DOLAR 32,5055 -0.12%
EURO 34,7782 -0.5%
ALTIN 2.495,390,45
BITCOIN 20728290,40%
Ankara
20°

PARÇALI BULUTLU

04:46

İMSAK'A KALAN SÜRE

Sibel Karakuş

Sibel Karakuş

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Erdemliler Hareketi

Erdemliler Hareketi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ak Parti’nin yola çıkış noktası ve kendisine biçtiği rol Erdemliler Hareketi…

Şimdi yeniden Bismillah derken; takınılacak tavır, niyet ve umutların ötesinde, yaşanmış 16 yılın tecrübeleriyle daha net ve açık olmalı. Yılların getirdiği alışkanlıklar gözden geçirilmeli, hataların kaynağı araştırılmalı, hangi tavır ve davranıştaysa değiştirilmeli ki, daha doğru ve güzele hızla yol alınsın.

Erdemlilik olgusu, ete kemiğe bürünüp her partilinin omuzlarında hassasiyetle taşıdığı bir mükellefiyet olmalı…

Recep Tayyip Erdoğan’a ve onun davasına gerçekten gönül vermiş milyonların,  Ak Parti’den beklentisi kurulduğu günden bugüne oy potansiyeli ile birlikte katlanarak çoğaldı.

Bu davanın ismindeki ‘’kalkınma’’ evet bir kesim için hızla gerçekleşti ama tabana tam anlamıyla yansıyor mu? Tartışılır. Adalet ise üzerinde bin bir şaibenin dolaştığı bir alana dönüştü maalesef.

Güven ve samimiyet bütün sosyal ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturur. Güven varsa üzerine bir şeyler inşa edebilirsiniz. Türk Milleti’nin Recep Tayyip Erdoğan’a güveni, inancı ve samimiyeti tamdır.  Lakin Ak Parti için bunu söyleyebilir miyiz bilmiyorum. Kamu görevlileri, adalet sistemi, yerel yönetimler, parti yönetimleri… İşte tüm bu alanlarda güven ve samimiyet kaybı var ne yazık ki!

 Ak Parti’nin kurumsal yapısı içinde şaibeli kişiler ve durumlar can sıkıcı boyuttadır. Bunun onlarca sebebi vardır. Bu sebepleri sorgulamak, sonuçları irdelemek Ak Parti’nin şu an samimiyetle ve ivedilikle yapması gereken şeydir.

Yorgunluk vardır elbet… Ancak yorgunluktan çok Ak Parti’nin değerler sisteminde büyük bir kayma yaşanmıştır. Erdemli ve sağlam değerlerle yola çıkan Ak Parti yeniden Bismillah derken, Medeniyetimizin temelini oluşturan, kadim değerlere bağlı bir tavır ve hizmet anlayışını ısrarla benimsemelidir.

Eğer Ak Parti’nin değerleri milli ve toplumsal değerlerimizin dışına çıkarsa veya önüne geçerse işte bu yıkımın başladığı nokta olur. Dava mı mühim davacılar mı? Şu an karar verilmesi gereken konu budur. Bu yolda davayı unutup, kendi ikbalinin derdine düşen herkes bir bir ifşa oldu ve elendi… Bunu görüp kaynağında engelleyebilirseniz işte o zaman ‘kurumsal ve geleneği olan bir partiyiz’ diyebilirsiniz. Yoksa her gün başka bir partilinin derdiyle uğraşmaktan milletin derdine sağır, kör ve dilsiz olursunuz.

Makam ile görünür olan değil, makamı görünür ve çalışır hale getiren insanlar; partiyi kendi hedefleri için amaç edinen değil, millete hizmet etmek için araç edinen insanlara ihtiyaç vardır. Bunu umut edenlerin desteklediği R.T.Erdoğan, Ak Parti’yi yeniden bu noktaya taşıdığı anda, yeni bir şahlanışla  2071 hedeflerinin çok üzerinde başarılara ulaşacağından şüphe duymuyorum.

İhtiyacımız olan Güven, samimiyet ve ihlaslı gayret…

16 yıldır yaşanmış tecrübeler ışığında doğru insanlar ile daha sağlam daha güçlü daha büyük işler yapılacaktır muhakkak.

Siyaset dışı girişilen her saldırıdan alnının akıyla çıkan Ak Parti ne yazık ki şu an Osmanlı İmparatorluğu’nun akıbeti ile yüz yüzedir. Dışarıdan yapılan politik ve askeri hamleler, içeriden devşirilmiş hainlerin ihanetleriyle saldırıya maruz kalmakta…

İşte tam da bu noktada, Erdemli ve adaletli bir duruş sahibi, yüreği milletine hizmet aşkıyla çarpan genç ve yürekli kadrolar büyük hedefler için kaldıraç görevini üstlenecektir.

Teşhisin konmuş olması, problemin çözüldüğü anlamına gelmese de çok büyük bir adımdır. Bunun ardından çok kritik bir süreç yaşanacaktır. Bu süreçte bir süredir oluşmuş olan Ak Parti aristokrasisi yerleşmiş alışkanlıklarından ve etki alanlarından vazgeçmemek adına (bilinçli veya bilinçsiz) direnç gösterecektir.  Son dönemde tanık olduğumuz birçok olayda etki alanını genişletmek adına yapılan tercihler, toplum vicdanında ve seçmen nazarında geri dönülmez hasarlara neden olmaktadır.

“FETÖ ile mücadele etmek adı altında kendi hegemonyasını oluşturma gayreti” Ak Parti’nin içinde oluşmuş kanser hücresidir.  Eğer müdahale edilmez Ak Parti aslına rücu etmezse Hz Süleyman’ın kıssasındaki gibi; öldüğü halde onu ayakta tutan asasının (DAVASININ) içinin kurtlar tarafından kemirildiğini anladığımızda çok geç olacaktır.

Pir Sultan’ın da dediği gibi:

“Her ağacın kurdu özünden olur, yiğidin kemliği sözünden olur…”

 

Devamını Oku

Yedi Düvele Rağmen !

Yedi Düvele Rağmen !
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yedi düvele rağmen, Türkiye bir kez daha kazanmıştır. Tam bağımsız bir ülke olma yolunda fikrini ve iradesini çok yüksek bir katılım oranıyla sandığa yansıtmıştır. Cumhuriyet tarihinde ilk defa, milletin seçtiği Meclis tarafından hazırlanan anayasa değişikliği kabul edilmiştir. Bundan öncekilerin hepsi darbeciler tarafından kurulan “kurucu meclis”lerin hazırladığı darbe anayasaları idi.

“Hayır”cı kesimin, vesayet odaklarının, aynı zamanda Avrupa’nın  “Tek Adam” vurgusunun altında yatan asıl gerçek, vesayet prangasından kurtulan Türkiye’nin güçlü bir lider ile yapabilecekleridir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun üç kıtada hüküm sürmesini sağlayan şey; imanlı, ihlaslı, İlâ-î Kelimetullâh idealinin peşinde koşan tek adamlardır. R.T.Erdoğan böyle bir lider olduğunu tüm dünyaya kanıtlamıştır. Bunu gören kadim Anadolu insanı, hür ve tam bağımsız bir devlet için başkanlık sistemini onayladı.

Türk milletinin güçlü bir lider eşliğinde, nasıl bendine sığmayıp taştığını, çağlar kapatıp çağlar açma potansiyeline sahip olduğunu bilen Avrupa ve şer odakları bunu engellemek için her yolu denedi ama başaramadı.

Şu da acı bir gerçek ki; Türkiye düşmanlarının bile gördüğü gerçeği göremeyen,  %48’lik bir kesim olduğu ortaya çıktı.

Tanzimat Fermanıyla başlayan manevi ve kültürel değerleri yozlaştırma hareketleri, bir süre ikinci Abdülhamid Han (Allah(c.c.) ondan ebeden razı olsun) sayesinde engellense de, daha sonra İttihat ve Terakki eliyle devam etmiştir. Kadim Osmanlı Medeniyeti yok sayılmış, inkar edilmiş Avrupa’ya benzeme sevdasıyla kültürel ve ahlaki manada değerler inkar edilerek, altı asırlık medeniyet mirası küçümsenerek, kötülenerek hatta  yok sayılarak sistematik bir şekilde toplum mühendisliği uygulanmıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan Cumhuriyet çocukları, Atatürk’ten başka ata, cumhuriyet tarihinden başka tarih, avrupalılaşmadan başka ideâl tanımaz olmuştur. Osmanlı medeniyetinden ve başarılarından bahsedildiğinde bunu Cumhuriyet düşmanlığı olarak algılama eğilimindedirler.

‘Hayır’ kampayasının savunacak başka bir argümanı olmadığı için, maalesef kampanya bu tez üzerinden yürütüldü. Dünya siyasetini ve reel politikaları doğru okuyamayan, yürütülen bu kampayalardan etkilenen büyük bir kesim ‘hayır’ dedi.

Uygulanan toplum mühendisliği  ile ne kadar yok edilmeye çalışılsa da, Müslüman Türk toplumunu inançlarından ve köklü Türk islam medeniyetinden uzaklaştıramadılar. Belki belli dönemlerde zayıf ve güçsüz bıraktılar ama asla aradaki bağı koparamadılar. Şükürler olsun ki, son 14 yıldır yeniden kendini bulan ve güçlenen inançlı Anadolu insanı 16 Nisan 2017’de yeniden diriliş kapısını sonuna kadar açtı. Bugünden itibaren çok daha güçlü, kendi değerlerine sahip çıkan, özgüveni yüksek bir medeniyetin sahibi olarak yoluna hızla devam edecektir. Dünya üzerinde medeniyet diye yutturulan sahte insan hakları, uyduruk demokrasi  kurgularının aslında içlerinin ne kadar boş olduğunu yaşadığımız bu süreçte gösterdiği gibi, bundan sonra daha gür bir sesle haykıracaktır.Bütün mazlumlara şefkat ve merhamet elini uzatıp, zalimlerin karşısında da dimdik duracaktır.

Sonuç olarak aziz Türk milleti Başkanlık sistemini kabul ederek, siyasal anlamda iktidarı sandığa kilitlemiştir. Bundan sonra iktidara talip olanlar; güç odaklarını değil, milleti ikna etmek zorundalar…

Devamını Oku

Asılların (!) Hegemonyası

Asılların (!) Hegemonyası
0

BEĞENDİM

ABONE OL

satranc

.

Çoğumuz hatırlarız Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski başkanı Türkan Saylan şöyle demişti: “Biz asılız dolayısıyla bizim istemediğimiz bir şeyin olması mümkün değil!” Bu cüreti neye/kime güvenerek söylediğini bu günlerde net olarak görüyoruz. Biz dediği ve asıl kabul ettiği kesim küresel güçlerin içimize yerleştirdiği ve/veya içimizden satın aldığı ve Türkiye’de belli başlı köşe başlarına yerleştirdiği kriptolardı. Bunlara hain demek anlamsız… Bunlar karakol bekçileri… Dikte edilen emirleri yerine getirmek üzere vazifelendirilmiş emir erleri… Şimdi bu hadsiz tavrı nasıl kime veya neye güvenerek sergilediklerini anlayabilmek için bazı şeyleri daha iyi sorgulamak ve anlamak gerekiyor.

Yıllar boyunca tarih dersi diye birkaç savaş ismi ve birkaç tarih, mutlaka ezberletilen antlaşma maddeleri, tartışılmaz ve sorgulanamaz bir tavır ile bir askerin girdiği İnkılap Tarihi diye acayip bir ders ile zihinlerimize kazınmak istenen neydi? Koskaca Kurtuluş Mücadelesi’nde Mustafa Kemal ve İnönü dışında kimse yok muydu? Milli bir kahraman için neden koruma kanunu çıkartıldı? gibi zihnimize üşüşen onlarca soru…cevabını bilmediğimiz sorgulamadığımız… (Herkes kendi sorgulamasını mutlaka yapmalı bence )

Yıkılan imparatorluk ve kaldırılan halifelik ardından gelen yoksulluk ve açlığın kol gezdiği Anadolu halkına şapka giydiren, giymeyenleri meydanlarda astıran Şapka Kanunu, koskaca milleti bir gecede cahil eden, yazılı tarihiyle bağlarını koparan Harf Devrimi…

Küresel güçlerin yönetmenliğini yaptığı, oyuncularını şahsen kendisinin seçip yetiştirdiği, sömürge sisteminin revize edilmiş halini perdeleyen bir tiyatro oyunuydu. Bu oyunun en mühim kuralı ne oyunun ne de oyuncuların fark edilmemesiydi. İşte bu oyunun son sahnesi 15 Temmuz’da oynandı. Sahne İstanbul, sahne Ankara, sahne TBMM idi.

Canımızı malımızı vatanımızı emanet ettiğimiz, vatan evladı bildiklerimiz; yolumuzu kesti, uçaklarla meclisimiz bombaladı, Boğaz köprüsünü işgal edip, Ankara’nın göbeğinde tanklarla göğsü iman dolu onlarca vatan evladını çiğneyip üzerinden geçti. Türk Milleti’nin vergileriyle alınmış F16’lara doldurdukları kiralık katillerle, Türk milletinin ilk defa kendi oylarıyla seçtiği Cumhurbaşkanı’nın peşine düştüler. Daha önce olduğu gibi bu sefer de kazanacaklarını zannederek yola çıktılar fakat hezimet oldu…

Türk Milleti bu vahim süreçte; gücünün, birliğinin ve beraberliğinin karşısında, hainlerin ne kadar aciz ve zayıf olduğunu gördü. Birlik ve beraberliğin ne kadar büyük bir güç olduğunu yeniden keşfetti. Bir felaket olarak planlanan 15 temmuz gecesi, asırlık gaflet uykusundan uyanış gecesi oldu… Vesayet oyununun bittiği, oyuncularının maskelerinin düştüğü gece oldu. Milli bayramda TRT ekranlarında oynatılan “Bir Millet Uyanıyor” filminin gerçekten yaşandığı gece oldu.

Sistem içindeki silahlarının bir bir etkisiz hale getirildiğini gören ‘ASILLAR’ (!) her türlü şer kuvvetle ittifaktan çekinmedi ve sonuç olarak 15 Temmuz kalkışması yaşandı. 15 Temmuz’un bedelini canlarıyla ödeyen şehit ve gazilerimiz şerri hayra çevirdi. Türk milleti dostunu düşmanını tanıdı. Başına geçirilmeye çalışılan tuzakları gördü. Ayağına takılmış prangaları fark etti.

Küresel güçler ve bütün piyonları ‘Hayır’ diyorsa, yılların teröristi PKK ‘hayır’ diyorsa yıllar boyunca inanç terörü yapan, Türk Milleti’ni aşağılayan küçük gören “Bu ülkede bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz” diyecek kadar hadsiz “ASILLAR” (!) Hayır diyorsa, yaşananları gerçek bir şuur bilinciyle değerlendirmek ve partiler üstü milli bir duruş sergilemek zorundayız. 248 şehit ve 2000’in üzerinde gazi ile büyük bir imtihan vermişken kimsenin kişisel çıkar ve ikbal saikiyle hareket etme lüksü yoktur. Millet olma bilici ve şuurunu şimdi göstermezsek, Mısır, Libya, Suriye’den sonra yıkılan kale Türkiye olur ve hepimiz bu yıkıntının altında kalırız.‘

Devamını Oku

Kadın ve 8 Mart

Kadın ve 8 Mart
0

BEĞENDİM

ABONE OL

8

“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde”

[ Ziya Paşa ]

.

.

“Dünya Kadınlar Günü” ya da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” her yıl 8 Mart’ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. Birleşmiş Milletlerin şu anki eylemlerine bakınca ziya paşanın sözüne hak vermemek elde değil… Kurulduğu günden bu güne, ne insanlarla ne de kadınlarla ilgili iyi niyetli hedefler gözettiğini düşünmüyorum.

8 mart; global dünyanın, toplumsal zihin ve algı yönetimi için kullandığı yöntemlerden birisi olan özel günler türetme mantığının ürünüdür. Gerçeğin üstünü şık bir ambalaj ile kamufle etme ve istenen algının oluşturulmasını sağlama metodudur.

Hepimizin dünya görüşümüzü belirlerken dikkate aldığımız referanslarımız vardır. İnanç sistemimiz, kültürümüz, ailemiz sosyal statümüz… Müslüman bir kadın olarak İslami bakış açısıyla baktığımda, kadınlar çalışmak zorunda değildir ve bunun için de yaratılmamışlardır. Kadının vazifesi çocuklarına annelik, kocasına da hanımlık yapmaktır. Kadının bütün ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu eşinde, eğer yoksa babası veya erkek kardeşindedir. Bu demek değildir ki kadın çalışamaz. Eğer isterse islamiyetin getirdiği kurallara uyarak (tesettür, mahremiyet gibi) elbette çalışabilir. Ama bu zorunluluk değil bir haktır. Kullanıp kullanmama özgürlüğüne sahiptir. Kur’an’a göre, kadın ve erkek birbirilerini tamamlayan varlıklar olarak yaratılmıştır.

İslamiyette kadının hakları sorumluluklarına göre daha fazladır. Bunun asıl nedeni aile hayatının kutsallığı ve ehemmiyetidir. Kadın ailenin temel taşıdır, gerçek sorumluluğu aile düzeninin korunması ve gözetilmesidir. Ailede annenin verdiği terbiyeyle çocuğun ilerideki şahsiyeti yavaş yavaş oluşmaya başlar. Bu yüzden Resulullah (s.a.v)  şöyle buyurmuştur: “Saliha bir eşle evlenmesi bir erkeğin saadetindendir.” Zira ailenin ve çocukların saadeti büyük ölçüde anneye bağlıdır.

Kadın ailevi sorumluluklarını yerine getirdikten sonra ilim öğrenme ticaret ve çalışma gibi dilediği alanda meşguliyet edinme hakkına sahiptir. Özellikle ilim öğrenme konusunda bütün müslümanların olduğu gibi kadınlarında mecburiyeti vardır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu konuda “Hikmet müminin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.” (Tirmizi, İlim 19)  “Kadın ve erkek her Müslüman’a ilim öğrenmek farzdır.” (İbn Mace,Mukaddime, 17) demiştir.

İşte islamiyetin kadına verdiği değer böyleyken global dünyanın sömürge sistemi içinde her manada sömürdüğü kadın için kutladığı 8 mart benim için bir göz boyama taktiğidir. Sonu gelmeyen tüketim kültürü içinde tüketilen ve sömürülen kadın, toplumun diğer kesimlerinide sömürmek için kullanılan bir obje haline gelmiştir.

Kadını anne olma vasfıyla lütûflandıran yaradan(c.c.) onun dünya ihtiyaçlarının sorumluluğunu erkeğe vermiş ki, insanoğlunu hakkıya yetiştirip, terbiye edip topluma kazandırsın.

Rahmetli Neşet ERTAŞ’ın dediği gibi “ Kadınlar insan, erkekler İnsanoğlu…”

Devamını Oku

Evet – Hayır Oy’unu

Evet – Hayır Oy’unu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

evet-hayirYıllar önce tek kanallı televizyon zamanlarında Erkan Yolaç ismiyle bütünleşen  Evet-Hayır oyununun tek kuralı, bu iki kelimeyi asla kullanmamak idi.

Malum muhalefet ve mevcut sistemin asil oyuncuları da; cumhuriyet tarihi boyunca çağdaşlık, gelişmişlik, demokrasi başlıkları altında millet adına aldıkları bütün kararlarda milletin fikir beyan etmesinden, evet ya da hayır demesinden hiç hoşlanmadılar. Suya sabuna dokunmadan, iktidara talip olmadan,  verilenlerle yetinip haddi olmayan konulara karışmadan, düşünmeden sorgulamadan yaşayıp gitmeliydiler. Ne zaman daha fazlası için talep, gayret ve niyet olsa, sistemin içine yerleştirilen çeşitli enstrümanlarla setler çekildi, engellemeler yapıldı. En zora girdikleri durumlarda darbeye başvurdular bu da yetmedi, milletin kendi iradesiyle seçtiği Başbakanı astılar!

Bu aziz millet her on yılda yaşadığı bu hizaya çekme operasyonlarında yüzlerce kurban vere vere artık iradesine ve seçtiği liderine sahip çıkmayı öğrendi.

15 Temmuz vak’ası işte bu operasyonların en fütursuz olanıydı, lakin bu sefer Türk Milleti kazandı. İşte bu kazanımı korumak ve sürekli kılmak için ayağımıza geçirilen prangalardan kurtulma vaktidir. Millet iradesini hiçe sayan darbe anayasasından kurtulup ilk defa TBMM tarafından hazırlanan  anayasa ve Başkanlık sistemine EVET demek, bu prangaları kırmak için atacağımız en önemli adım olacaktır.

Referandum sürecinin çok sıkıntılı geçeceği alenidir. Vesayet sisteminin değişmesini istemeyen ve ayak direyen bu oyuncuların  ‘amaca giden yolda her şey mübah’ düsturunu tercih ettiğini defalarca gördük. Algı yönetimi, bilgi kirliliği, hassas konularda kışkırtıcı tavır ve yorumlar, toplumun sinir uçlarıyla oynama bunların en hafifleri olsa gerek…

17-25 Aralık 2013 ile başlayan süreçte yaşadıklarımız, ismi konulmamış, tarafları çok net olmayan bir savaş… Düşmanımız sinsi ve namert…  İçimizden seçtiği ve beslediği piyonlarını ve kurşun askerlerini bir bir sahneye sürüyor. Her yeni günde bizden zannettiğimiz vatansever maskeyle dolaşan hainler ile yüzleşiyoruz.

Referandum gerçekleşesiye kadar daha çok, daha acı, daha ağır gerçeklerle yüzleşeceğiz. Hayatımız yaptığımız tercihlere göre şekillenir. 1960 darbesinde boyun eğmek bir terciht,i sonuçlarını acı şekilde gördük. 15 Temmuz’da ortaya koyduğumuz irade de bir tercihti. Anayasa değişikliği referandumu ile sistemdeki bu prangayı kırmayı ya da boyun eğmeyi tercih edeceğiz…

EVET dediğimiz takdirde TBMM iradesiyle hazırlanmış bir Anayasa ve Başkanlık sisteminin getirdiği sonuçları hep birlikte tecrübe edeceğiz. Aksi takdirde ise kendi kendimizi yönettiğimiz masalı ile uyumaya devam edeceğiz.

Aziz Türk Milletinin basiret ve ferasetiyle bu imtihandan da alnının akıyla çıkacağına inancım sonsuz. Rahmetli M.Akif Ersoy’un da dediği gibi…

“Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”

Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort