında, çoğu ahad haber seviyesinde olsa da beraber düşünüldüğünde manevi mütevatir derecesine ulaşan, sahih hadis kaynaklarında çok sayıda hadis mevcuttur.

                                             
[1] İsra, 17/85
[2] Tin, 95/4
[3] Neml, 27/18
[4] Maide, 5/32
[5] Âli İmran, 3/191
[6] Duhan, 44/29
[7] Mu’cemü’l Vesîd, Esabe Bi-aynihi
[8] Dia, 32/443-446
[9] Dia, 32/443-446
8 Telepati: Arada fizîkî bir vasıta olmaksızın, birbirinden uzakta bulunan iki kişinin haberleşmesidir.
[11] İbrahim Canan, Hadis Külliyatı, 11/369
[12] Şevkanî, Fethu’l Kadir, 3/49
[13] Âlusi, Ruhu’l Meani,7 /17-18
[14] Âlusi, Ruhu’l Meani, 7/17-18
[15] Dia, 32 /443-446
[16] Dia, 32 /443-446
[17] Münziri, Müslim Muhtasarı, 445
[18] İbni Kayyım el-Cevziyye,Zadü’l Meâd, 3/109
[19] Dia, 32 /443-446
[20] Dia, 32 /443-446
[21] İbrahim Canan, Hadis Külliyatı, 11/369
[22] Âlusi, Ruhu’l Meani, 7/17-18
[23] İbni Kayyım el-Cevziyye, Zadü’l Mead, 3/109
[24] İbni Kayyım el-Cevziyye, Zadü’l Mead, 3/108-109
[25] Âlusi, Ruhu’l meani, 7 /17-18
[26] Âlusi, Ruhu’l Meani,  7 /17-18
[27] Yusuf, 12/67
[28] Bakara, 2/102
[29] Kurtubi, el-Camiu li-Ahkamu’l Kur’an, 9/226
[30] Gökhan Hani, Nazar, 61-62
[31] Kurtubi, el Camiu li-Ahkamu’l Kur’an, 18 /254-256
[32] Gökhan Hani, Nazar, 16
[33] Maide, 5/67
[34] Yusuf,12/67
[35] Elmalılı,4/2890
[36] Razi, Tefsiru’l Kebir, 6/482
[37] Tirmizi, Tıp, 21, nr. 2065
[38] Münziri, Müslim Muhtasarı, 434 (Tirmizi bu hadis hasen sahihtir demiştir.)
[39] İbrahim canan, Hadis Külliyatı, 11/388
[40] Münziri, Müslim Muhtasarı ,430
[41] İbrahim Canan, Hadis Külliyatı,11/372
[42] Âlusi, Ruhu’l Meani, 7 /18
[43] Kurtubi, el-Camiu li-Ahkamu’l Kur’an,18/254-256
[44] İbrahim Canan, Hadis Külliyatı, 8/89
[45] Âlusi,Ruhu’l Meani, 7/18-19
[46] İbrahim Canan, Hadis Külliyatı, 11/373
[47] Âli İmran, 3/191
[48] Ebu’l Münzir Halil b. İbrahim Emin, trc. Tacettin Uzun, Cin, Büyü ve Nazardan Nasıl Korunmalıyız, 221
[49] Kehf,18/39
[50] İbrahim Canan, Hadis Külliyatı, 11/373
[51] İmam Malik, Muvatta,  2/338
[52] Münziri, Müslim Muhtasarı, 428
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort