DOLAR 32,4839 0.08%
EURO 34,8161 0.1%
ALTIN 2.470,220,34
BITCOIN 1995481-3,81%
Ankara
21°

AÇIK

04:46

İMSAK'A KALAN SÜRE

Sümeyye Soylu

Sümeyye Soylu

26 Ocak 2024 Cuma

Hayat

Hayat
1

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanın kendi varlığını anlamlandırma gayesinin en temel meselesi ve sorusudur “hayat”. Ömrümüz boyunca hayatı anlamaya, anlamlandırmaya çalışırız. Beşer olarak geldiğimiz dünyada insan olmanın sırrına erebilmek için hayatın türlü çilesine katlanırız. Hayat her zaman insana huzur vermez, “hayatı yaşamak” için değil de “sürgününü tamamlamak” için yaşar kimi zaman insan.

Hayat, “beşer” ile “insan” arasındaki yolculuktur. Bir radyo sohbeti dinlerken düşündüm bunları. Dünyaya gelişimiz sebepsiz değildir, kaç âlem varsa onlar da sebepsiz değildir, yaratılmış tek bir varlık bile sebepsiz değildir. Beşer olarak geldiğimiz şu dünyadan insan olarak ayrılabilmek sevinçlerin en güzelidir. Çünkü insan “olunur”.  Olmak ise emek ister, meşakkatli ve zahmetlidir. Ya ziyan olursunuz ya insan…  Ziyan olanlardan, araya gidenlerden olmayalım.

Bir yolculuktayız. Yolumuzu kaybetmeden ve rotamızdan şaşmadan yolculuğu tamamlayabilmemiz için önümüzde ve etrafımızda yol işaretleri bulunuyor. Yolculuğa başladığımız noktayı da ulaşmak istediğimiz yeri de biliyoruz. Fani âlemdeki yolculuğumuzun nihayet bulacağı ölüm, dünyadaki son gerçeğimizdir. Musalla ise son durağımızdır. Sonrası ise insan olarak yapıp ettiklerimizin belirlediği, yolculuğun yeni evresidir. Nasıl başlarsak öyle devam eder. Dünya, ahiretin tarlasıdır. Ne ekersek onu biçeriz. Kötülük ekersek kötülük, iyilik ekersek iyilik hasat ederiz. Ahirete iman, dünya hayatımızın en önemli pusulasıdır. Bize daima doğru yönü, yolumuzu gösterir. Gaflet anlarında insana ölüm hakikatini hatırlatır, hesap gününü önümüze getirir.

Hayat, insana bahşedilmiştir; ömür ise emanet… Geldiğimiz, gördüğümüz ve gideceğimiz günlerden oluşan hayat kısa bir yolculuk. Geride hatıralar, sözler, izler kalacak. Ve ömür emanetine nasıl baktığımız, en önemli meselemiz olacak can kuşu bedenden çıkıp gidince.

Şimdi kendimize soracağımız sorular şunlar: Hayatla aramız nasıl? Yaşamaktan ne anlıyoruz? Ömür nasıl geçiyor?

Hayatla kavgalı olabiliriz. Ya da şu hayatta bir kavgamız olabilir. Biz, kavgası ve davası için bu hayatta olanlarız, dünyanın nimetlerine tamah etmeden, dünyalı olmadan gelip geçenleriz. Böyle olması için dua ederiz.

Yaşamak, nefes alıp vermek ise yaşadığımız o kadardır. Yoksa daha fazlasında gözümüz, gönlümüz yoktur. İnsanı, hayvandan ve ondan daha aşağısından ayıran budur.

Ömür nasıl geçiyor? İşte böyle geçiyor, her an bir yaprak daha düşüyor, her an bir tele daha ak düşüyor, her an bir sevinci, her an bir hüznü en ince yerimizde yaşıyoruz.

Burası bir imtihan yeri: işimizi yapacağız, sözümüzü söyleyeceğiz, sonra da ceketimizi almadan gideceğiz. Yolumuz açık olsun.

Devamını Oku

İmkân ve İnsan

İmkân ve İnsan
1

BEĞENDİM

ABONE OL

“İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam

Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı”

İsmet Özel’in “Amentu” başlangıcıyla yazıma giriş yapmak istedim çünkü bu söz zihnimin her zerresinde dönüp duruyor.

Eşref-i mahlûkat olan insan her türlü maddi değerin ve hesabi anlayışın üstündedir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanın emeği, gayreti ve bunların karşılığı dünyalık olamaz. Öyle olursa insan en büyük haksızlığa uğramış demektir. Söz etmek istediğim bir diğer husus ise, insanlar kullanılmak için değil değer verilmek içindir. İnsan bir eşya gibi imkân olarak görülmemelidir. Kuvvetinden, fikirlerinden, emeğinden istifade edilen insana verilecek karşılık en güzel karşılık olmak zorundadır. Hiçbir hesap yapılmadan, herhangi bir menfaat gözetilmeden yapılan işlerin karşılığı emeğe hürmet olmalıdır. Saygı gösterilmeyen emek, değeri bilinmeyen gayret israf edilmiş demektir. İsraf ise haramdır. İnsanı iflasa sürükleyen israf yerine insafı tavsiye ediyoruz. Ahlak da insana emanettir, emanete hıyanet etmeyelim.

İnsanız, bu bize bir mesuliyet yükler. Her birimiz üstlendiğimiz görevleri icra etmekle yükümlüyüz. Bunu yaparken elbette teşekkürü kuldan beklemeyiz. Buna rağmen karşımızdaki insanlar tarafından yetersizlikle suçlandığımız zamanlar olur. Kendisi bir iş başaramayacak olanlardan dünyanın lafını işitiriz. Dünyadaki her şeye olduğu gibi insana da imkân gözüyle bakanların vicdansızlıklarına maruz kalırız. Üzülür ve ziyan oluruz. Oysa emeğin hak ettiği tavır bu değildir. Emek saygındır ve hürmeti hak eder.

İnsanı ihmal eden, insana imkân gözüyle bakan her düşünce hastalıklıdır. Bağlı olduğumuz inancımızda ve mensubu olduğumuz medeniyetimizde insan en önde gelir, kadim devlet anlayışımızda dahi devletten önce insanı yaşatmak öğütlenir. Zira aileyi de toplumu da devleti de var eden insandır. İnsanın o ince yerine, gönlüne dokunan sözler, fikirler ve bakış açıları yaşamayı hak ederler. İnsanı yok sayan, emeğe saygı göstermeyen, bulundukları konuma nasıl geldikleri belli olmayanlara ise hak etmedikleri ihtimamı gösteren anlayışa biz de saygı duyamayız.

Yokuşları tırmanmadan tepeye çıkanlara burada ayrı bir parantez açmak istiyorum. Yokuş çıkarken yorulanların alın terinin, çabasının, azminin hor görüldüğü; buna karşın tepedekilerin konforunun saygı gördüğü bir düzen iyi olabilir mi? Bu, bir düzenin olmadığının, adalet duygusunun yok olduğunun acı bir göstergesidir. Adalet ise düzenin birinci şartıdır.

Çeşitli imtihanlarla sınandığımız şu kısa hayatta duamız; dünyaya meyletmemek, fani olana gönül bağlamamaktır. Bu dünyadan sadece geçtiğimizi unutmadan, burayla bağlar kurmadan ömrü tamamlamak en güzel yol azığıdır. Hesap gününde endişe değil gönül huzuru yaşamak en büyük dileğimizdir.

 

Devamını Oku

Yakını Görmek

Yakını Görmek
1

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsan, tehlikeyi her zaman uzaklarda aramamalıdır. Önemli olan insanın yakınını iyi görmesidir. Yakınından emin olmayanın, uzağından endişe etmesine gerek yoktur. Endişe edilmesi gereken, emin olunmayan o yakındır. İnsanın her şeyden önce yakınındakileri görmesi, bilmesi, tanıması, ona güvenebilmesi gerekir. İtimat başka türlü sağlanamaz. İnanmak ile güvenmek arasında bir fark olduğuna inanıyorum: Bir şekilde ikna olduğumuza inanırız ama güvenmek için ‘gerçekten inanmak’ gerekir. Bu nedenle bazı kişiler ile ilişkilerimizi ‘bir miktar uzaklık, biraz mesefe iyidir’ kaydıyla kurmalıyız.

Tanışmak ve tanımak arasında uzun ve meşakkatli bir yol vardır, bu yolda bir emek harcanmaz, zahmete katlanılmaz ve yakındakileri tanımak için bir gayret ortaya konulmazsa sonuçları üzücü olur. İbrahim Tenekeci ağabeyin “Tanıştık sevindik, tanıdık üzüldük.” dediği yerden… İnsan ilişkileri için bu tespit hepimize çok önemli şeyler söyler. Tanışmak ile tanımak arasındaki doğal süreyi kısaltmak mümkün mü? Bilmiyorum. Şu da bir yöntem olabilir; seyrine bırakmak ama kontrolü hiç kaybetmemek kaydıyla. Bu mümkün…

Uzağı seçememek bir kabahat değildir ama yakınını hiç görememenin bedeli ağırdır. Bu bedel her zaman gömleğimizin ön cebinde olmalıdır, onu gözden kaçıramayız. Bile bile kaçtığımız gerçekler, bir iken bin olur ve sonunda kaçamayacağımız acı sonuçlar doğurabilir.

Göz bozulur, bunun çaresi vardır fakat kalp daima korunmalıdır. Çünkü görme bozukluğu kalpte oluştuysa onun kolay kolay geri dönüşü olmaz. Aramızda sağlam bağlar kurduğumuz, sevdiğimiz insanları gerektiğinde uyarmak ve onlara kalkan olmak dostluğun gereğidir. Kendi kalbimizi hakikate kapatmamamız gerektiği gibi sevdiklerimizin kalplerinin hakikate kapanmasına da seyirci kalamayız. Mesuliyet işte burada devreye girer. Yakın saydıklarımızın, en yakınlarındakilerin gafletinden ve ihanetinden korunması bizim için bir görev olmalıdır. Ne pahasına olursa olsun bunu yapabilmeli, gerekirse kalbi yakınlık kurduğumuz o kişiye yakın gözlüğü olmalıyız.

Pek çok kişi gibi olduğumuzda dünya yolculuğunun bize kazandıracağı hiçbir şey olmaz, herkes gibi olduğumuzda hiçbir şey olamayız. İlla bir şey olmak istiyorsak işe ‘insan’ olmanın gerekliliklerini gözden geçirerek başlamalıyız, zaten bildiğimiz ama ihmal ettiğimiz kuralları yeniden hatırlayarak… Bunu bilmeli, karakterimizden ödün vermeden, ahlaklı tavrımızla farkımızı ortaya koymalıyız.

Devamını Oku

İnsanın İklimi Bozuluyor

İnsanın İklimi Bozuluyor
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Mevsimler değişiyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor, canlıların yaşam alanları daralıyor, biyoçeşitlilik zarar görüyor, bazı canlıların nesli tükeniyor, insanlık yangınlarla, sellerle boğuşuyor. Hepsi de kuşkusuz acil çözüm bekleyen ciddi sorunlar ama bunlar başka bir yazının konusu.

İhmal ettiğimiz önemli bir sorunumuz daha var: İnsanın iklimi bozuluyor. Güvendiğimiz dağlara kar yağmasını başka neyle açıklayabiliriz?

Aslında o dağın engebelerine, inişlerine çıkışlarına, sert rüzgârına, huzur veren havasına aşinayızdır fakat yine de insanı yorar, dağdır sonuçta. Dağın iklimine ve mevsimine de alışığızdır, etrafında çok gezinmişizdir, ona giden yolları ezberlemişizdir, düzlüğünde dinlenmiş, yokuşunda nefes nefese kalmışızdır. Gün gelip kar yağınca o dağ bize zor gelir, zorumuza gider. Yolculuk ağır olur ama en ağırı da o dağı hiç tanıyamamış olmamızdır. İnsanı işte bu yorar.

Demek istediğim şudur: İklimi değişmese, havası bozulmasa, insan hep insan kalsa içimiz böyle yara bere olur muydu? Geçmiş vakitte, “insanlar, insanlıktan uzaklaştıkça sancısı bizi vuruyor.” demiştim, yine aynı kanaatteyim. Keşke insan, hep insan kalsa…

Savaşları, fokları, ekonomiyi, buzulları, kendisini ilgilendirdiği için pek çok şeyi dert eden, gündemine alan ve çözüm üretmeye çalışan insan neden kendindeki bozulmayı bir kez olsun görmez? “Bozukluk” demiyor, “bozulma” diyorum çünkü bu durum sonradan oluyor, içten içe çürüme gibi. O kadar önemsiz ve ertelenebilir bir sorun mudur bu? Mükemmel bir yazılımla ilahi kudret tarafından insana yüklenen hassas ayar bozulunca âlemdeki başka hiçbir şeyden denge bekleyemeyiz. Bunun için insan bozulmamalı, insan duyarlı olmalı, kendisiyle bilmeli, bununla birlikte etrafını okuyabilmeli. Bu da ancak gönülle olur, insan gönlünü hakikate kapatmamalıdır. İnsanın kalbi merhamete uzak düşmemelidir. İnsan, insan olduğunu unutmamalıdır.

Kendinin farkında olmayan, sınırlarını bilmeyen insandır âlemin ahengini bozan… Savaşların, kıtlığın, açlığın, adaletsizliğin, zulmün sebebi o insandır. Gönül saraylarını yerle yeksan eden o insandır. Yıkmak kolay, yapmak zordur. Fakat Allah, insanı insana şifa olsun diye yaratmıştır. Yarasını sarsın, acısını dindirsin, eksiğini gidersin, kusurunu örtsün diye… Bir gönül yıkmanın neye karşılık geldiği insana öğretilmiştir, bundan imtina etsin diye. İnsan; kırıp dökse de onarmayı bilmelidir. Ağır sözlerinin altında ne kendisini ne de başkasını ezmemelidir. Peki, biz ne yapıyoruz? Yeni yaralar açıp yeni acılara mı sebep oluyoruz? Öyleyse kendimizi hesaba çekmeyi daha fazla ertelemeye hakkımız yok. Yüzleşmeliyiz kendimizle.

Kendimizi mükemmel göremeyiz, kusuru her zaman karşı tarafa yükleyemeyiz, karşımızdakinin de haklı olabileceğini ve hakları olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Kırmayı alışkanlık haline getiren kalp, gün gelir kararır. İnsanı insan kılan kalbimize bu kötülüğü yapamayız.

Son söz; kalbimizden kaçarak doğru yolda olamayız, yolu bulsak da o yolda kalamayız.

İsmet Özel’in şu cümlesiyle tamam olsun: “Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!”

Kalbinle yapacağın nice iş var…

Devamını Oku

Hakikat Meşakkatlidir

Hakikat Meşakkatlidir
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Hakikat meşakkatlidir. Anlatanı da dinleyeni yorar. Anlatanı yorar çünkü yalan kadar inandırıcı değildir, dinleyeni yorar çünkü gerçek daima ağır gelir. Gerçek; “ağır gelmek” yerine “ağır bassa” hesabımız daha doğru olurdu.

Doğrulara inanmayanlar, yalana prim yaptırıyor, bizim inanamadığımız da tam olarak bu. Bazen anlatırız, duyulmaz; gösteririz görülmez; mücadele ederiz, boşa gider. Ya da biz öyle zannederiz. Gerçeği duymak, hakikatle yüzleşmek neden bu kadar ağırdır? Oysa “buralar benden sorulur” dercesine ortalıkta adeta cirit atan yalana değil de doğruya yol açmamız gerekmez mi? Ne pahasına olursa olsun, insana yakışan budur.

Doğru, ortaya çıkmak için kendine uygun bir zaman kollarken yalan etrafına kattığı yolcularıyla dönüş yoluna geçiyor. Bu beni daima üzmüştür.

Bu meşakkate rağmen hakikatin safında, doğruluğun yanında olanlara ne mutlu. Gözünü ve gönlünü dünyanın hilelerinden uzak tutabilene ne mutlu.

Bir şey hem kolay hem güzel olamaz, biz zahmetli de olsa zorluğun ardındaki güzelliğe talibiz. Tomurcuk çatladıktan sonra çiçek açar ve etrafa güzellik saçar. Mücadele vermeden kazanılan, bize ait değildir, bir kazançta emeğimiz yoksa onu hak etmemişizdir. Hak etmediğimiz nimeti yiyemeyiz, helal rızık hassasiyetimiz burada devreye girer.

*

Ahlaki yükselişimizin önüne geçecek, bizi insan olmanın erdemlerinden uzaklaştıracak hiçbir yükselme iyi ve hayırlı değildir. Birilerine tutunarak, başkalarının sırtına basarak başımızın göğe ermeyeceğini bilmeliyiz. Yükselirken bile ayağımız yere basmalıdır, yükselirken alçalanlardan olamayız. Bir ayağımız pergelin ucu gibi hep sabit olmalıdır aksi halde çizgimizi kaybeder, rotamızı şaşırır, ne yapmaya çalıştığımızı biz bile anlayamayız.

Dünyada kaybetmekten daha kötüsünün ahireti kaybetmek olduğunu unutmayalım. Hayrı çoğaltmak için, nefsimizi ve çevremizdekileri kötülükten men etmek için sağlam bir iradeye ve mücadele azmine ihtiyacımız olduğu açıktır. Bazen sadece duruşumuzla ve suskunluğumuzla; bazen de sözlerimizle bu mücadeleye katılırız.

Sırat-ı müstakim; dosdoğru yoldur, hak ve hakikatin yoludur, istikamet sahibi olanların yoludur. Bu yoldan saparak yolumuzu bulamayız. Dünyada iken bu yoldan şaşanların ebedi kalacağımız ahiret yurdundaki mekânı güzel olur mu?

Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort