DOLAR 32,3123 -0.01%
EURO 34,7297 -0.06%
ALTIN 2.421,90-0,05
BITCOIN 22810542,13%
Ankara
18°

AÇIK

04:56

İMSAK'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
İyi Ki Yaşadım Bunları

İyi Ki Yaşadım Bunları

ABONE OL
15 Mayıs 2018 21:24
İyi Ki Yaşadım Bunları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İşini gücünü bitirdi, pencereden dışarıyı izliyordu Fatma abla. Yüzüne nazarlık edasında yakışan mavi gözleri, her gülümsemesinden birer hatıra kalan yüz çizgileri, oyalı beyaz tülbenti ile… İşini gücünü o anlık bitirmişti, yoksa biter miydi dünyanın işi, biter miydi kadının işi… Her sabah herkesten önce kalkar, sofrasını kurardı, işe gidenleri işine, okula gidenleri okula yol ederdi. Kayınpederi salondaki kanepeye uzanmaya geçerdi ortalığı toplayıp yemeğini ocağa koyarken, görümcesi beklerdi sırasını sabah bakımı için. O sabahta kurabildiği düzeninin huzuru yüzüne yansırdı akabinde. Evin direği gibi değil de evdekileri, şükrüne sebep görüyordu. Elli yaşını da görmüştü, görümcesi de 40 yaşındaydı. 40 yıldır bedensel ve zihinsel özürlü yaşıyordu. Evin bereketiydi Fatma ablaya göre görümcesi Emine. Muhabbet kuşları gibiydi, karşısında ayna vardı, yürüyemediği için minderde oturup kendini seyredip konuşuyordu Emine kendi ile yanında, birisi olsun ya da olmasın. Üç yaşında bir kız çocuğu gibi.

Parti için ev ziyaretleri yaparken tanıdım Fatma ablayı. Dışarıdan bakınca, kaldırılamaz denilen yüklerinden yakınmadan tebessüm ediyordu. Nazarlık haline yakışan mavi gözleri ile “kaynanam da rahatsız idi, rahmetli olana kadar ona baktım” dedi gülümseyerek. Biz kapısını çaldığımızda bir yere gidecekti, toplantıları varmış, dersleri varmış, sohbetleri varmış. Girmeyelim dedik olmaz, giderim ben daha sonra dedi. Planları vardı ama esnetilebilir planlar. İlgiyi seviyordu, arada ziyaret etsin birileri; beni, kayınpederimi, görümcemi dedi. Çalsın kapımı birileri dedi. Sitede yeni yaşamaya başlamıştı. Sitede oturmaya alışmaya çalışıyordu. İnsanların ekseriyetle yoğun olmasını da anlamıyordu, karşı komşusunun bile kapısını çalmaya vakitleri olmamasını da… Gecekondudan gelmişti, evlerin kapılarının açık olduğu, güne komşu yüzüyle başlanan, en fazla iki katlı, tek konforun yakacak olduğu; bahçelerin, cici giysiler giymeyen ama yüzü gülen çocuk cıvıltısı ile dolu olduğu, meyve ağaçlarının şehirlerde barınabildiği nadir yerler…

Yarım saat oturduk, kayınpeder olan amca ile tanıştık, arada Emine sürüne sürüne yanımıza geldi. Bir kenarda oturmuş onları izliyordu Fatma abla. Neler görmüştü neler o nazarlık gibi mavi gözler. Ne kazıklar yemişti kim bilir çiğ süt emmiş insanoğlundan. Ne haksızlıklara uğramıştı kim bilir. Ne acımalara maruz kalmıştı kendi haline bakamayanlardan, ne kadar kadri kıymeti bilinmişti acaba?

Çocuklarının aman aman işleri yoktu, eve onlara yetecek kadar para giriyordu. Malum, zamanın beyaz Türkleri, servetine servet eklerken; makam mevkileri eşine dostuna saklarken, haline elindekilere bakmadan isyan eden orta direk üstü vatandaşlar, oy mu verilir bunlara deyip bir yandan bulunduğu sınıfın tüm nimetleri ile bocalanırken, Fatma abla sadece evinin içindeki huzura bakıyordu. Buzdolabının dolu olması, ocakta pişen yemeği olması yetiyordu ona.

Seviyorum ben devletimi, seviyorum ben cumhurbaşkanımı diyordu. Orta direk üstü vatandaşlar gibi oyum kıymetli hesabı yapmadan, elimden bir şey gelir mi edasında, dua ediyordu ülkesine. Verilenleri görüyordu sadece. Görümcesinin rahatsızlığı yüzünden bakım parası geliyordu eve, hasta bezi de veriyordu ona devleti. Beş on sene önce yoktu bunlar. Verilenlere nankörlük edemezdi, diyemezdi gördüğü haksızlıkları, ona verilenler varken. Kimi kime şikâyet edecekti.

Biz de onun gibi Allah’ın aciz kullarıydık, hükümettekilerde hatta cumhurbaşkanı bile öyleydi. Yaratıcı dururken aciz bir kulu aciz bir başka kula niye anlatacaktı. Aciz bir kuldan ne medet umacaktı. Derdini başkalarına anlatanların bir şey kazanamadığını anlayacak kadar yaşamıştı. Dert dinleyenlere değil, huzuru paylaşanlara ihtiyacı vardı. Derdi veren belliydi, derman da ondan gelecekti zamanı gelince, sabırla beklemesi gerektiğinin bilincindeydi. Derdini sadece rabbine anlatacak kadar tanımıştı dünyayı.

Gençti bir zamanlar bekârdı. Okula gidiyordu. Derdi, büyümek yetişkin olmaktı. Yetişkinliğe ulaşınca dünyanın değişeceğini hatta dünyayı kurtarılacağının sandığı yaşları olmuştu. Bir evi olsa hayallerinin olduğu yıllar. Bir tek yatağının, yıkamak zorunda olmadığı tabağının, tencereye nasıl girdiğini düşünmek zorunda olmadığı yemeğinin, kendi yaşlarda kardeşlerle anlaşılamaz sebeplerle zıtlaşmanın bunalmanın, nasıl ne ara yıkandığını düşünmediği çamaşırlarının olduğu yer baba eviydi. O evdeki nimetlerin en tatlı olduğunu, yıllar sonra anlayacağı yıllardı o yıllar. Sonrasında evlenmişti, kocası olmuştu, evi olmuştu onunda. Kocanın Türk toplumunda adının niye koca olduğunu anlamıştı en önce. Evinin içinde büyükler vardı, hastalar vardı en başta. Sonrasında, yıllara eklenen evlatları geldi dünyaya. Kendine bile bakmak zorunda olmadığı yıllardan koskoca bir eve bakabildiği yıllara geçmişti. Rabbim dağına göre kar veriyordu, bunu anlamıştı kendinden.

Evliliğin en büyük nimetinin evlat olduğunu anlamıştı. Nefsinden geçmişti, nesli için. Çünkü değerdi onları mutlu etmeye çalışmak. Ne tatlıydı evlat. Her hali umut, her hali bereket, her hali şükür. Eşi, dostu, konusu komşusu olmuştu, herkese yer bulurdu hayatında. Evdeki işleri, ona gideceği sohbetlerden önce yapması gereken ev ödevi gibi gelirdi. Ev ödevlerini yapar, sohbetine koşardı. Üç saat olsun ilim ile meşgul olmak, üç saat olsun Rabbinin ayetleri ile meşgul olmak, birilerine faydalı olmak nasıl bir huzurdu.

Yıllar ona 40’lı yaşlarını gösterdi. İnsanları bir başka insanın tanımasının imkânsız olduğunu anladığı yıllar. Güvenilir sandığı insanların karakterlerini gördü, üç kuruşa sebep. Derdini anlattığı insanların bundan keyif aldığını gördü. Ona akıl verenlerin en iyi yaptıkları işin akıl vermek olduğunu, kendilerine zerre faydaları olmadığını gördü. Bencil insanalar gördü mutsuz, tembel insanlar gördü umutsuz. Rabbinin varlığına şükretti sonra, arada ona yollanan melek halindeki, yüz güldüren insanları görünce.

Şimdi ellileri yaşıyordu. Olanı biteni kabullenip elindekinin en iyisini yaptığına kanaat edip, kendine huzur bulacak meşgaleler edindiği yıllar. Rahatsızlara bakmak daha kolaydı rahatsız olmaktan, dert dinlemek daha kolaydı dert anlatmaktan. Faydalı olmaya çalışmak daha kolaydı tembel olmaktan, bir şey yapmamaktan. Bunları anlaması 50 yılını almıştı. Bir dolu tecrübesi vardı. Ne güzeldi tecrübeleri, tıpkı yüzündeki çizgiler gibi.

50 yaşında insana, ne yakışır gülümserken kırışan yüz, teslimiyet dolu sözler, dua dolu, şükür dolu, hamd dolu bir dil. İyi ki yaşadım bunları, lazımmış bana bunları yaşamak diyebilmek.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort