“Kurtuluş İstasyonunda Konuşmalar” yedinci röportaj…
Röportaj: Esra Ekinci
Konuk: Kader Karakaş
Ey Rabbimiz, bize işimizde bir kurtuluş yolu hazırla*…
Sizi uzun bir röportaj bekliyor. Çünkü sorudan kısmadım. Çünkü, Dünya, öyle çok yönlü kuşatıyor ki bizleri, bu kuşatmayı kaldırmamız lâzım. Bu konuşmalar biraz da bunun çabası. Konuklarım çok kıymetli gençler. Genç demek ise hazine demektir. Şimdi gündem hazinelerimizin altın değerinde sözleri.
Kendimi evvela edindiğim kitapların ilk sayfasına yazdığım her açtığımda hatırlatmasından huzur bulduğum ‘acz bir kul’ notu ile tanımlamaya çalışabilirim sanırım. Kitabı alırken dahi “Kayyum” ismine muhtaç olduğumuz Allah’ın aciz kullarıyız her birimiz. Ben de onlardan bir tanesi olmaya çalışıyorum inşaAllah.
Çocukluğumdan eğitim hayatıma, sosyal etkinliklerden medreselere şu ana kadar olan hayatımı Ankara’da yaşadım. Altı kişilik bir ailenin dört kızından en küçük kız çocuğu olarak dünyaya sevk edildim. Üniversiteye kadar bilinçli olmasam da annemin duaları, Allah’ın takdiri ile sınırları aşmadan yaşadım. Üniversite ikinci sınıfta iken hayatı ve yaşantımı sorgulamaya başlayıp yaşantımın, kimliğimde yazan ‘’dini: Müslüman‘’ kısmıyla birebir örtüşmediğini fark ettim. Sonrasında arkadaşlar, İslami kurslar, kitaplar, konferanslar gibi vasıtasılar ile daha çok hakikatle buluşmaya başladım biiznillah. Bu süreçte çokça kurslara katılıp bazen de medrese hocalarından ders almaya çalıştım. Yeri geldi kütüphaneye kapanıp sayfalar arasında bildiğimi zannettiğim aslında bilmediğim mutlak yaratıcıyı idrak etmeye çalıştım. Ve sonunda hepsini bir arada bulacağım bir yere sevk edildim. Şimdi elhamdülillah Mahmudiye Vakfı İslami İlimler Merkezi’nde okuyorum.
Arkadaş benim için önce paydaş sonra yoldaş anlamına geliyor. Ortak hedefleriniz varsa muhakkak aynı paydadasınızdır ve yoldaş olursunuz. Çünkü bir insanla sizi bir araya getiren ortak bir gayeniz veya nedeniniz yoksa pek de arkadaş kalınmıyor. Kalınsa da tesirli olmuyor. Her alanda olmasa da dünya hengâmesinde nefsen zayıf düştüğümde, kendimi aciz hissettiğimde silkeleyip kendine gel diyen, nasihatlerle uyanmama vesile olacak olan yoldaşları ve paydaşlar kriterim oluyor.
Olabildiğince Allah’ı hatırlayan ve hatırlatan insanlarla bir arada olmaya çalışıyorum. Dünya gerçekten çok cazibedar. Bu cazibedarlıkta ayağımın kaymaması Allah’ın hikmeti. Sonra da muhafaza ettiği kulları olan arkadaşlarım ve arkadaş ortamlarım. Aynı ortamda konuşmadan hâl dili ile bile Allah’ı hatırlatan ortamları ve arkadaşları tercih ediyorum.
Genç kardeşlerimin çok vakti var sanırım.:) Nazarlar farklı yerlere kaydıkları anda beraberinde ayaklar da kayıyor. Günde kırk defa Allah’tan sıratı müstakimi istememiz hikmetsiz değil kesinlikle. Bana göre Müslümanlar genç veya yaşlı gölge gibi yaşamalı. Yani dünyada sabit varlığı olmadan, bağlanmadan, cismen değil kalben yaşamalı.
Farklı eğilimler, meselâ; tesettürlü kızların açılması ve diğer hareketlerin yaygınlaşması içler acısı bir durum. Ümmetin gençlerinin bu hallerde olması gelecek adına “bizler neslimizi nasıl yetiştireceğiz ne suretle koruyacağız” düşüncesine sevk ediyor. Sorunun kaynağına nokta atışı yapamayız, birden fazla belki de sayılamayacak neden sunulabilir. İçi doldurulmamış sadece kılık kıyafet üzerinden anlatılan bir İslam aksettiriliyor gençlerimize. Taklidi iman aşılanmış lakin tahkikiye geçişte bir sıkıntı var. Bir de bir Müslümanın yaptığı bir hata veya yanlış İslam’a mal ediliyor. Gençlerde de haliyle soğukluk ve doğru kaynaktan beslenememe sonucu kopmalar meydana geliyor. Bunlara ilaveten gece gündüz durmadan ümmetimizi zehirlemeye çalışan tehlikeli güruhlar da var.
Bi arkadaşımla yakın zamanda neden bu halde gençler sorusunun üzerinde konuştuğumuzda ortak vardığımız bir karar olmuştu. Tesettürlü kızların açılması, deizm ve feminizm gibi hareketlerin yaygınlaşması, namazı kılmakta gevşeklik, cinsler arası ilişkilerin seviyesizleşmesi vb. durumların artmasını en son, anneye bağladık. Anne, sadece bir çocuk değil; bir toplum yetiştiriyor. Lakin günümüzde anne evde değil, evde olduğu sürede de çocuğu ile vakit geçirecek ne takati ne de sabrı kalmış oluyor. Çocuğunun yanlışını doğrusunu takip edemiyor, edemediği gibi nelerle meşgul olduğunu bile bilmiyor. Hatta bir tanıdığımız çalıştığı için çocuğunu sadece haftada bir görüyordu. Bu süre zarfında çocuğu herkes kendi fikriyatına göre yetiştirmiş oluyor. İnternet, kreş, bakıcı, anneanne, babaanne… ekleme çıkarma yapılabilir. İçlerinde zararı yok denecek kadar az sadece anneanne, babaanne var. İnternetin de kontrolsüz kullanımı ve özendirici şeylerin olması şu anki vahim durumu harlıyor.
Zamanı doğru şekilde kullanamama enerjileri bitiyor. Nureddin Yıldız hoca bir sohbetinde telefonun bizim istediğimiz saatte bile uyumamıza izin vermediğini söylemişti. Bu, beni çok etkiledi. Sadece alarm kurmak için bile telefonu elinize aldığınızda ve bıraktığınızda ne için aldığınızı bile unutturacak bir mekanizma. İçeriğinde gördüğümüz her şey de şahsiyeti, karakteri, kimliği ve hatta yemek yeme alışkanlıklarını bile etkiliyor. Gerçek dışı bir özentiliği yansıtıyor. Anne babaya hatta büyüklere bu konularda çok iş düşüyor. Sıkıcı olmayan İslami muhabbetlerin olduğu ortamlar inşa edilmeli, evde yoksa bile çocuklar ya da gençler için ilgilerini çekecek şekilde ortamlarda kimliklerinin ve kişiliklerinin oluşumuna destek olmalı, akıllarındaki sorular hakikatle cevaplanmalı.
Büyüklerle muhabbet etmeyi çok seviyorum o yüzden burayı pas geçebiliyor muyum acaba? 🙂
Kendimden büyük bir insandan muhabbetle, sohbetleri ile aldığım lezzeti bazen yaşıtlarımdan alamıyorum. Ben büyüklerle konuşmaktan zevk alıyorum. İletişim konusunda somut örnek olan bazı yıpratıcı konuşmaların sebebinin daha çok, biz gençler ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Adalet kavramını yanlış anlayarak işe başladığımızı düşünüyorum . Adalet, mutlak eşitlik değildir. Erkeklerle mutlak eşitlik derdine düşüldü. Yaradılış olarak da eşit olmamız mümkün değil. Bizler adalet adı altında eşitlik kavgasına düştüğümüz için, iki cinsin arasında uçurumlar oluştu. Fıtratlarımıza aykırı düşünce ve isteklerimiz var; bu da tabi ki çatışma ortamı oluşturuyor. Fıtratlarımıza dönmeliyiz. Bu da İslam’ın kadına ve erkeğe verdiği değerle mümkün olabilir.
Her genç gibi bende düşünüyorum tabi ki 🙂 Lâkin vakti kaza olana kadar kendimizi olabildiğince doğru kaynaklardan beslememiz gerektiğini düşünüyorum. Bu ümmetin kadınlarına çok iş düşüyor. Aynı şekilde hem eş hem paydaş olacak insanlara ihtiyacımız var. Yükümüz İslam, yükümüz ağır, yükümüz şerefli..
Günümüzde yeni oluşan ailelerde çatlaklar çok fazla. Beklenti yüksek evliliklerin, dünya üzerine kurulu evliliklerin kısa süre sonra bittiğini duyuyoruz. Çok üzücü. İnşaAllah toparlanacağız.
Üzülerek 10 üzerinden 5 diyebilirim. Aynı çizgi ve yaşantıda olmadığımız ama bazen de aynı çizgide olduğumuz insanlardan duyduğum sözler beni bu nota sevk etti. Müslüman elinden ve dilinden emin olunulandır. “Bir de namaz kılıyor bir de Müslüman olacak, yaptığına bak” gibi söylemler sosyal hayatta çok da başarılı olamadığımızı gösteriyor. Bizler her defasında emin olma durumunu önce karşımızdakilerden bekledik. Mum yanmazsa aydınlatmaz. Evvela bizler böyle olmalıyız ki İslam’ı şerefi ile taşıyabilelim. En büyük ihmalimiz en iyi olduğumuzu düşünmemiz olabilir mi acaba? Hem insanları hem kitapları. Bilemiyorum.
Üzücü bir durum tabiki. “Banane” ve “sanane” diyen insan ne kadar mutlu olabilir ki. Bunu söyleyen yalnızlığı bir krallık sanan olabilir. Allah ayrı ayrı gezegenlerde yaratmadı bizleri.Toplum içinde yaşıyoruz ve bu, sanane bananecilik en çok insanı yorar, yıpratır. Her zaman bir başkasına muhtacız. Bu söylemlerle yaşam olmaz. Tevhidden uzaklaşmanın alametleri sanki biraz da.
Allah bir daha yaşatmasın. Lisede okuduğum dönemde başörtüsü yasaktı. Üniversiteye başlayacağım yıl okullarda serbestleşti. Elhamdülillah. Bu serbestlikle beraber gelen vazifelerde de serbestlik ve gevşeme oldu. Acaba o süreçleri yaşamış insanların bugün örtüleri nasıl? Hayat standartları yükselirken, aşağı düşen gayeleri mi oldu? Zorluk içerisindeyken daha mı ihlaslı hareket ediliyordu? Yokluktan mı verildi onca mücadele de varlıkta unutuldu? Bunları bir süredir kendime de soruyorum. Eskiden başörtüsü için mücadele vardı şimdi dışarı baktığımda aman Allah’ım diyorum ( yazmak istemiyorum, umarım anlamışsınızdır.)
Yapamıyoruz sanki. Biraz karamsar oldu kabul ediyorum. Çizgimizi koruyamıyoruz her iki alanda da, ya dağ başında yalnız yaşayan insan gibi toplumda kalıyoruz ya da siyasette ki şahısları putlaştırıyoruz. Devlet yönetiminde Efendimiz (sav)’in devlet yönetme metodu ve halk olarak da sahabe yaşantısı metodunu izlemediğimizden sarsılmalar yaşıyoruz.
Ya şuncusun ya buncu. Birilerinin yanlışını söyleme hakkımız kesinlikle yok beraberinde tasvip ettiğimiz kısımlarını da söyleyemiyoruz. Birbirimize tahammülümüz yok. Maalesef hemen bi tarafa damga yapıştırılıyor. Kardeş kardeşe parti patırdı yüzünden küsmüş yıllarca konuşmuyor. Düşünceye saygı duyulmuyor. Oysa dünya bir gölgelikti. Dinlenip gidecektik. Değer mi geçici şeyler uğruna küslüğe. Düşüncemiz düşünceden öteye geçemiyor.
cemaat: ümmet
radikal: gelenek-görenek
modern: çağdaş
terör: silah
fıtrat: Yaradılış
istişare: sünnet
bereket: tanımlanamaz 🙂
küresel: tüketim
şehadet: nasip
konfor: rahatlık
itidal: Kur’an
teşhir: acı kayıp
moda: esaret
teslimiyet: islam
kariyer: duygusal tatmin
Bu cümleyi ilk, bakış açımız ve yaşantımız birbirimizin kıyısından bile geçmeyen ablamdan duymuştum. Garipsemiştim. Sonra hak vermek zorunda kaldım. Böyle olmamalıydı. İslamı hak ettiği şekilde temsil etmeliydik. Bizler menfaatler ve dünya hırsı yüzünden taşıdığımız kimliği unutuyoruz. Belki de unutturuluyoruz. Ölümü de… Kabir ziyaretlerini artırmalıyız. Kabristanlarımız şehir merkezlerinden çok uzak artık. Zihinlerde her dem taze ölüm ve ahiret düşüncesi olmadan tesir etmemiz çok zor. Önce kendi alemimizi düzeltmeliyiz. Her şeyi başkalarından beklersek olmaz. Vakit daima ilerliyor ve daralıyor. Bizler Hasan El Bennaları beklemeyip hepimiz Hasan El Benna olmalıyız ki toparlanalım.
Ötekileştirme. Maalesef kendinden olmayanı kabul etmeme hastalığı var bizlerde. Ya senin cemaatinden olacak ya partinden ya da düşüncenden. Mutlak doğru bizmişiz gibi yaşıyoruz.
Bir olan Kur’an-ı Kerim ne zaman hayatlarımızdaki zirvede tek olursa işte o zaman bizlerde ‘bir’ olacağız.
Asrımızda en aktif yol sosyal medya ile sanırım. bu kanalı kullanarak, daha sonra imkanı olanların gitmesi ile, ülkemizde bulunan diğer ülkelerin vatandaşları ile muhabbet kurarak.
Müslümanlar birbirini ciddiye almıyor ki.. 🙂 bir bananeciliktir bizlerde almış başını gidiyor. Allahu alem.
Kaybediyoruz.. bizler alim zatların annelerinin topuklarını dahi görmediğini duyarak, okuyarak büyüdük. İlim talebeleri hafızalarında yer etmesin diye mezar taşlarını bile okumuyorlardı. Hafızamız sosyal medyadaki olay döngüleri ile dolu. Bir arkadaş rüyalarına bile girdiği için sosyal medyasını kapatmıştı.
Şimdi insanların en özel halleri bile özel değil.
İşlerine gelmiyor olabilir mi? Birlik ve beraberlik olacağı için, mazlumun yanında olmamızdan, kalabalık olup ses çıkartmamız hoşlarına gitmemesinden bu seçicilikleri. Medyanın ne kadarı bizim? Ne kadar İslam adına çalışan yayın organı var? Kendi çıkarları için arz talep durumuna izlenme oranına göre yayın yapıyorlar. Yada izlenmesini istemedikleri için yapmıyorlar. Yapılan yayınların da kaçta kaçı gerçeği yansıtıyor meçhul.
Ben iyi bir sinema izleyicisi olmadığım için çok da konuşmasam güzel olacak. sinema sever olarak kendimi tanımlarım sadece 🙂
Namaz ile.. bir ezan sınırsız dünya koşturmacamızda bizi kendimize getiren bir uyarı. Namazı işlerimize göre değil de işlerimizi namaza göre ayarladığımızda günde 5 defa ardı arkası kesilmeyen dünya işlerine bir dur diyebiliyoruz. Bu Allah’ın sınırlarıdır. Ve dünya ne kadar sınırsız olursa olsun önceliklerimizi Allah belirler.
Kur’an esas, sünnet usüldür bizler için. Onlara da sıkıca sarılarak dünyanın kıymetini düşürebiliriz. Yukarda da dediğim gibi dünya çok cazibedar, bizi ancak İslam ve hududullah korur.
Abdullah b. Ömer(ra), Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ve günümüz insanından Muhammed Emin Yıldırım
Üzüldüğüm durum ‘tahammülsüzleşen ve duyarsızlaşan insanların her geçen gün artması.
Efendimiz sav “öfkelenme” diye emir buyurmuş ve ne yaptıysa “hilm” sayesinde yani yumuşaklığı ile yapmış ve öyle de görüp muamele etmiştir. Tabi ki insanız. Muhakkak öfkelendiğimiz şeyler vardır; lakin okuyucularımızın aleminde olmayan üzücü durumların alemlerini meşgul etmesini istemem. Ayrıca genellikle tahammülsüz insanlar da bir nevi öfke var. bu öfke, üzerine gidildiğinde Allah ve Rasulü için değil nefsani boyutta. Allah Rasülü “kızma\öfkelenme” şeklinde emir buyuruyor. Bu sebeple yanıtta bahsi geçen durumu, öfkelendiğim değil de üzüldüğüm durum şeklinde ifade etmeyi daha uygun görüyorum. Öfke kelimesini demekten çekinmemdeki ikinci bir husus, bunun kınamak boyutu ile değerlendirilmesi ve öfkelendiğimi ifade ettiğim nokta ile imtihan edilme korkum.
Okumayı çok sevdiğim için bir an karar veremedim. Hangisi söylesem bir diğerinin boynu bükük kalacakmış gibi. Kitaplığımdan ilk gözüme çarpan, arkadaşımın hediye ettiği kitap ve beni etkileyen cümlesi:
Yalnızlığın İcadı/ Bülent Parlak
‘Ne kadar geç kalsak da kıyamete yetişeceğiz.’ ve ‘Gitmek asfalttan çok önce vardı’
Her insanın mahkeme-i kübradan haberdar, sinesinde hak ve hukukun her dem taze olduğu ve şahıslarda da adaletin tecelli ettiği bir dünya.
Kutsal topraklar ziyareti ve ilimle meşguliyet.
Allah beni nerede istihdam ettiyse oranın hakkını vermeye çalışıyorum. Bu yaşlarımızdaki kuvvet, heyecan ve idrak gelecek yaşlarda olmayacak yaşarsak tabi 🙂 bir gün kitap kaynaklarımız olmazsa diye gücümün yettiği Allah’ın izin verdiği kadar okumaya, öğrenmeye çalışıyorum.
Umarım cevaplarla sıkmamışımdır. Esra kardeşim böyle bir soru-cevaba layık gördüğün için Allah ebeden ve daima razı olsun inşallah. Selametle:)
Esra’nın notu: Kader kardeşime, kendisine iki dünyada da fayda verecek ilim ve amel, Rabbinden razı olmuş ve razı olunmuş, amel defterini sağından sunulmasına sebep olacak bir ömür dilerim.
*”Hani o genç yiğitler mağaraya sığınıp: ‘Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla’ demişlerdi.
(Kehf Suresi, 10)
SOSYOLOJİ
25 Nisan 2024FELSEFE
25 Nisan 2024FELSEFE
25 Nisan 2024MANŞET
25 Nisan 2024