DOLAR 32,5921 0.24%
EURO 34,8228 0.45%
ALTIN 2.420,84-0,48
BITCOIN 21502140,23%
Ankara
25°

KAPALI

16:54

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Ligarba

Ligarba

21 Ocak 2016 Perşembe

Cehennem

Cehennem
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.”

 ***

Son yılların ve hatta daha da ileri giderek  belkide edebiyat tarihinin en iyi kitaplarından biri diyerek söze başlayabilirim kendi adıma. Dan Brown bir kitaptan isteyebileceğimiz her şeyi bir araya getirmiş Cehennem’de.  Tarih, sanat, felsefe, macera, heyecan, merak, aşk, ihtiras, entrika ( 🙂 ) , polisiye, gerilim, bilim, gerçekler, yalanlar, duymak istediklerimiz, duymamak için köşe bucak gizlendiklerimiz… Cennetliklerimiz, cehennemliklerimiz kendine her ikisinde de yer bulamayıp Araf’ta kalmışlarımız…

Dante’nin İlahi Komedya’sından yola çıkarak İstanbul’un derin, karanlık sularına kadar uzanan bir detaylar örgüsü. Kitapta  Dante’nin tasvir ettiği “Cehennem” ve onun üzerine yapılmış bir çok sanat eseri tüm detaylarıyla işlenmiş diyebiliriz. Öyle ki detaylarda boğulduğunuzu hissettiğiniz anlar oluyor ( kitabın tek eksi yönü).  Olayların ilerleyişi sırasında “bu kadar ince detaya gerek var mıydı?” – ki zaman zaman tekrarlanan- diye sorguluyorsunuz.  Kitap bitip kapağını kapattığınızda ilmek ilmek işlenmiş olay döngüsünü zihninizde canlandırdığınızda vereceğiniz cevap “evet” oluyor.

Cehennem’in en güzel yanlarından biri  “sanat tarihi-bilim-gelecek”  üçgenini sağlam kurmuş olması. Üçgenin köşeleri arasında gidip gelirken kendinizi sorgularken bulabilirsiniz. Ve tam o sorgunun orta yerinde fark edeceksiniz ki ters köşedesiniz.

Gezintiye çıktığınız köşelerin bir ayağının İstanbul’da olması ve düğümün çözüldüğü yer olarak kilit bir noktada yer alması bir diğer heyecan verici nokta.  Kalemiyle kitleleri peşinden sürüklemiş bir yazarın kaleminden okuması müthiş bir hismiş. Sanki ailemden, evimden, kendimden bir parça gördüm. O kadar mutlu oldum ben kitabın son bölümünü oluşturan  İstanbul  ayağını okurken.  ( Nasıl sahiplenmişsem artık. 🙂 )

Bu kadar detaydan sonra Dan Brown’ın Cehennemi için;

“Bugüne kadar okuduklarımızı sorgulatan, bundan sonra okuyacaklarınız için hep bir kara bulut olacak olan”diyebilirim özetle.

***

Şu sıralar kitapların tasnifi Cehennem’den önce/ Cehennemden sonra.

Cehennem’den önce Ahmet Ümit’in “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”ni yazacaktım uzun uzun.

Ancak Cehennem’den sonra  yazılabilecek tek şey: “Nevzat Komser artık aileden, ara sıra evimize misafir olmasını istediğimiz mahallemizin abisi. Zaman zaman özlüyoruz, hep oralarda bir yerlerde olsun istiyoruz.” olabildi.

Ötesi yok.

Belki yanlış bir kıyaslama, klasmanları farklı olduğu için Ahmet Ümit’e haksızlık ediyorum ancak Cehennem’den sonra anladım ki; bir Dan Brown kolay olunmuyor, bir “Cehennem” kolay yazılmıyor.

Devamını Oku

Nihayet “Ve Dağlar Yankılandı” Derken

Nihayet “Ve Dağlar Yankılandı” Derken
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Khalled Hosseini’ nin “Uçurtma Avcısı” ve “Bin Muhteşem Güneş”ten sonraki üçüncü kitabı “Ve Dağlar Yankılandı” nihayet elimizde. Hosseini’nin yürek dağlayan, okuyanı içine alıp her satırını yaşattığı hikâyelerini özlemiştik. İlk iki kitapta belli bir çizgisi vardı yazarımızın. Afganistan’ın yakın tarihiyle beraber  Afgan insanının iç burkan, savaşla, sefaletle, cahillikle boğuşan ve  “adaletsiz dünya” diye isyan ettiren hikayelerini anlatmıştı bizlere.

Hosseini’nin bu yeni kitabı için “yazarlığının dönüm noktası” diyor arka kapak yazısı. İlk iki kitabını okurken göz yaşlarına hakim olamayan birisi olarak evet dönüm noktası bir kitap olmuş diyebilirim. Zira bu kez ağlat(a)madı.

Öncelikle belirtmeliyim ki kitap için çıtayı çok yukarılarda tuttum. Sonuçta benim için rüştünü ispatlamış, kendine hayran bırakmış bir kalemin üçüncü eseriydi ve ilk ikisinden daha da iyi olmalıydı . Ancak – ne yazık ki- kitapta umduğumu bulamadım. Ya da şöyle söyleyeyim benim kitabın hikâyesinden umduklarımla yazarımızın verdikleri kesişmedi.

***

Gece vakti, çölü bir el arabasını çekerek geçen bir baba. Arabanın içinde annesiz iki çocuk; iki kardeş; biri kız biri erkek. Küçük Peri için ağabeyi Abdullah, ağabeyden çok öte. On yaşlarındaki Abdullah’a sorsanız Peri, her şey demek. Köylerinden Kabil’e varmak için çıktıkları yolculuğun sonunda aileyi yürek parçalayıcı bir son bekliyor. Fakat aslında bu bir son değil… Kardeşlerin başlarına gelenler – yakın ya da uzak- ilişkisi kurdukları tüm insanların hayatlarında nesiller boyu yankılanacak…

Hayat farklı aileleri sevgi ve fedakârlık, ihanet ve sadakat gibi ortak duygularla sınarken, karakterlerin başlarına gelenler ve yaptıkları seçimler, kitabın her biri ayrı renk ve lezzet taşıyan katmanlarını oluşturuyor. Afganistan’ın küçük bir köyünde doğan ve okuru Kabil’den Paris’e, San Fransisco’dan Tinos adasına taşıyan bu öykü, her sayfada renklenip güçleniyor.”

***

Arka kapak yazısında da belirttiği gibi iki kardeş ve onların hayatlarına bir şekilde değmiş kişilerin hikâyelerini anlatıyor kitapta Hosseini. Betimlemeleri, karakterlerin can alıcı noktalarını yine ustalıkla bizlere aktarıyor. Öyle ki karakterlerde zaman zaman kendinizi ya da tanıdığınız birilerini görmeniz mümkün.  Hikayeleri okurken insani vasıfları sorgular halde bulabilirsiniz kendinizi.

Gelelim neden kitaptan umduğumu bulamadığıma. Evet Hosseini iki kardeşin hayatlarına giren ve hatta bir şekilde hayatlarına yön veren  insanların hikayelerini anlatıyor. Ancak bunu ana karakterlerimizin hayatlarını –bence- yeteri kadar anlatmadan yapıyor. Yan karakterlerin (ki bazıları oldukça uzun işlenmiş ) hayatlarındaki gelişmeler o kadar net anlatılmışken kitabın çıkış noktası Abdullah, Peri ve babalarının kopuşlarından sonraki hayatları üstünkörü anlatıp geçmiş. ( Not:Bu kısım spoiler içerir.)  Dış kapının mandalı sayılabilecek karakterin çocukluktan yaşlılığına neler yaptığını okuduğumuz satırlarda, çocuğundan ayrılmak zorunda kalmış bir babanın, her şeyi olan kardeşi kollarından çalınmış bir ağabeyin ne hissettiğine, o ölümcül darbeyi aldıktan sonraki yaşamına dair anlatılanlar o kadar yetersiz ki. Kitap bittiğinde her karakteri bir şekilde yerine oturturken onlara dair hisleriniz sallantıda kalıyor.

Benim umduğumu bulamamış olmam kitabın kötü ya da yetersiz olduğu anlamına gelmiyor elbette. Başta da belirttiğim gibi Hosseini için kalite çıtam oldukça yüksek. –Belki de hata yaparak- Değerlendirmemi  ilk iki kitabını baz alarak yaptım. Nazarımda onlara nazaran vasat, onların varlığını Hosseini tarzını bilmeden kendi içinde yorumlarsak kalbür üstü diyebiliriz.

Nihayet “Ve dağlar Yankılandı” derken Hosseini’den çok çok daha ince işlenebilecek ağır bir dramın ana unsurlarından ziyade yansımalarını okuduk , Hosseini kaleminin farklı yönünü gördük.

Devamını Oku

Yaşamak Direnmektir

Yaşamak Direnmektir
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Cemreler düşeli epeyce oldu. Nevruz’u da savdık artık rahatça bahar geldi diyebiliyoruz. Çiğdemler, erikler, portakallar bir bir çiçeğe durdur. Ortalık şölen yeri. Az biraz zaman sonrada buram buram portakal çiçeği koktu mu, değmeyin keyfimize.

Baharın sarhoşluğuyla yürüyorum. Başım hep yukarlarda, ağaçlarda, dallarda… Onları seyrediyorum. Baharı, manayı onlarda arıyorum. Onların güzellikleri üzerinden değerlendiriyorum günleri, dünyayı. Belki biraz romantik belki biraz toz pembe oluyor bakışlarım… Belki farkında oluyorum belkide olmuyorum ama o seyir anında mutluyum.
Sonra birden neden bilmem bir an başımı önüme eğiyorum ve işte o an kaldırımın kilit taşları arasından baş vermiş minicik ,miniminnacık -adını bilmediğim- sarı çiçeği farkediyorum. O an, ne dürttüde yere doğru baktım bilmiyorum. Ama her neyse farkındalığıma çağrı bıraktı onu biliyorum.
Kilit taşlar arasında minicik bir çiçek. Kendisini her an ezip geçecek binlerce adıma inat başı dimdik güneşleniyor. Direniyor. Yaşıyor…
İşte o an dallarda süzüm süzüm süzülen çiçekler nazarımda değer kaybetti. Tek dertleri hava muhalefetiydi, gerisi hikayeydi. Ama ya o minik sarışın? Orada var olabilmek için verdiği mücadeleyi bir kendi bir de yaradan biliyor. O taşların arasından hadi yeşerdi, çiçeklendi peki ya gerisi? Kaç zamandır buradaydı,kaç zaman daha burada kalacaktı? Muamma. Net olan güneşe dönük dik duruşu,yaşamak için direnişiydi.
Bakıldığında alelade bir çiçek. Peki ya hissettirdikleri, düşündürdükleri? O, minicik bedeniyle canına kast eden onlarca faktöre rağmen bunu yapabiliyorken biz kocaman kütlelerimizle neden pes etmiş ruh halindeyiz?
Yılgınlığımız, kırgınlığımız, umutsuzluğumuzuz, koyvermişliğimizle mi sürüp gidecek hep yaşam? Koca koca mutluluklar mı gerekti yaşıyorum demek için? Ya da yaşamak neydi? Onlarca soru dolanıp dururken işte o ilk bakıştığımız an, o minik sarışın o asil dik duruşuyla haykırdı unuttuğum(uz) belkide atladığım(ız) detayı “yaşamak direnmekti.”…
Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort