DOLAR 32,5451 0.01%
EURO 34,9203 0.19%
ALTIN 2.429,590,27
BITCOIN 2061399-4,07%
Ankara
25°

PARÇALI BULUTLU

20:01

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Kurtuluş İstasyonunda Konuşmalar – I

Kurtuluş İstasyonunda Konuşmalar – I

ABONE OL
17 Eylül 2020 01:47
Kurtuluş İstasyonunda Konuşmalar – I
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Röportaj:Esra Ekinci

Konuk:Merve Eren Burkankulu

Ey Rabbimiz, bize işimizde bir kurtuluş yolu hazırla*… 

Sizi uzun bir röportaj bekliyor. Çünkü sorudan kısmadım. Çünkü, Dünya, öyle çok yönlü kuşatıyor ki bizleri, bu kuşatmayı kaldırmamız lâzım. Bu konuşmalar biraz da bunun çabası. Konuklarım çok kıymetli gençler. Genç demek ise hazine demektir. Şimdi gündem hazinelerimizin altın değerinde sözleri.

 

  • Kendini nasıl tanıtırsın?

Kul. 24 yıldır okuyarak, yazarak, çoğu zaman anlamaya çalışarak, belki anlayarak, belki anlatarak, bazen koşarak, bazen yavaşlayarak ama hep doğru safta olmaya çabalayarak imtihanı geçmeye çalışan bir kul. Yaptığım, yaşadığım her şeyde, ölüp gittiğimde ardımda bir mezar taşından fazlasını bırakmaya dertliyim. Bu çerçevede ilk 15 yılım ailemin yanında, nispeten durağan geçti, mücadeleye ve harekete çok da ihtiyacım yoktu. Doğru safta durmak, müstakim yolda olmak için annemden babamdan gördüğümü, öğrendiğimi yapmam yeterliydi. Denizden uzak, akvaryumda gibi. Sonrasında lise hayatımsa belki görüp geçirdiğim imtihanların en çetiniydi diyebilirim. Dünyanın bizden büyük, insanlarınsa kötü olduğuna belki ilk kez şahit olduğum, ilk kez o kötü dünya ile sınandığım, nerede durmam gerektiği konusunda şaşırıp kaldığım, düşe kalka geçirdiğim bir dönem. Bitirdiğimde ayaktaydım elhamdülillah. Sonraki 9 yılım, yani şuuruma şuur duruşuma duruş katmama vesile olan ODTÜ ile başlayan ve hâlâ devam eden üniversite hayatım, hep mücadele ile geçti, dertli geçti ve geçiyor elhamdülillah. Aktif üniversite hayatım boyunca çok farklı üniversite ortamında bulundum, bu dönemde kendime kattıklarım büyük oranda derslerden ziyade üniversite ortamlarından, kampüslerden, öğrencilerden, gençliğin, akademinin halinden, bir yandan da sivil çalışmalarda koşturup duran insanlardan gördüklerimleydi diyebilirim.

  • “Arkadaş”ın senin için anlamı nedir ve arkadaş ortamlarını hangi kriterlere göre belirliyorsun?

‘Arkadaş’ herkes olabilir. Sınıf arkadaşı, iş arkadaşı, yol arkadaşı gibi… Kısmen etki alanındadır; halinle, duruşunla, ahlakınla örnek olmaya bakarsın. Arada bir mesafe vardır, çizgileri sen çizersin; ‘davetçi’ olma sorumluluğunu hissettiğin müddetçe yakınlaşabilirsin. Tavizsiz kalabildiğince, tâbi olduğun o kırmızı çizgileri geçmediğin sürece aynı ortamlar mubahtır; zaten etkilenmeyecek, etkileyeceksin. Bir de ‘dost’ vardır; yoluna yoldaş… Kâlû bela tanışıklığı hissedersin bazılarında kimi zaman, ilk kez görüşüyor olsan da çok önceden tanışmış gibi. Kimilerinde Allah’ın “Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır, siz hayır işlerinde yarışın, Allah sizi toplar bir araya getirir” ayetini hissedersin; Allah bir araya getirmiştir sizi. Aynı dertlerle dertlenirsiniz; aynı pencereden, ‘ümmet’ penceresinden bakarsınız her şeye; birbirinizin hayrını, iyiliğini arttırır, ufkunu açarsınız. Aradaki o şiirlerce, nesirlerce, yıllarca, asırlarca tarif edilememiş muhabbeti ben de daha fazla tarif edemeyeceğim sanırım. Dost nimettir.

  • Kendini Müslüman olarak tanımlayan gençlerin zaman zaman farklı eğilimlerle gündeme gelmesi ve bu durumların gündem yapılması hakkında ne düşünüyorsun?

Afet. Çağın afetleri. Dünyanın kuşatması. Birilerinin, ekseriyetle bizden öncekilerin, bulunduğu yerde yapması gerekeni yapmamış olmaları sonucu hepsi… Dediğin gibi; dünya dört bir yandan kuşatıyor, kuşatmayı kaldırmamız lazım. İnşallah bizler bulunduğumuz yerde, yapmamız gerekenleri en güzel şekilde yaparız da bizden sonrakiler böyle afetler yaşamaz. Kulların kul olduğunu hatırlaması, Allah’ın sınırlarının egemen olması, dünyamızın tertemiz bir dünya olması, tertemiz kalp ve zihinlerle doğan çocukların tertemiz dünyaya gözlerini açması için çalışacağız. Karanlıklara kızmak yerine bir mum yakmaya bakacağız, umutla. Denemeye değer elimizden gelen her şeyi…

  • Bugün, kendini Müslüman olarak tanımlayan gençlerin enerjisini sömüren ve kimi zaman da şahsiyetini hedef alan şeyler sence neler?

Büyükler tarafından ciddiye alınmamak. Bilirsiniz “Biz de bir zamanlar sizin gibiydik” söylemlerini. Adaletsizliklere maruz kalmak veya şahit olmak… Hangi ideoloji olursa olsun adalet kaybedilince her şey kaybediliyor.

  • Büyüklerin gençler ile iletişiminde hangi üslup ve içerikler yıpratıyor?

Bir önceki soruya cevabıma tevafuk oldu 🙂 Ama cevabımı değiştirmeyeceğim. Bilirsiniz “Biz de bir zamanlar sizin gibiydik” söylemleri… Bu söylem inancı, umudu, gayreti, azmi her şey yok ediyor. “Biz de geçtik o yollardan”. Büyükler, dünyayı değiştirmek isteyen gence dünyanın değişmeyeceğini, dünyayı değiştiremeyeceğini söylemesinler. Bu tarz söylemleri duyunca dünyaya tertemiz bakan, umudu dünyalar kadar olan, dünyayı kuşatan bir genç duvara toslamış gibi oluyor. Demek ki bir şey değişmiyormuş diye düşünüp vazgeçebiliyor. Oysa derdimiz, hedefimiz zaferse de zaferden değil seferden sorumlu değil miydik? Sen seferde olmuşsun zafere erememişsin, beni neden seferden bile alıkoyuyorsun? Zafere erememiş, vazgeçmişsin; belki vazgeçmeseydin; umudunu, inancını kaybetmeyip o yolda devam etseydin muzaffer olacaktın. Belki ben vazgeçmeyeceğim…

  • Toplumda kadınlar ve erkekler arasında fay hattı oluşturulmasını ve bu hattın üç boyutlu derinleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsun? Ayrıştırma neden kaynaklanıyor?

Meselenin çözümü cinsiyet-şahsiyet ayrımını yapabilmekte muhakkak. Tesettür de toplumsallaşabilmemiz için var; kadının bedeninde, erkeğin de gözünde… Ama dedik ya; dünya bizden büyük. İnsanlarsa kötü, kulluktan uzaklıkları nispetinde. Ki şeytan da var, kıyamete kadar insanı, yani bizi, hepimizi azdırmaya yeminli ve de Rabbimizden izinli… Bu yüzden biz tesettürümüze sahip çıksak da harama kapı açacak, sınırı aşmaya sebep olacak her yolu da kapamalıyız. Tabii, modern dünyanın ve modern dünyadan -gizli veya açık- etkilenen insanların özgürlük algısı yanlış ve bu yanlış algı konunun anlaşılmasına engel… Bu yanlış algı bir kenara bırakılmalı. Kadının veya erkeğin değil ‘insan’ın mukaddes bir varlık olduğunu anlaşılmalı ki kadın erkekle, erkek de kadınla yarış ya da mücadele halinde olmasın. Allah’ın ayetinde Müslüman kadını ve Müslüman erkeği ‘birbirine veli ve yardımcı’ kıldığını söylediği bilinmeli. Kadının da erkeğin de ‘yaratılış kodlarına göre’ birtakım görev ve sorumlulukları olan birer ‘kul’ olduğu anlaşılmalı. Kadın da erkek de tesettüre iman etmeli ve riayet etmeli.

  • Bir genç olarak aile ve aile kurmak hakkında nedir düşüncen?

Yaklaşık 1,5 yıldır evliyim elhamdulillah, ilk olarak bunu belirtmeliyim sanırım.‘Dost’ tanımlaması yaparken yoldaş demiştim ya. Eş de ‘yoldaş’ın ileri düzey vuku bulmuş hali; yani öyle olmalı. Aynı dert, aynı gaye, aynı yol, aynı yön… Sonrası aynı yolda, yan yana, birbirinin hayrını, iyiliğini arttırmaya, hayatını kolaylaştırmaya dertlenen, bu uğurda fedakarlık yapmayı göze alan iki kişi. Hedefledikleri, istedikleri dünyayı ve sistemi önce kendi evlerinde yaşatıp yaşatmadıkları ile sınanan iki kişi. Hasan el-Benna’nın o meşhur sözü var ya; “Siz evlerinizde İslam devleti kurun ki, Allah sokaklarınızı İslamlaştırsın.” Bu şiarla yola çıkacaklar, sokaklara hâkim olmuş İslam devletine şahit olmaya özlem duyacaklar; ya şahit olacaklar ya da bayrağı evlatlarına, nesillerine devredecekler.Tartışılmaz ki aile kurmak, aile olmak sünnetullahta var olan, ihtiyacını Allah’ın yarattığı insanın fıtratına koyduğu bir mefhum. Dünya var olduğundan beri, dünyanın her yerinde var. İnsan olarak sınanmaya geldiğimize iman ettiğimiz dünyada da imtihanlarımız aile ile başlamış, aile ile devam etmiş, Âdem as’dan beri de böyle gidiyor. Dünyaya yani imtihana gözlerimizi ailede açıyoruz. Velhasıl, aile; imtihanın en ete kemiğe bürünmüş hali. Ki unutmamak gerek, varlığı da, yokluğu da imtihan olabilir.

  • Müslümanların sosyal hayattaki ilişkilerine, 10 üzerinden kaç verirsin? Hangi ahlâki değeri ıskaladığımızı düşünüyorsun? Ve en büyük ihmalimiz nedir?

Müslümanlara bakmayalım derim, üzülürüz, çok üzülürüz. Müslüman da insandır, imtihandadır, maalesef pek çok noktada da imtihanını kaybetmeye meyyal. Müslümanlara değil İslam’a bakalım. Kullukta da insanlıkta da ahlakta da karakterde de ölçümüze; Rasullullah’a bakalım. Sonra herkes o ölçüye göre kendini değerlendirsin. Rabbimiz de diyor ya ayetinde, “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın.” Kendimize bakalım, herkes kendine bakıp çeki düzen verirse toplum düzelir, dünya güzelleşir. Yine de hassaten açacak olursak sosyal hayattaki ilişkilerimiz maalesef komşuluk-akraba ilişkilerinden, ticari ilişkilere kadar her alanda zarar gördü, Müslüman olmanın gerekliliklerini yerine getirmiyor kimse ve ‘Müslüman olmak’ her alanda bir referans olarak görülmüyor artık. Öyle olmalı idi. Tanıdığımız, karşılaştığımız, bildiğimiz yüzümüzü güldüren güzel gönüllü Müslümanlar için 5/10 diyebilirim belki.Müslümanlar olarak ahlaki açıdan maalesef ‘emin olma’ sıfatımızı kaybettik. Müslüman olmak karşımızdakine güven verme sebebi olmalı idi. Elimizden de dilimizden de emin olmalı idi karşımızdaki, kim olursa olsun düşüncesi, meşrebi ne olursa olsun herkes. En büyük ihmalimiz de dünya-ahiret dengesi diye düşünüyorum. Dünyevileşme her sorunun başı çünkü. Olması gereken o dengeyi yakalasak her şeye bakış açımız değişecek, hesap kaygımız, cennet arzumuz daha çok ön plana çıkacak.

  • “Bana göre” anlayışının artmasını ve eleştiriyi reddeden “sana ne”ci ve “bana ne”ci bu günlerimizi nasıl yorumluyorsun?

Modern çağın yalnızlaştırdığı, bencilleştirdiği insanın geldiği nokta. Afet diyeceğim yine, çağın afetlerinden. Kur’an’dan uzaklığımız nispetinde uzak kaldığımız erdemler. Oysa bizim menfaatlerimiz bizden öte, benliğimizden âli olmalı. Çünkü biz “hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalı”yız. Hayra çağırmalı; emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker yapmalı; birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler olmalıyız. Allah bize rükû ve secde emrinden öte bir şey söylüyor; ‘rükû edenlerle rükûda, secde edenlerle secdede ol’ diyor. Bu noktada birbirimizden, beraber olduklarımızdan, tanıdıklarımızdan, takıldıklarımızdan sorumluyuz; budur ümmet olmak. Kendini önceleyen, ‘bana göre’ diyen, benliğini yücelten değil; Allah’a göre diyen, Kur’an’a göre bakan kimseler olduğumuzda mesele kalmayacak.

  • 28 Şubat gibi dönemleri yaşamış ve kamusal alanda var olmak konusunda mağduriyetler yaşamış bedel ödemiş Türkiyeli Müslümanların bugün, hayat standartları ve sahip oldukları imkânları göz önünde bulundurduğunda, kamusal alanda var olma deneyimlerini nasıl yorumluyorsun?

Bu soruya cevap olarak ilk önce derim ki; tarihimizden dersler çıkaralım, ibret alalım ama hep kafamız oraya dönük de yaşamayalım. Yoksa ölçümüz, kıyasımız o dönem olur. O zaman yaşadıklarımıza bakıp şimdi o kadar kötü bir durumda olmadığımızı görürsek bugüne tamam der, asıl olması gerekenden uzaklığımızı fark etmeden kabulleniriz. İdealimizi unutmayalım, kıyasımızı ideal olanla yapalım. Bu bağlamda şu an o günlere göre iyi bir konumda olabiliriz evet -hamd olsun- ama asıl arzumuz bu kadar değil ve maalesef kıyasımızı da 28 Şubat’la yaptığımız için daha iyiye yol alamıyoruz. İnsanın insan, erkeğin erkek, kadının kadın, çocuğun annesine ve annesiyle oyuna doyasıya çocuk kalabildiği bir düzen istiyoruz. İşlerin ehil olan verildiği, liyakat sahiplerinin yer aldığı, adil bir düzen istiyoruz. Mesai doldurmaya bakanların, maaşa gün, emekliliğe şafak sayanların değil, yaptığı işi dava olarak görenlerin olduğu bir düzen istiyoruz.

  • Müslümanların sivil kalma becerilerini ve siyaset ile ilişki biçimlerini nasıl değerlendiriyorsun?

Hayretle değerlendiriyorum. Siyaset düzen demek, anlayış demek, gidilen yol demek. Yeryüzünün en başarılı siyasetçisi bizim peygamberimiz. Hal böyle ilen nasıl siyasetten uzak kalabiliriz ki? Haktan yana olmak, hakkı hâkim kılmak en önemli şiarlarımızdanken nasıl olur da biz tarafsız kalabiliriz? Erbakan Hoca diyor ya “Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanı, Müslümanla ilgilenmeye siyasetçi yönetir.” gerçekten öyle oluyor. Suya sabuna dokunmayanlar, bir şeyler öncü olma derdi gütmeyenler, kendini ifade bile etmeyenler kaybolup gidiyor bu düzende. Diğer yönden de Müslümanlar olarak toplum bazında bize düşen ahlaklı olmak, ehil olmak; yöneticilerimizi de ahlaklı ve ehil olan kimselerden seçmek. Bununla beraber de yapılmasını istediğimiz şeyleri, yapılması gerekenleri hep başkalarından, başkanlardan, siyasilerden, yöneticilerden beklemeden üzerimize düşen ne varsa yapmak; elimizi uzanabildiği yerden geri çekmemek, haksızlık olan yerde susmamak, her konuda doğru yerde taraf olmak ve doğru bildiklerimizden kimsenin müdahalesi ya da etkisi ile vazgeçmemek.

  • Kelimelerini dediğimde aklına gelen ilk kelime?

cemaat: ümmet radikal: keskin modern: cahiliye terör: İsrail fıtrat: yaratılış istişare: şura bereket: rahmet küresel: evrensel şehadet: şahitlik konfor: cennet itidal: denge teşhir: sosyalmedya moda: geçici teslimiyet: kulluk kariyer: kadın

  • Muhammed İkbal “Müslümanlardan kaçın Müslümanlığa sığının” der. Sence de İslam’ın bir temsil sorunu var mı? Cevabın evet ise tesir eden bir temsil nasıl gerçekleşecek?

Müslümanlara bakmayalım, çok üzülürüz. Ölçü asıl olduğunda ve Müslümanlar o ölçü için çabaladığında mesele kalmayacak. Müslümanlara değil İslam’a bakalım; Asıl ölçümüze; Rasullullah’a bakalım. Herkes o ölçüye göre kendini değiştirdiğinde toplum değişecek, Müslümanlar güzelleşecek, dünya güzelleşecek.

  • Müslümanlar birbirinden neden kopuk?

Bir olamayışımızı, vahdetin gerçekleşememesini neye bağlıyorsun? Nasıl “bir” olabileceğiz?Çünkü modern dünya insanı bencilleştirdi, menfileştirdi, yalnızlaştırdı. Ulvi değerlerimizi kaybettik. Oysa önümüzde örneklik olarak kendinden önce kardeşini önceleyen bir nesil duruyor. Unuttuk, uzaklaştık. O nesle yaklaştıkça özümüze, fıtratımıza döneceğiz. Cömertlik, fedakârlık, diğergamlık, îsâr gibi ulvi değerlerimiz dirilecek. Kardeşliğimiz ve birliğimiz dirilecek.

  • İslam coğrafyaları ile tanışıklığı nasıl artırabiliriz?

Ümmet olma bilincine vararak, bu anlamda İslami şuur kazanarak… İslam’ı ve İslam kardeşliğini anlayarak… İnancımıza göre ‘bir bedenin uzuvları’yız diyoruz, nasıl bihaber olabiliriz ki birbirimizden. Mesele yine İslam’dan uzaklığımız yani…

  • Dünya, Müslümanları neden “tiye almıyor”?

Acı bir gerçek. Maalesef müslümanlar buna sebep oluyor büyük oranda. Geçmişimize sahip çıkmıyoruz; İbn-i Sina’larımız Avicenna, İbn-i Rüşd’lerimiz Averroes olmuş, Gazzalilerimizi anlamamışız. Geçmişe bakmadığımız gibi yarına da hazırlanmıyoruz. Dünyanın hasret duyduğu düzenin anahtarlarının bizde olduğunun farkında değiliz. İzzetimizi harcıyoruz. Bu noktada yakın bir zamanda okumuş olduğum Nedvi’nin ‘Müslümanlar’ın Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti’ kitabını tavsiye ederim. Kitabın sadece başlığı bile birçok şeyi ifade ediyor. Müslümanlar geriledi, kaybeden sadece Müslümanlar olmadı, bütün dünya kaybetti. Yalnız Batı ilmimize, âlimlerimize kadar kıymetli neyimiz varsa sahip çıktı, tabir-i caizse bizden aldığını bize sattı, satıyor. Kendimizle, birbirimizle uğraşıp durmayı bırakıp Müslümanca çabalamaya, medeniyetimizin hakkını vermeye bakmalıyız.

  • Müslümanların sosyal medya imtihanı… Teşhir konusundaki sınavı nasıl görüyorsun?

Sınav zor ve maalesef oltaya geldik. Sanal mecralarda hayatımızı günlük yaşadığımız hayattan farklı yaşıyoruz. Sınavı kaybetmiş olmak değil de sınav olduğunu fark bile etmemiş olmak çok kötü. Normalleşmesi, alışılması çok kötü… Bizim dinimiz hayatımızın her alanını düzenleyen bir din… Tabii ki sosyal medyayla, teknolojiyle ilişkilerimizi de düzenleyecek. Bu noktayı kaçırdık. Bu konuda Nureddin Yıldız’ın “İnternet Fıkhı” kitabını kesinlikle herkese tavsiye ediyorum. Maalesef hayatımıza bu kadar girmiş bu alanda yapılan çalışma pek yok. Bu kitap büyük eksik tamamlıyor.

  • Medya, yeryüzündeki zulüm ve adaletsizlikleri neden olduğu gibi göstermiyor ya da belli zamanlarda görünür kılıyor olabilir?

Medyanın algıda seçiciliği hakkında ne düşünüyorsun? Medyanın ahlakı var mı? Ahlakı ahlak mı? Medya kimin elinde? Kimin elindeyse onların ahlakıyla ahlaklanacak; onların penceresinden görecek, gösterecek tabii ki. Onların istediği zamanda, onların çıkarlarına göre, onların istediği kadar… Çünkü ahlakın olmadığı, insanın fıtratından uzaklaştığı, insan kalamadığı yerde menfaatler öne çıkar. Müslümanlar olarak pek çok şeyi kaybettiğimiz gibi medyanın gücünü de batıya ya da batı kafalılara kaptırdık ne yazık ki… Karamsar olmak istemiyorum ama gelinen nokta bu. İşin kötüsü bu alanda sayısı zaten az olan Müslümanlara da sahip çıkmıyoruz maalesef. Müslümanın gündemini medya belirlememeli, Müslüman kendi gündemini kendisi belirlemeli. Medyaya sahip olmalı ve medyaya da adil bir düzen getirmeli.

  • İsmail L. Çakan Bey sinemanın amacını, “bir gönlün İslam ile aydınlatılmasına vesile olmak” der. Bu anlamda düşündüğümüzde Müslümanlar sinemayı bir tebliğ aracı olarak kullanabiliyor mu, neler söylemek istersin?

Allah ondan razı olsun, zaten bizim her şeyde bakış açımız, amacımız “bir gönlün İslam ile aydınlatılmasına vesile olmak” üzere olmalı. Medyada da, sinemada da öyle muhakkak… Medya araçtır, silahtır, güçtür.Sinemaya İslami anlamda da hassasiyetleri gözeten, kıymetli yapımlar olduğu sürece gitmeye çalışırım. Bu çerçevede son iki yıl da sinemada izlediğim, başkalarına da tavsiye ettiğim film sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor maalesef.

  • Sınırlarımıza sadık kalarak sınırları olmayan bu dünyada nasıl ayakta kalabiliriz?

Allah’ın yardımıyla muhakkak… Buna gönülden iman edelim, Allah’ın yardımı gelir. ‘O dilediğini hesapsız rızıklandırır.’ İlkeli durduğumuzda kimi zaman kaybetmiş gibi görünsek de, asıl kaybımız ilkelerimizi kaybettiğimizdedir.

  • Dünya başımızı döndürecek kadar bizi etkisi altına almış iken, başımız dönmeden duruşumuzu nasıl sergileyebiliriz?

Dünyanın yalnızca geçip gittiğimiz bir yer olduğunu, asıl yurdumuza yol alıyor olduğumuzu unutmayarak… Dünyayı amaç değil araç bilerek… Dünya avuçlarımızın içinde olsun ama kalbimize inmesin asla, çizgimiz bu olmalı. Kalbimize sahip olmalı, kutsal dertlerimize sahip çıkmalı, sık sık niyet tazelemeliyiz.

  • Senin için güzel birer örnek olan üç kişi?

Elhamdulillah örneğimiz o kadar çok ki… Her biri birer kılavuz olan peygamberlerimiz… Meryem’ler, Hanne’ler… Firavun’un sarayında Asiye kalan kadın, Firavun’un sarayındaki kuaför, iman eden o bir avuç genç yiğit; Ashab-ı Kehf, Ashab-ı Uhdud’daki iman eden genç… Biricik önderimiz peygamberimizin elinde yetişen 23 yılda medeniyet inşa eden sahabe nesli… O günlerin havasını soluyan tabiinin… Zeynel Abidinler, Ömer bin Abdulazizler, Selahaddinler, Fatihler, Abdulhamidler… O günlerden bugünlere önden giden, davanın eri olan niceler… Allah hepsinden razı olsun. Yine de üç isim söylemem gerekiyorsa;Dava şuurunda, mücadelesinde ve hareketinde: Hasan el-BennaDünyaya ve insanlara karşı duruşunda, ilkeli oluşunda: Ebu Zer GıfariTeslimiyetinde, kulluğunun kalitesinde, anlık reflekslerinde: Ümmü Süleym

21. yüzyılı yaşayan biri olarak seni, ne öfkelendiriyor?

Müslümanların adeta zaman geçtikçe, araya asırlar girdikçe asr-ı saadetten, medeniyetimizden daha da uzaklaşıyor, değerinden kopuyor olan bu hali. Bu uzaklaşma, bu kopma bütün kötülüklerin, bütün adaletsizliklerin, bütün zulümlerin başı çünkü. Dünyanın bu berbat ve bedbaht halinin başı… Bizim kafamız batıya dönük yaşıyor, batının eline bakıyor olmalarımızın; üstelik bir de bunu fark edip harekete geç(e)miyor olmamızın temeli.

  • Okuduğun bir kitap ismi ve altını çizdiğin bir satır?

Yani hangi kitabı seçsem bilemedim, en iyisi şu an okuduğum kitaptan bir satır paylaşayım dedim. Hazır Ramazan arefesi; “Sezai Karakoç – Samanyolunda Ziyafet.” “Melekler ki, yemezler ve içmezler. Sanki hep oruçludurlar. Demek ki, oruçta meleklerden bir muhteva, bir varoluş taşıyan bir yan var. Onunla melekler arasında bir ilgi, onda insanı meleğe, yaklaştıran bir güç var. … Kur’an, namaz ve oruçta dirilen bir İslam insanı olmak: işte çağımız Müslümanının tek varoluş şartı. Orucun getirdiği yorumla dünyayı ve tarihi yeniden yorumlamak, zaptetmek, fethetmek, kurmak ve inşa etmek zorundadır çağımızın Müslümanı. Oruç bize bu misyonu yüklüyor.”

  • En büyük hayalin nedir?

Hayallerimin en büyüğü “cennet”tir şüphesiz.Hak edenlerden, kavuşanlardan oluruz inşallah…

  • Gençken yapılacak 2 şey?

1- Zamanın kıymetini bilmek ve hakkını vermek; zamanını ve gençliğini israf etmemek.

2- Kendinden sonrakilere daha iyi bir dünya bırakmak için ve hayatının ileriki zamanlarını daha iyi bir dünyada yaşamak için elinden gelen her şeyi yapmak.

  • “Huzur keşke dememektir” diye bir söz var. Öldükten sonra “keşke” dememek için bir genç olarak nelere dikkat etmeye çalışıyorsun?

Bulunduğum anı fark etmeye, farkında olarak; günü geldiğinde her anımın hesabının karşıma çıkacağını unutmayarak yaşamaya… Hesap kaygısıyla yaşamak ayakta tutar insanı. Ayrıca, kendimi tanıtırken “ölüp gittiğimde ardımda bir mezar taşından fazlasını bırakmak istiyorum” demiştim ya… Bu arzu beni harekete geçiriyor.

Esra’nın notu: Merve’ye ve ailesine, İslam’ın özlediği, dosdoğru bir temsiliyet sunan, cennetle muştulanan bir ömür dilerim.

*”Hani o genç yiğitler mağaraya sığınıp:’Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla’ demişlerdi.”

(Kehf Suresi, 10)

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort