DOLAR 32,4839 0.08%
EURO 34,8161 0.1%
ALTIN 2.470,220,34
BITCOIN 1995481-3,81%
Ankara
21°

AÇIK

04:46

İMSAK'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90

Deprem Kabusunda Bir Yedi Gün: Hatay Hatıralarım III

ABONE OL
6 Ocak 2024 14:13
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Sabah saatler 07.18’i gösteriyordu. Seslerden uyandık desem kesinlikle yalan olur. Çünkü yorgun düşen bedenlerimizin duyu organlarından duyum almalarına izin vermesi mümkün değildi. Arabada uyuyorduk. Gecenin zifiri karanlığı çökmeye başladığı andan itibaren çöken sadece karanlık değil; soğuk havalar da idi. Haliyle üşüyorduk. Üşüyorduk ama üşüyen bedenimize montumuzu, bulmuşsak battaniyemizi örtecek ellerimiz, kollarımız vardı. Peki, molozların altında ezilen onca insan hangi el ve hangi kol ile bedenlerini örtebiliyor diye düşünerek uyanıyorduk.
Alelacele toplanmıştı ekip. Sağ olsun o gün sıcak çorba verilmeye başlanmıştı. Haberi ilk duyduğumuzda içimizde buruk bir hüzün olsa da kurtarmaya daha bir güçle gideceğimiz için sevinmiştik diyebilirim. Kana kana içmek istedi bir an ruhum o çorbadan. Ne var ki psikolojik ağır bir baskı gibi üstümüze geliyordu ölüm. Ve biz ihtiyaç duyduğumuz o çorbayı bile rahat içemez olmuştuk.
Ekip, hazırlıklarını tamamladıktan sonra Defne ilçesi Yukarı Harbiye Mahallesinde canlı insan var ihbarı almıştı. Ne var ki şebekeler çekmiyor, iletişim neredeyse ağır yara almıştı. Defne İlçesi Yukarı Harbiye Mahallesinden motosikleti ile gelen bir adam, orada halkın büyük kesiminin yardım beklediğini ve hala sağ olanların çoğunlukta olduğunu söylemişti. Bizler, ayarladığımız iki ekiple malzemelerimizi alıp bölgeye intikal etmiştik. Yolda bir yandan aracımızla ilerlerken diğer yandan yer yer yollara dökülmüş moloz yığınlarına şahit oluyorduk. Ölüme uzanan sokaklarda ilerlerken çalı çırpı, çer çöp ne varsa bulduklarından ateş yakan, buldukları varillerin etrafında saf tutan gözleri ağlamaktan yorulmuş, yürekleri dağlanmış depremzedeleri görmek mümkündü. Etrafı varillerden yayılan islerin, dumanların kokusu sarmıştı. Yıkıntıların arasından yükselen tozlar, yakınlarını kaybedenlerin feryatlarına tutunarak göğe uzanıyordu.
Mahalleye girişte bir adam karşımıza çıktı. Harbiye’nin yoksulluğunun en derin izleri yüzüne yansıyordu. Yönünü Hatay’a çevirmişçesine uzanan uçsuz bucaksız moloz yığınlarına bakıyordu. Üzerinde solarak griye dönmüş ceketi, yıllar yılı eskimeye yüz tutmuş süveteri, kemer bulamadığından olsa gerek ipliklerle bağlı pantolonu ve ayakkabı mı yoksa çıplak ayakları mı karar veremediğimiz ayakları ile aracımıza yanaştı. “Bak Abe, bak! Bak halimize… Çocuklarım, akrabalarım ölüyor Abe…” dedi ve günlerdir su yüzü görmemiş ellerini bize göstererek mahalleyi işaret etti. Yüzündeki sakalları, molozlardan kaynaklı çizikleri örtse de perişanlığını hiçbir şeyin örtemediği bu adamın gösterdiği yöne doğru sürdük aracımızı.
Dar bir yol, yola doğru yıkılmış genelde iki veya üç katlı evler ve yoksulluğun kendisini her alanda hissettirdiği taştan, kerpiçten o evlerde yaşam mücadelesi veren depremzedelerin haykırışları kulaklarımıza geliyordu. Aracı güvenli yere çektikten sonra malzemelerimizi alarak alana yöneldik. Eşini, çocuklarını ve hatta torunlarını kurtarmaya çalışan insanların koşuşturmaları yankılanıyordu sokaklarda. Bizlerse daha önce gelen bir ekipten bilgi almaya koyulduk ilk başta. Konuştuğumuz ekibin koordinatörü, yıkıntıların arasında çok insanın olduğunu, ciddi bir teknik desteğe ihtiyacın olduğunu belirtti. Bölgeye kepçe ve sismik cihazların bulunduğu ekip ile gıda desteğini talep ettik orada bulunan askerlerden. Kesici delici ekibimiz, araçlardan jeneratörleri indirirken, yıkıntılardan çocukların bile sesini duyuyorduk. Molozlara yaklaşırken sesler, daha da yakınlaşıyordu kulaklarımıza. Teknik ekiple planımızı yaparken, aracımızda bulunan gıda malzemelerini dağıtmak için üç kişi görevlendirdik. On beş kişi ile de enkaza müdahale edecektik. Yavaş yavaş, azami dikkat edercesine enkazda ilerlemeye başladık. En son köyde babama yardım ederken kullanmıştım kazmayı. Ama o gün daha bir aşk ve daha bir istekle çalışıyordum. “İnsanlar, ölüyor ve ben aşkla çalışmak zorunda” idim.
Derken aradan uzun zaman geçmişti. Yıkıntılar arasından geçerken, daracık evlerinde ne hikâyelerin yaşandığına şahit oluyordum. Yardım sesleri çıkarıyor, sessizliği sağlayarak dinleme yapıyorduk. Aldığımız bilgiler, bizi hedefe daha da yaklaştırmıştı. Bir teyzenin sesi geliyordu bize. “kurtaracağız annem, lütfen biraz daha dayan…” diyor, pusuda bekleyen bir asker gibi gözlemliyorduk etrafı. Bir duvar vardı aramızda teyzeyle. Depreme dayanamamış ama kurtarma çabalarımıza amansızca direnen bir duvar. Hilti delemiyor, kesici kesemiyordu. Kepçe ise henüz bulunduğumuz yerde yoktu. Diğer ekipten koordinatöre, zaman kaybetmemek adına en hassas yerden delik açalım önerisinde bulundum. Haliyle fikrim kabul gördü. Açabileceğimiz en uygun yerden başladık çalışmaya. Bir yandan dur-dinle-kaz tekniğini uygularken diğer yandan teyzeye psikolojik desteğe devam ediyorduk. Bizi ayıran o duvara öfkem artıyor, daha bir azimle darbelerimi indiriyordum. Derken betonların arasına konulmuş incecik demirlere denk geldik. Kesici ile kesmeye koyulduk demirleri. İlerlerken bazen seviniyor, bazen de sevincimiz uzun sürmüyordu. Bu gayret, böylece sürüp gitmişti.
Uzun bir zaman sonra nihayet bir insanın geçebileceği büyüklükte bir delik açılmıştı. Ekipten tam teçhizatlı birini aşağı indirdik. Teyzenin kolu ve bacakları sıkışmıştı. İki kişi daha güvenli bir şekilde teyzenin bulunduğu yere indirilmişti. Teyzeye ilk müdahaleyi yaptıktan sonra sağlık ekiplerinin direktifleri çerçevesinde teyze yukarıya taşındı. Etrafta insanlar birikmişti. Sevinenler vardı, bizim de yakınlarımız kurtarılmayı bekliyor, lütfen bize de yardım edin diyenler de. Derken biz saatin akşamın dördü olduğunu çok sonradan duyduk. O gün üç ekip ile onlarca insan çıkarmıştık. Ama yüzlercesinin hala kurtarılmayı beklediğini biliyorduk.
Ölüm kokularının arasında koordinasyon merkezine dönüyorduk. Hayatımda ilk defa bir şehirde bu kadar farenin dolaştığına şahit olmuştum. Meğer ceset kokuları, onları kendine çekmişti. Bölgeye ekipler gönderildikçe müdahaleler daha da hızlanmıştı. Merkeze doğru yönelirken en çok sevindiğim husus ise yollarda her ilden plakanın olması idi. Sekülarizm ve kapitalizmin her acımasızlığına rağmen insanımız, kara gün dostu olduğunu her haliyle hissettiriyordu. Yolda alnımızda ter, yüzümüzde kir ve üzerimizde AFAD yazısını görenler, ellerimize sarılıyor; hiçbir maddi çıkar beklemeksizin yardım gönüllüleri olduğumuzu duydukça “ayaklarınıza kapanıyoruz Abe, Allah sizden razı olsun…” diyordu.
Devamı dördüncü yazımızda…

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort