DOLAR 32,3444 0.29%
EURO 35,1322 -0.02%
ALTIN 2.312,691,56
BITCOIN 22867632,58%
Ankara
19°

KAPALI

02:00

YATSI'YA KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90

Sosyo-Kültürel Ve Dini Açılardan Bid’at Ve Hurafeler

ABONE OL
25 Mayıs 2017 22:41
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Temel Kavramlar

A- Hurafe: Bu kelimenin “hrf” kökünden türemiş olduğu, sözlükte akla ve gerçeğe aykırı batıl söz anlamına geldiği, belirtilmiş olup cahiliye döneminde bir şahsın cinlerle ilgili olarak anlattığı ilginç olaylardan ortaya çıktığı ‘anlaşıl­maktadır.[1]

Hurafe kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte anlam olarak ona yakın olan “Esâtîr” kelimesi dokuz âyette geçmektedir.[2] Hadiste ise; Hz. Peygamber bir gece hanımlarına bir şey anlatınca içlerinden birisi, “Bu söz hurafenin sözü” dedi. Hz. Peygamber de “Hurafe nedir” biliyor musunuz? diye sordu ve şöyle dedi; O, Uzre kabilesinden bir adamdı. Cahiliye döneminde cinler onu esir almıştı. İçlerinde uzun zaman kaldıktan sonra onu geri gönderdiler. Cinler arasında gördüğü enteresan olayları insanlara anlatınca onlar da, “Hurafe’nin sözü” dediler.[3] Sonradan cahiliye döneminde cinlerle ilgili akla ve mantığa aykırı birçok abartılı ve masalımsı haberlere, zikredilen kişinin ismine nisbetle hurafe denilmiş böylece anlatılanların sahih bir temele dayanmadığı kastedilmiştir.[4]

İnsanoğlu hiçbir zaman bilgisiyle yetinmemiş ve devamlı bilgisinin ötesindeki bazı şeyleri merak edip öğrenmek istemiştir. Bu insanî eğilim, bir yandan bilimsel gelişmeyi sağlarken, diğer yandan birtakım bâtıl inançlar meydana getirmiştir.[5]

Kökleri eski kültür ve dinlere dayanan hurafe için farklı isimler altında değişik tanımlar yapılmıştır. Bu tanımlara göre hurafelere; bâtıl inanç, boş inanç, halk inançları, gibi isimler verilmiştir.

A.1- Hurafenin Tanımları

1- Korku, çaresizlik ve çağrışım gibi psikolojik nedenlerle beliren, geleceği bilmek isteğiyle bazı rastlantı benzerlikleri iyilik ya da kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren; bilimin ve geçerli bir dinin reddettiği, birtakım doğaüstü kuvvetlerin varlığını kabul eden, kuşaktan kuşağa geçen yanlış ve boş inanmalardır.[6] Bu etnolojik tanımdan da anlaşıldığı üzere, hurafelerin temelinde psikolojik sebepler yatmaktadır.

“Bilgi alanının dışında kalan ve gerçekle bağlantısı bulunmayan tasarımlara inanma… veya dini bilgilere karışmış boş inançlara denir”.[7]

“Nazarî veya tatbikî yönden aynı olan ilmî olmaktan uzak aklî kabule dayanmayan âdetler alışkanlıklar ve fikirler topluluğuna denir. Bu yönüyle eski zamanlardan beri hurafeler farklı milletler tarafından dinle irtibatlandınlmış ve dinle hurafeler birbirine karışmış, böyle olunca insanlar basit problemlerini halletmek için bile hurafelere sığınmışlardır”.[8]

“Hakikatin zıddı olup, aslı esası olmayan, uydurularak doğru inançlar arasına karıştırılmış, bazı zaman ve mekanların uğur veya uğursuzluğu ile ilgili abartılı hikâyelerdir. Bâtıl inanışlar ise; bu asılsız söylentilere inanmak ve gereğine göre hareket etmek demektir”.[9]

Bütün bu tariflerden sonra hurafeyi şöyle tanımlayabiliriz: “Korku, çaresizlik vb. nedenlerle uydurulmuş ve sonradan dine karışmış, gerçekle bağlantısı olmayan, aklî kabule dayanmayan ve geçerli bir dinin reddettiği yanlış ve bâtıl şeylerdir.

Bâtıl inançlar düşüncede, sosyal hayatta davranış ve kültürde ortaya çıkar. Sosyal vakıa olarak yaşayan bir dinin bâtıl inançlardan tamamıyla soyutlanabileceğini söylemek mümkün değildir. Çünkü bu inançlar hemen tüm dinlere sızmıştır. Bâtıl inançlar sadece din alanında da geçerli değildir. Siyasette, ideolojilerde, ekonomide, bilimde ve sağlıkta bu inançlara rastlanabilir.[10]

B.2- Hurafelerin Ortaya Çıkış Sebepleri

İslâm öncesi kültün İslâm’a taşınması

Uydurma hadîsler

Cehaletin yaygınlığı

Hurafelerin ortaya çıkışında etkili olan faktörler bölümünde bunlardan bahsedilecektir.

Hurafe kavramına yakın olan terimler ise şunlardır:

 

B- Bid‘at: Bu kelime “bda” kökünden türemiş olup, sözlükte örneksiz olarak yapmak, geçmişte örneği olmayan birşeyi ortaya koymak, icad etmek, inşa etmek gibi anlamlara gelir.[11] Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette bu sözlük anlamıyla yer almıştır.[12]

Bid’at ıstılahı olarak iki şekilde tarif edilmiştir.

1-        “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan her şeydir”. Bid’atı bu şekilde tarif eden âlimler günlük hayattaki gelişmeler ve yeniliklerle Hz. Peygamberin bid’atle ilgili hadîslerini uzlaştırmak için bid’ atı ikiye ayırmışlardır.

  1. a) Bid’at-ı Hasene: İyi bid’at, güzel bid’at demektir. Teşbih çekmek, teravih

namazım cemaatle kılmak gibi.

  1. b) Bid’at-ı Seyyie: Kötü bid’at demektir. Türbelere mum yakmak, bazı günleri uğurlu bazı günleri uğursuz saymak gibi.

2-        “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan her şeydir”. Bu tarife göre dinle ilgisi olmayan ilmî ve teknik yenilikler bid’at sayılmaz. Kanaatimizce en isabetli tarif de bu olsa gerek.

Bid’atler inanç, ibadet ve davranışlarda ortaya çıkmıştır. İbadet maksadıyla yemeyi, içmeyi, uyumayı ve evlenmeyi terk edip inzivaya çekilmek bid’attir. Dinin inanç ibadet ve muamelatla ilgili hükümlerine aykırı olan bu ve benzeri davranışlardan sakınmak, diğer insanları da sakındırmak gerekir.[13]

B.1- Bid’atların Ortaya Çıkış Sebepleri

İslamiyet’in kısa sürede sosyal ve kültürel yapıları farklı olan milletler arasında yayılması.

İslâmî esaslardan bazılarının yeni müslüman olanlar tarafından eski kültür mirasının etkisiyle yanlış yorumlanması.

Diğer millet ve kültürlerle olan sürekli temasların sonunda bazı yabancı inanış ve davranışların İslâm toplumuna girmesi.

Bazı hurafe ve önceki dinlerin kalıntılarının, İslam dininin safiyetini bozmak amacıyla kasten İslâm’a sokulması.[14]

Bid’at’ın tarifine baktığımız zaman dinde olmadığı halde sonradan ortaya çıkıp, dinin özünde eksiltme veya artırma sağlayan inanç ve uygulamaların reddedilmesinin gerektiğini anlayabiliriz. Hurafe’nin tarifine baktığımız zaman da aynı şeyi ifade ettiğini söylememiz mümkündür. Ancak halk inançları da denilen hurafelerin, düğünlerden ticarî davranışlara, güzel sanatlardan edebiyata geniş bir sahada etkili olduğunu söyleyebiliriz.

C- Esâtır: Bu kelime “yazı yazmak” manasındaki satr kökünden türeyen usture kelimesinin çoğulu olup, gerçeğe uymayan düzensiz, asılsız ve boş sözler anlamına gelmektedir.[15]

Esâtîr’in Yunanca ve Süryanice’de “tarih” anlamına gelen historia ve Storia’dan Arapçalaşmış istâr veya istârenin çoğul şekli olduğunu kabul edenler de vardır. Ancak câhiliye dönemi şiirlerinde satr kökünün kullanıldığı da bilinmektedir.[16]

Esatir Kur’ân-ı Kerîm’de ilkel topluluklar veya geçmiş milletler anlamına gelen evvelin kelimesiyle birlikte esâtîrü’l-evvelîn şeklinde dokuz âyette geçmektedir.[17] Bu âyetlerden anlaşıldığına göre Kur’ân’ı Hz. Peygamberinuydurduğunu, bu konuda başkalarının da kendisine yardım ettiğini öne süren inkarcılar, çok defa Kur’ân’m tamamına, bazan da insanların âhirette diriltilecekleri haberine “eskilerin efsaneleri” nazarıyla bakmışlardır.

Elmalılı’ya göre; Esâtîr’in asıl anlamı tarihler, esâtîr-i evvelîn’in anlamı ise eskilerin tarihi demektir. Ancak bunda tarih kelimesinin ifade ettiği vakit tayini mânası olmayıp, geçmiş zaman, önceki zaman mânası vardır. Dolayısıyla Esâtîr’i evvelin” tabiri, kelimelerin manasına bakarak türrehât, hurafeler demek değildir. Fakat esâtîr içinde birçok efsaneler bulunduğundan ve efsane halinde kaldığından türrehât ve hurâfât kelimeleri esâtîr-i evvelîn tabirinin bir gereği olmuş ve esâtîr kelimesi Araplar tarafından uydurmalardan (hurâfâttan) kinaye olarak kullanılmıştır. Bunun için sözlükte de esâtîr’in “Nizamsız kelâm” yani saçma söz manasına geldiği gösterilmiştir. Nitekim zamanımızda da tarih kelimesini boş şeyler manasına kullananlar vardır. O, tarihe karışmış, tarih olmuş denildiği zaman lafta kalmış, masal olmuş, namı payidar olmuş manalarına gelir. Bu sebeple Araplarca esasen “mestûrât-ı evvelîn” demek olan “esâtîr-i evvelîn” Türklerin masal, Yunanlıların misus, Frenklerin “mit”, dedikleri eski kahramanlık hikayeleri evvel zaman efsaneleri ve destanları olarak düşünülmüş ve uydurma hurafeler manasında kullanılmıştır.[18] Demek ki, esâtîr içinde birçok efsane ve masal olduğundan, dilden dile satırdan satıra geçerken de birçok asılsız bilgi karıştığından hurafeler manasına da gelmektedir.

Müfessirlerin çoğu esâtîrü’l-evvelîne önceki milletlere ait rivayetler anlamını vermiş ve bunlara kahramanlık hikayeleriyle tarihi kıssaların dahil olduğunu belirtmişse de, esasen esâtîr daha çok putperest kavimlerin tanrılarına ilişkin efsaneleri ifade eder. Bunlar hak dinden sapanların aslını değiştirerek ortaya koydukları bâtıl inançlar olarak da görülebilir. Esâtîr kelimesinin sözlükte gerçeğe uygun olmayan sözler anlamına gelmesi de bu görüşü doğrulayıcı mahiyettedir.[19]

Günümüzde pek kullanılmayan “esâtîr” kelimesi Osmanlılar zamanında da mitoloji karşılığı olarak kullanılmıştır [20]

D- Kült: Tapma, tapınma, din, dini tören, ibadet, ayin. Tanrıya, ilahî olana veya öyle kabul edilen varlıklara ya da tanrının özel sevgisine mazhar olmuş varlıklara gösterilen saygıya denir.[21] Bu saygı ve tapmış duayı, kurbanı ve belli âyinleri gerektirmektedir. Tapmaklar, toplantı evleri, kutsal alanlar, tepeler, mağaralar ve nehirler kült yeri olarak kullanılır. Kült için bayram ve tören gibi belli zamanlar seçilir. Kült için toplanmış bir cemaat ve cemaati yöneten bir lider bulunmalıdır.[22]

E- Mit: Sözlük anlamı; Tarih öncesine ait destansı ve masalsı hikaye, efsane, ustûre, hurafe demektir.[23] Terim anlamı ise, Dağaüstü varlıkları ve hayali olayları konu alan, bir toplumun yaşadığı olayların veya toplumun aile düzeni ve sosyal ilişkilerini temellendiren yapıların anılanın düşselleştirerek yansıtan edebiyat ya da halk anlatısı, efsane[24] anlamlarına gelir.

Hurafe ve ona yakın olan kavramları tanımladıktan sonra şunları söyleye­biliriz:

Hurafe’nin tanımında iki önemli şey dikkatimizi çekmektedir: a) Bilimin reddettiği, b) Geçerli bir dinin reddettiği doğaüstü kuvvetlerin, yanlış inanmaların, batıl inanç olduğu gerçeğidir. Prof.Dr. Hikmet Tanyu’da bu hususta bir makalesinde şöyle söylemektedir: “îki ölçü” 1- Çağdaş bilim ve bilimin verileri ile aklı selim. 2- Merî ve yurtta hâkim olan dindir”.[25] Umumiyetle hâkim ve geçerli bir dinle ilgisi olmayan ekseriya geçmiş ve batmış olan dini şekillerin kalıntılarından gelen, tabiatüstü bir yeri görülen inançlar ise hurafe olarak görülmüştür. Falcılık, yıldızcılık, uğur veya uğursuzluk, gizli şifa araçları, devler ve cinler korkusu, büyücülük işlemleri; gaibden haber vermek, sayı ve kelimelerle ilgili düşünceler, bâtıl inancın örnekleri olarak verilebilir.[26] Türkiye de ise İslâmî esaslara ve çağdaş ilme aykırı olan, ancak inceleme ve araştırma, objektif tahlil sonucu boş ve dayanaksız olduğu anlaşılan inançlar batıl sayılabilir.[27]

Dünyamızda gelişmiş ülkelerde eski ocak-ateş inancının değişik bir şekilde evlerde, dairelerde, özel şömineler halinde kullanıldığını olimpiyat meşalesi ve ateşi, kamp ateşleri ve fener alaylanyla geçit törenleri dikkati çekmektedir. Hâlâ eski inançlara ait birçok semboller toplumlarda yer almakta ve benimsenmektedir. Bankalar, okullar, dernekler; meşale, kandil, ağaç ve yonca şekillerine rağbet göstermektedirler. Noel zamanında süslenen çam ağaçlan ve böyle ağaçlan kutsallaştırmalar, bunlarla ilgili âyinler, evlerde bunlara en önemli mevki vermeler, onun çevresinde toplanıp noel ilahileri söylemeler hep eski inanç kalıntılarının canlılıklarını modern toplumlarda da devam ettirdiklerini göstermesinin yanında, hıristiyan olmayan toplumların ev ve mağazalarında da bu uygulamalar yerini almaktadır.[28] Bu ve bunun gibi inançlar, ilim ve geçerli din ölçüsü dahilinde avrı ayn incelenip ilim adamları tarafından değerlendirilerek halkımızın istifadesine sunulması hizmetlerin en yücesidir.

Bâtıl inançları tesbit etmede iki önemli kriteri ortaya koyduktan sonra genel anlamda inançlan dört maddede değerlendirmemiz mümkündür:

Faydası ve zararı olmayan inançlar.

İslâmî temelle ve ilmî verilerle çatışmayan, onlara aykın olmayan inançlar.

İslâmî temelle uzlaşıp kaynaşan ve hayatı manalandıran inançlar.

İslâmî esaslara ve ilmî verilere aykın düşen inançlar.[29] Bizim araştırmamız ekseriyetle son madde ile ilgilidir. Bu bilgiler ışığında şu neticeye varabiliriz:

Hurafeler geniş bir alanda etkisini sürdürmektedir. Esasen İslâm dininin esaslarına uygun olan inançlardan zamanla değişik kültürlerin de etkisiyle İslâm’ın özüne aykırı halk inançları da ortaya çıkmıştır. Örnek olarak Nazar inancı ve ondan korunma yollan îslâmî kaynaklara dayanırken daha sonra nazar boncuğu diye mavi boncuk ve nazarlık takmak, kurşun döktürmek gibi İslâm’a aykırı inançlar yayılmıştır. Bunun da temelinde İslâmiyeti bilmemek, cehalet ve bilgisizlik yatmaktadır.

Bu ön tespitlerden sonra hurafeleri ortaya çıkışlarına göre ve kabul edilişlerine göre iki kategoride inceleyebiliriz.

 

Hurafelerin Ortaya Çıkışında ve Kabulünde Etkili Olan Faktörler

I- Hurafelerin Ortaya Çıkışında Etkili Olan Faktörler

Bu bölümde hurafelerin kaynağım üç madde altında incelemeye çalışacağız.

A- İslâm Öncesi Kültün İslâm’a Taşınması

Dinlerin ve medeniyetlerin beşiği konumunda olan Ortadoğu tarihi ve kültürel zenginliğini asırlar boyu devam ettirmiş; semavî dinler de bu biri kimden etkilenmiştir.

Son ilahî din olan İslâmiyet gönderilmeden önce Konfüçyüs Çin’i medeniyetin zirvesine ulaştırmış, Hindistan’da Budizm ve Brahmanizm, Bizans’ta Hıristiyanlık, İran’da Mecusilik ve Mazdek dini hüküm sürüyordu. Zenginlik ve servet birkaç şahsın elinde dolaşıyor, her türlü ırk, renk ve dil ayırımı harpler ve anlaşmazlıklar sürüp gidiyordu.[30]

Hz. Peygamberden sonra İslam coğrafyası hızla genişlemiş bir taraftan Türkler İslamiyeti gruplar halinde kabul ederken, diğer taraftan yeni yeni yerler fethedilmiştir.

Yeni müslüman olan milletler asırların birikimi olan kültür ve inançlarını tamamen bırakamıyorlardı. Farklı din ve medeniyetlere ait olan bu değerler zamanla İslâm kültürü içerisine yerleşmiş, günümüze kadar da varlığını devam ettirmiştir.

En eski maddî kültürün kalıntılarını toprak altı muhafaza ederek günümüze kadar ulaştırdığı gibi, gelenekçi insan topluluğu da en eski manevî kültür kalıntılarını ruhlarının derinliklerinde koruyarak bugüne kadar getirmiştir.[31]

Umumiyetle bugünkü milletlerin hepsinde hurafeler vardır. Kutsal saydıkları dinlerine bile bu hurafeleri karıştırmışlardır.

Bir dinin ayın ve kuralları başka bir dine geçmediği halde hurafeler bulaşıcı hastalıklar gibi bir dinin mensuplarından diğer dinin mensuplarına kolayca geçmektedir. Meselâ, Kuzeydeki Şamanistler’in ağaç kültü Hıristiyanlar’a geçerek “Noel ağacı” adını almış oradan da İslâm alemine yayılmaya başlamıştır.

At nalını uğurlu sayma âdetinin de Türkler’e İtalyanlar’dan geldiği söylenmektedir. Ìstanbul “Ayazmalarını kutlu saymak müslümanlara Rumlardan geçmiştir. Bu hurafe Türkler’in eski dinlerindeki “Kutlu pınar” kültüne de uygun düşmektedir.[32] Örneklerde de gördüğümüz gibi bir din veya millete ait halk inançları diğer bir millete rahatlıkla geçmekte ve bu inançların birçoğu dinden kaynaklanıyormuş gibi telakki edilmektedir. Bu gibi halk inançlarının sirayetinde ve yaşatılmasında en önemli rolü câhil halk kitleleri oynamaktadır. Bu aşağı yukarı her millette böyledir.

1- Ateş Kültü: Ateş ilâhı ve ateş kültünün en yaygın olduğu yer, İran ve Hindistan olmuştur. Nitekim ateşin ilâhî bir güç olarak tezahürünü Hindistan’daki ateş ilâhı olan “Agni”de görmekteyiz. Aynı şekilde İran’daki ateş ilâh* ise “Atar”dır. Eski İran’da içinde kutsal ateşin yandığı ateşgede denilen tapmaklar bulunurdu. Eski Yunanlılarda da ateş kültü mitolojinin yanında filozoflar tarafından maddenin temel unsurlarından biri olarak kabul edilmiştir. Yine Hindistan’daki en eski geleneklerden birisine göre kızgın ateş üzerinden çıplak ayakla yürüyerek geçenin temizleneceği kabul edilirdi.[33]

İlâhî dinlerden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyette ateş kültü ile ilgili bir şey bulunmamasına rağmen zamanla diğer dinlerden sızmış ifade ve uygulamalara rastlanmaktadır. Meselâ, eskiden insanların öldükleri yerde ve mezarlarında ateş veya mum yakmak bir çeşit kurban sayılırdı. Bu uygulamanın ateşperestlikten kalma bir uygulama olduğu tahmin edilmektedir.[34] Tedâvî ile ilgili tütsü, kurşun dökme, dağlama vb. uygulamalarda isimlerinden de anlaşılabileceği gibi ateş kültü ile ilgili olup, temeli ateşperestliğe kadar uzanmaktadır.[35] Bu ve benzeri uygulamalar günümüzde de halk arasında yaygın olarak uygulanmaktadır.

Eski İran inançlarının izi olarak yayılmış bir bereket inancı da Hıdrellez günüdür. Her yıl 6 Mayısta kutlanan bu gün, İran’da senenin ilk günü olan Nevruzla aynılaştırılmıştır. Bu yıl dönümünün İslâmî kökü yoktur.[36] Nevruz ise 21 Mart günü kutlanır. Ateşler yakılıp etrafında halaylar çekilir. Ateşin üzerinden atlanır. Bunlar hep ateş kültü ile ilgili olup eski İran kültüründen kaynaklanmaktadır. Anadolu’da da bu uygulamaya rastlamak mümkündür.

“Ateşi koruma ve ona bağlılık fikri ilk çağlardan beri devam etmiş, bu bağlılık giderek ateşi kutsallaştırma ve ona dinsel, büyüsel nitelikler kazandırma fikrine dönüşmüştür. Ateşin kötülükleri uzaklaştırıcı, arıtıcı; canlılara güç ve sağlık kazandırıcı özünün olduğuna inanılır”.[37]

Ateşe bakıp kehânette bulunmak Türklerde çok eski bir görenektir. Yine ateşe bakıp fal açmak Orta Asya Türklerinde çok yaygın bir adet olmuştur. Şamanistler’in inançlarına göre ateş, herşeyi temizler ve kötü ruhları kovar.[38] Şamanlar törenlerinde de ateşle ilgili onu takdis eden ilahiler söylerler. “Göktürkler de ateşin kutsallığına inanırlar ocağa saygı ve tazim gösterirlerdi”.[39] Anadolu’da da ocağın tütmesi mutluluk alâmeti olarak bilinmektedir. “Müslüman Kırgız ve Kazaklar’m düğün törenlerinde de ateş ve ocak, Şamanistlerde olduğu gibi önemli bir unsurdur”.[40]

“Ateşin kutsallaştırılması sadece Hinduizm, Mazdeizm ve Şamanizme mahsus değildir. Onu iktidarın devamını sembolize eden, Vestale rahiplerinin koruduğu kutsal ateş sebebiyle Romalılarda da görüyoruz”.[41] Yakutlar, Başkurtlar ve Kazaklar hastanın yatağı etrafında tutuşturulmuş bir paçavrayı döndürerek ona sağlık getireceklerine inanırlardı.

Anadolu’da yaygın olan parpı, alazlama, tütsü, dağlama, kurşun dökme, mum yakma, mezarlarda ateş yakma vb. halk inanışlarının temelinin Ateş kültü olduğunu söyleyebiliriz.

2- Su Kültü: Su da eski kavimler tarafından kutsanmıştır. “Eski Türkler, Gök-Tanrı ve ruhlara inanmanın yanında tabiata üstünlük atfedip, tabiatı yer-su terimiyle ifade ediyorlardı. Bu kült gelişerek vatan kültü derecesine yükselmiştir.[42] Dağlar da kutsal sayılıyor, mübarek ve büyük anlamına gelen sıfatlarla anılıyordu. “Dağ, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, ağaç orman gibi tabiat varlıklarının birer ruh sahibi olduğu inancı, Türklerin inançları arasında idi.”[43] Çünkü Türkler tabiatta gizli güçlerin varlığına inanırlardı. “Aynı zamanda eski Türklerde kainat ruhlar dünyası olarak tanımlanırdı. Ruhlar için adaklar adanıp kurbanlar kesilirdi.”[44] Bugünkü Şamanist Türk boylarında rastlanan ırmak, göl, pınar, ağaç, dağ, kaya kültleri eski Türk yazıtlarında yer-su adı altında toplanmıştır.[45] Su Türkler için önemlidir. el-Birûnî “el-Âsâru’l-Bâkiyye” adlı eserinde, Oğuzlar’m bereketli bir pınarın yanındaki kayaya taptıklarım ve ona secde ettiklerini yazmıştır.[46] X. asırda İrtiş Irmağı boylarını işgal eden Türk Kimek kabilesi bu ırmağa tapmıştır.[47] Şamanistlerin ilâhilerinde ırmaklar da takdîs edilmiştir.

Anadolu’da ilkçağlardaki eski kavimlerin kutsal pınarları, sonradan Hıristiyan azizlerinin pınarları (Ayazma) halini almıştır. Aynı yerler Türkler’in buralara yerleşmesinden sonra Orta Asya inançlarını da naklederek, Türk pınarları ve çeşmeleri olmuştur.[48]

Günümüzde de kutsal kabul edilen ayazmalar, bereketli ve uğurlu sayılan pınarlar, dileği kabul olsun diye madeni paralarla doldurulan su havuzları, hep su kültünden kaynaklanmaktadır.

3- Ağaç ve Orman Kültü: Eski Türklerde ağaç ve orman kültü de yaygın idi. Bu sebeple bazı ağaçları takdis ederler özellikle kayın ağacını efsunlarında bulundururlardı. Kayın ağacı Altayların dualarında zikrolunur ve bu ağaç koruyucu olarak kabul edilirdi. Çocuğu olmayan kadınlar da ağaçların dibine giderek dua ederlerdi.[49]

Ağaç kültünün izleri Anadolu’nun muhtelif yerlerinde de yaygın olarak göze çarpmaktadır. Müslüman Oğuzlar’m ise ağaç kültü geleneğini koruduklarını folklorla beraber kitaplarda da görmekteyiz. XV. yüzyılda tespit edildiği tahmin edilen Dede Korkut kitabında Korkut Ata, ağacın kesilmemesi için dua ediyor. Cahiliye devrinin orman kültü İran’da Karakoyunlu Alevî Türkleri arasında canlı olarak görülmüştür. Bu müfrit Alevîler Şamanizm’in orman kültü ile birlikte birçok hurafeyi İslâm’ a bulaştırmalardır. Şamanizm geleneklerini bilhassa halkla iç içe olan ve halkın duygu yönüne hitabeden câhil dervişler yaymışlardır.[50] Ağaç ve orman kültüne bağlı olarak bazı kuşlar ve hayvanlar da eski Türkler, 5eski Mısırlılar, Hintliler ve Zerdüştler tarafından kutsal kabul edilmiştir.[51] Eski Türklere bu inançlar büyük ölçüde İran, Hint ve Mezopotamya yöresinden aktarılmıştır.

Bugün de her yıl çam ağaçlarının dükkânların vitrinlerini ve evlerin köşelerini süslemesi, bazı ağaçların kutsal kabul edilerek bez bağlamak suretiyle dilek tutulması, yine bazı hayvanların ve kuşların uğurlu ve kutsal veya uğursuz kabul edilmesi, ağaç ve orman kültünden olsa gerek.

4- Hurafelerin Kaynağı: “Hurafeler daha ziyade eski medeniyetlerin uzantısı olan devletlerden İslâmiyete geçtiği gibi, gayri İslâmî olan ve din adı altında varlıklarım sürdüren müesseselerden de geçmektedir. Günümüzde bilhassa misyoner teşkilatları çeşitli bildiri ve broşürleri halka dağıtmak suretiyle, onların İtikadını sarsmak istemektedirler”.[52] Bu konudan daha sonra bahsedeceğiz.

“Müslüman olan Yahudiler Talmut masallarını bazı müfessir ve muhaddislere rivayet ettikleri gibi, Hıristiyanlar kendilerine mahsus hurafeleri İslâmiyete sokmuş, Türkler de İslâmiyeti kabul ettikten sonra eskiden kalma inanç ve geleneklerini İslâm’ın emirleri imiş gibi muhafaza etmişlerdi.”[53] Böylece İslâm’ın safiyeti ve berraklığı hurafelerle bulanmış, bilhassa halk tabakası bu hurafeleri günlük hayatlarında canlı tutmuş ve dînî telakki gibi kabul etmiştir.

Şüphesiz İslâm dünyasında yaygın olan hurafelerin kaynağı Bizans ve İran’dır. Bunlarla beraber İslâm öncesi o yörenin insanlarının kültür, adet ve inançlarının da önemli bir yeri vardır. Bu cümleden olmak üzere putperestlik adetleri, İran ve Hind hurafeleri, Bizans ve Yunan ananeleri İslâm kültürünün üzerine bir kâbus gibi çökmüştür.[54]

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki: İslâmiyetten önce hurafeler, İran, Hindistan, Keldanistan, Mısır, Bizans, Filistin, Cezayir gibi ülkelerde daha çok yaygın idi. Eski Türkler arasında yaygın olan inançların temelini de îraü ve Hindistan gibi eski medeniyetlere sahip milletlerde görmemiz mümkündür. Burada bir şey dikkatimizi çekmektedir. Genelde medeniyetlerin merkezi Ortadoğu ve civarı olduğu için hurafeler de genellikle buralarda daha yaygın olarak dikkat çekmektedir.

  1. a) Türbelere kutlu sayılan ağaç ve çalılara paçavra bağlamak, Kuzey ve Orta Asya Türklerinin eski dinleri olan Şamanizm’in bir unsurudur. Moğolistandaki Tuba Türkleri sözde Budist oldukları halde tapmaklarının önünde bulunan ağaca paçavra bağlamayı ihmal etmezlerdi. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra da bazı eski alışkanlıklarını sürdürmüşlerdir. Orman, ağaç, su kaya gibi şeylere başka isim altında kurban sunmaya devam etmişlerdir.[55] Bu hurafelerden bahsederken Hz. Ömer’in bir uygulamasını zikretmek de yerinde olur. Rıdvan Biati’nin yapıldığı yerdeki ağacın yanma gelip namaz kılan müslümanlan gören Hz. Ömer, önce onları uyarmış daha sonra da ağacın kesilmesini emretmiştir. Çünkü insanlar bir şeye kutsiyet atfedince zamanla nesiller o şeyi put haline getirip ona tapınışlardır.

Türbelere mum yakma âdeti de cahiliye çağından kalma âdetlerdendir. Eskiden tüm ölülerin mezarlarında veya öldükleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı. Bu uygulamanın ateşpereslikten kalma olduğunun tahmin edildiğini söylemiştik. Hıristiyanlardan önceki Helenler ve Romalılar mezar ve mezar taşları üzerinde meşaleler yakarlardı. Bu âdet Hıristiyan din adamları tarafından “kitaplarına alınarak” mum yakma âdeti olarak dinî ayinlerine sokulmuştur. Bu mum yakma âdeti müslüman Türklere de Hıristiyanlar vasıtasıyla geçmiştir.[56] Bu hususta M. Şemseddin Günaltay ise; türbelere mum yakma âdetinin Fenikeliler’den, güvercinleri kutsal saymanın Süryaniler’den, Kaf dağı ve üzerinde Anka kuşu olduğu inancının ise İranlılar’dan Türklere geçtiğini söyler. Öteden beriden mana çıkarmak, bazı şeylerde iyilik ve kötülük aramak ^deti Romalılar’dan ve putperest Araplardan miras kalmıştır. Baykuşların kötü kabul edilmesi de Romalılar’dan kalmıştır.[57]

Eski medeniyetlerde kâhinlik ve arraflık da yaygın idi. Bunların ortak yanı gaipten haber vermektir. Halkın basma bela olan kâhinler cahil kesimi istedikleri gibi kullanmışlardır. Çünkü onların söyledikleri halk tarafından büyük bir hürmet ve derin bir inançla karşılandığından onların sözleri kısa bir zaman sonra gelenek olarak kabul ediliyor ve yaşatılıyordu.

Kâhinler, zalim hükümdarları bile emirlerine boyun eğdirebilmek için bâtıl inançların artmasını* teşvik etmek suretiyle nüfuzlarını artırmışlardır. Onların nüfuzları o dereceye varmıştır ki, savaş ve barış gibi büyük işlerden, yemek, içmekve yıkanmak gibi normal işlere kadar her şey onların uygun görmesiyle yapılıyordu.[58]

Kâhinler, Babillerde, Fenikelilerde Mısırlılarda, Cahiliye Araplarında ve diğer birçok ülkede büyük bir mevkiye sahiptiler.

Cahiliye Arapları da anlaşmazlıklarda, hastalıklarda ve ileride başlarına gelecek olan şeylerin neler olduğu hususunda kâhinlerden bilgi alırlar ve onların tavsiyelerine uyarlardı. Bir şahıs hasta olsa kâhine başvurur, kahin onu afsunla (okuyup üfleyerek) tedavi ederdi. Bununla beraber sihir yaparak, tapınaklara kurban adayıp dua ederek ve muska yaparak da tedavi ederdi.[59] Yıldızların durum ve hareketlerinden hüküm çıkarma âdetinin ve kâhinliğin kaynağı Keldanistan’dır.[60] Keldaniler ortadan kalkalı asırlar geçmesine rağmen onların bırakmış oldukları hurafeler, beşeriyetin büyük bir kısmına hâkimdir. Her asırda avam tabakası hurafelere bağlılğı imanın kuvvetinden addetmiştir.[61]

Demek ki; günümüzdeki, medyumluğun, falcılığın, astrologluğun, cincilik, üfürükçülük ve muskacılığın kaynağı kâhinlik ve arraflıktır.

  1. d) Müslümanlar arasında en yaygın hurafelerden biri de, muska ve tılsımlara inanmaktır. Bunların menşei putperestliğin ilkel şekli olan fetiştir. İlkel kişinin inancına göre bazı nesnelerde uğur veya uğursuzluk bulunur. İlkel kişi uğurlu saydığı nesneyi (Taş parçası, mavi boncuk, kartal tırnağı, kurt dişi vb.) boynuna asar, veya yanında taşır. Bu muska tılsımların hastalıklardan, nazardan, kaza ve belalardan koruduklarına inanırlardı. Sonraları bu inancın gelişme safhasında bir takım formüller ve garip işaretler yazılan kağıt parçaları eski fetişlerin yerini almıştır. Muska tılsımların en eski şekli Mısırlılarda bulunmuştur.[62] Eski Romalılarda da hastalıklardan ve zehirlenmelerden korunmak için muska tılsımları kullanılmıştır. Muska ve tılsım kullanma âdeti İslâmiyeti kabul etmeden önceki Türk boyları arasında da yaygın idi.[63]

Din adamları bu eski putperestlik kalıntıları ile eskiden beri mücadele etmişlerdir. İsrail peygamberleri fetiş tılsımları kesin olarak yasaklamışlardı. Hıristiyan din adamları da bu ve benzeri asılsız şeylerle mücadele etmişlerdir. Fakat halk, atalarından gördüğünden şaşmıyordu. Nihayet Hıristiyan din adamları taviz verip muska tılsımların yerine Haç ve Hıristiyanlık sembolü olan balık resmi, “Agnus Dei” yazılı levhacıkları taşımayı önerdiler ve halkı buna alıştırdılar. Yani eski fetişizm yeni bir şekil alarak devam etti. Cahiliye devrindeki Türklerde de muska tılsımları kullanma ve bunların her türlü bela ve afetlerden koruyacağı inancı yaygın idi.[64] Bugün dahi insanların boynunda, çocukların omuzlarında evlerde, arabalarda, işyerlerinde aynı muska tılsımlar yaygın olarak kullanılmaktadır.

İslâmiyeti kabul eden Türk boylarında bu işle uğraşanlardan Doğu Türkistanlı azaimciler (muskacılar) mesleklerinin Hz. Fatıma’ya dayandığını ispat etmek için “Risâle-i Perihân”ı yazmışlardır. Aslında Mezopotamya İran ve Mısır büyü geleneklerinin karışımı olan bu telakki, Anadolu’da eski putperest dinlerin ve Hıristiyanlığın da dahil olduğu kültürlerin etkileriyle daha çok çeşitlenmiştir.[65]5

  1. asırda Türkler topluca İslâmiyeti kabul edince önceki dinlerine hizmet eden kam (şaman)lar, Budizm ve Maniheizm papazları kendi mesleklerini ortadan kaldırmakta olan yeni dine karşı cephe almak istemişlerdir. Bunda muvaffak olamayacaklarını anlayınca yeni dine intibak etmeyi daha kârlı görüp, kendi mesleklerini kurtarmak için müslümanlar arasında revaçta olan hurafelerden faydalandılar. Kendi hurafelerine de Kur’an’dan âyetler katarak İslâmî renge büründürdüler. Eski şaman afsunlarına da Kâbe, arş, kürsi zemzem gibi isimleri karıştırdılar.[66] Böylece İslâm dini içerisinde aslen şaman veya papaz oldukları halde, cinci, üfürükçü, muskacı gibi isimler altında kendi emellerini gerçekleştirmeye devam etmişler ve dini, menfaat aracı olarak kullanmışlardır.

Günümüzde de aynı yolu devam ettiren birçok insan, câhil halkın sırtından menfaat sağlamaya devam etmektedir.

Çağdaş müslümanların câhil kesiminde faaliyette bulunan afsuncu, muskacı, üfürükçü ve dolandırıcıların ellerinde, eski Babil ve Mısır müşriklerinin ve eski Türk Budist ve Şamanistler’in kullandıkları afsun ve tılsımlardan farkı olmayan afsun ve tılsım öğreten kitap ve risaleler bulunmaktadır. Bu kitapların içine âyetler, dualar ve güzel isimler karıştırılmak suretiyle müslümanlar kandırılmaktadır. Bu tür kitaplardan “Şemsü’l-maarifu’l-kübra” isimli Arapça eser, 485 sahife olup Mısır’da basılmıştır. Müellifi ise Hicri VII. asır şeyhlerinden Ahmed b. Ali el-Bunî’dir. Bu kitapta dört yüz kadar tılsım çeşidi vardır. Yine aynı kitapta öyle bilgiler vardır ki, bunları dini bütün bir mü’minin yazmış olduğuna inanmak güçtür.

Böyle kitaplardan biri de “Kenzü’l-havâs keyfiyeti celb ve teshir” adlı Türkçe yazılmış 4 ciltlik bir eserdir. Tılsımlar harf ve rakamlarla ifade edilmektedir. Afsun ve tılsım kitaplarına göre harfler ve onların ifade ettikleri rakamlar, tabiatüstü esrarengiz bir kudrete sahiptir.[67] Bu itikat, İslâm inancına aykırıdır. Çünkü İslâm dinine göre kuvvet ve kudret ancak Allah’a aittir.

İslamiyette yasaklanan hatta şirk” olarak telakki edilen bu afsun ve tılsımların kaynağı şüphesiz Yahudiler’in “Kabbala” denilen mistik ve skolastik (karanlık) felsefeleridir. Bu felsefeye göre, Yahudi alfabesindeki 22 harfin ve ifade ettikleri rakamların mistik ve sihri mahiyetleri vardır. Bu “Kabbala” marifetleri nesilden nesile gizli bilgi olarak belli kişilere öğretilirdi. Zaten Kabbala kavramı da, rivayet, gelenek demektir. XIII. asırdan sonra bunlar kitap halinde yazılmaya başlandı. İspanya ve Güney Fransadaki en câhil Yahudiler arasında yayıldı. İspanya Yahudilerinden de müslümanlara geçti.

Şemsü’l-maarifu’l-kübra adlı eserin müellifi olan Cezayirli Ahmed b. Ali el-Bunî herhalde İspanya kabbalistleri ile yakın münasebette bulunmuş olmalı. Çünkü afsunlarının çoğunda sonu “İl” ile biten Yahudi isimlerine benzeyen isimler (Danyail, Haryail gibi) bulunması da bu afsunların kabbalist Yahudi hahamlarından alınmış olduğuna işaret ediyor. Hele sözde melek isimleri mutlaka Yahudi kitaplarından geçmiştir.[68]

  1. e) Türbe ve Kabirlerle İlgili Hurafelerin Kaynağı: Kaba mistisizm İslâm’a Hindistan’dan geçtiği gibi, türbe ve kabirlere, ziyaret mahallerine derin bir bağlılıkda esâtîr-i ulyâdan ve bilhassa eski Hıristiyanlıktan geçmiştir. Ortaçağ Hıristiyanlan’nm adım başına bir savmaalan, her şehirde bir velileri vardı. Câhil insanlar, velileri ziyaret etmek, savmaalara adaklar vermekle bağışlanacaklarına inanırlardı. İslamiyetin zuhuruyla bu gibi asılsız şeyler kaybolmaya başladı. Fakat Abbasîler’in sonlarına doğru bütün bu hurafeler diğer müslüman olan milletlerin eski kültürleriyle de birleşerek yeniden halk arasında yayılmaya başladı.[69] Bu alışkanlıklar daha da yayılarak günümüze kadar gelmiştir.

Eski Türklerde atalar kültü önemli idi. Ölmüş atalara tazim ve onlar için kurban kesilmesi türlü şekillerde ortaya konulmuştur. Bu inanç baba ve ataların öldükten sonra da ruhları vasıtasıyla ailelerini korumaya devam ettikleri inancından ileri gelmektedir. Yapılan saygı ve gösterilen hürmet atalara ait hatıraların kutlu sayılmasından ve mezarlara gösterilen ilgiden anlaşılmaktadır.[70] Anadolu’nun her tarafında da “yatır” adıyla tanınan erenler ve velilerin mezarları vardır. Onlardan yardım beklenir, onların korumaları istenir ve onlara bir dilekle adaklar adanır. Bu yatır ve türbelerin hizmetkârları olan türbedârlarm hastalıkların şifası veya manevî bir ihtiyaç için gelen ziyaretçilere muska ve tılsım vermek gücünde olan şeyhler olduğuna inanılır.[71]

İran kozmogonisindeki devler ve keloğlan, Türk efsanelerinin esaslı temaları olmuştur. Peri, ejderha, efsanevi talih kuşu (devlet kuşu), Ortadoğu kavimlerine ait masalların ortak unsurlarıdır. Bunlar Mezopotamya’dan sonra Türk-İran İslâmî hikâyelerine geçmiştir. Masallarda sık sık geçen, üçler, yediler, kırklar, bir padişahın üç kızının veya üç oğlunun olması, talihi iyi olacak kişiye üç soru sorulması, kırk gün kırk gece düğün yapılması, kötü insanın akibetini kırk katır veya kırk satırın tayin etmesi, ejderin yedi başının olması gibi yan kutsal sayılar da eski dinlerin izlerini taşımaktadır.[72]

Netice olarak; îran ve Hindistan efsanelerle dolu eski medeniyetlerin uzantısıdır. Eski Türkler de birçok uygulamayı bunlardan almıştır. Günümüzdeki birçok hurafelerin kaynağı bu iki medeniyettir. Bunların yanında eski Mısırlılar B abuliler, Câhiliye Arapları ve Türklerden kaynaklanan hurafeler de vardır. Aynı zamanda Yahudi kabalistlerinden, Hıristiyan kültüründen, Fenikelilerden, Bizans ve Romalılardan da birçok hurafe İslâm dünyasına yayılarak İslâm öncesi kült İslâm’a taşınmıştır. Görüldüğü gibi asırlardan beri biriken din ve kültür kalıntıları, farklı milletlerin müslüman olmasıyla birlikte İslâm kültürüne sızmış, çeşitli etkenlerle beraber bu kalıntılar daha da yaygın hale gelmiştir.

B- Uydurma Hadîsler

İslâmiyete sokulan hurafelerin önemli bir kısmına da mevzu hadîsler kaynaklık etmiştir. Hz. Peygambere yalan isnad edilmek suretiyle hem halkın iyi niyetinden yararlanılıp itikadı sulandırılmış, hem de kendi emelleri uğruna ölçü ve sınır tanınmamıştır. Çünkü İslâm’ın ikinci kaynağı olan sünneti bize ifade eden hadîsler, Hz. Peygamber zamanında Kur’ân’la karıştırılmasın diye yazılı bir metin haline getirilmemişti. Bu durumun Hz. Peygamber’den sonra da biraz uzaması kötü niyetli olanların hadîs uydurmalarına ve İsrailiyyatm İslâmî kaynaklara girmesine zemin hazırlamıştır. Böylece hurafelerin bu yolla İslâmiyete girmesi kolaylaşmıştır.

Halife Hz. Osman’ın şehadetiyle İslâm’ın binası sarsılmış ve meydana gelen hasar gitgide büyümüş, neticede Şia, Havâric gibi siyasî fırkalar ortaya çıkmıştır. Hadiste vaz hareketinin siyasî fırkaların zuhuru ile başladığı kabul edilirse, bu işte Şia, ilk ortaya çıkan büyük bir fırka olması sebebiyle önde gelir.[73]

Bu bölümde kısaca mevzu hadisleri uydurma sebeplerinden, mevzu hadislerin bulunabileceği konulardan, mevzu hadisleri tanıma yollarından ve mevzu hadislerin kaynağından bahsetmeye çalışacağız.       5

Hz. Peygamber’in sözlerinin müslümanlar üzerindeki tesirini Asr-ı Saadetten itibaren farkeden bazı menfaatperestler asırlardan beri Resulullah’ı istismar ederek onun ağzından hadis uydurmuşlardır.[74] Daha ilk asırlarda durumu farkeden müslümanlar, bu sözlerin insanlarda meydana getireceği tahribatı fark ederek, ellerindeki imkanlara göre bunların tespit ve tayinine çalışmışlardır. Başlatılan bu dinî ve ilmî vazife, sahasında ehil kişiler tarafından çağımızın ilmi ve teknik metotları kullanılmak suretiyle daha da geliştirilmelidir. Çünkü herhangi bir sözün Hz. Peygambere nispet edilmesi demek, dinden olmayan birtakım hususların dine izafesi, dolayısıyla İslâmiyetin aslından uzaklaştırılması demektir. İslâmiyetin bütün yönleriyle anlaşılabilmesi, sünnetin doğru bir şekilde öğrenilmesiyle mümkündür. Çünkü Hz. Peygamber müslümanlığı hem tebliğ etmiş hem de bilfiil yaşamak suretiyle tatbik etmiştir.

1- Hadis Uydurmanın Sebepleri

  1. a) Kendi grubunu, mezhep veya kabilesini müdâfaa: Bu hususta fanatik fırkacılar, kendi gruplarının görüşlerini kabul ettirmek veya hasımlarının fikirlerini çürütmek için Hz. Peygamber’e iftira da bulunmuşlardır. .İşlerine gelmeyen hadisler için de, uydurma damgasını vurmadan kaçınmamışlardır. Şia bu konuda önde giderek geçimini mevzu hadislerle temin etmeye başlamasından itibaren Irak uydurma hadîslerin kaynağı olmuştur. Dolayısıyla Şia hem ilk fırka, hem de hadîs vaz eden ilk grup olmuştur. Örnek: “Her nebinin bir vasîsi vardır. Benim vasîm de Ali’dir”. Ali’ye bakmak ibadettir. Ali’nin insanların en hayırlısı olduğunu söylemeyen kafirdir.[75] Mevzu hadislerde, Şiiler Hz. Ali’yi istismar ederken, Emevîler Hz. Osman ve Muaviye’yi, Abbasîler ise Rasulullah’m amcası Abbas’ı istismar etmişlerdir. Böylece her grup kendi yararına birçok hadîs uydurmuştur.

Bu hususta Kaderiyye, Mürcie, Cebriyye, Mutezile gibi kelamı ve Hanefi, Şafiî gibi fıkhî mezhep müntesipleri de kendi mezheplerini öven veya diğerlerini yeren hadisler uydurmuşlardır. Bunlar tutucu taraftarlardır. Ör: Ümmetimden bir adam gelecek, İsmi Numan künyesi Ebu Hanife olacak. O, ümmetin kandilidir. O, Allah’ın dinini ve benim sünnetimi ihya edecektir.

İslâmiyet farklı ülkelere yayılınca İran gibi köklü kültüre sahip milletler karşısında Emevîler İslâm’ın yüceliğini ihmal ederek Arap milletinin üstünlüklerini ispatlamaya çalışıyorlardı. İranlılar da aynı üslupla karşılık veriyorlardı. Ör: “Üç sebepten dolayı Arabi seviniz, çünkü ben Arabım, Kur’an Arapçadır, cennet ehlinin lisanı Arapçadır. Arap kötü duruma düşer ve hor görülürse İslâm da kötü duruma düşer ve hor görülür. Cennet ehlinin lisanı Arapça ve inci gibi Farsçadır. Arşın etrafındaki melekler Farsça konuşurlar”. Görüldüğü gibi bir yandan Arap sevgisi işlenip karşıt gruplar itaat altına alınmaya çalışılırken din kullanılmış, kendi milletini üstün gören Fârisîler ise aynı üslupla cevap vermişlerdir.[76]

Böyle bir ortamda kendini ehli beyt muhibbi olarak takdim eden farklı dinlere mensup birçok İslâm alayhtarı da dini tahrif edip içten vurmak maksadıyla birçok hadis uydurmuştur. Çünkü İslâmiyetin hızlı bir şekilde yayılması karşısında mağlup duruma düşen din adamları müslüman gibi görünüp, fırsat buldukça kin ve nefretlerini göstermişlerdir. Bunların başında gittiği yerlerde fitne tohumlarını eken Abdullah b. Sebe gelir. Bunların yanında sayıları az da olsa mevki, makam ve servet edinmek maksadıyla müslüman olanların getirip yaydıkları fikirler de zamanla yayılarak İslâm literatürüne girmiştir.[77] Böylece ilk asırlardan beri mevzu hadisler ve hurafeler İslâm kültürüne yerleşmeye başlamıştır.

  1. B) İslâm dinine hizmet etme arzusu: Müslümanları hayırlı işlere ve ibadete teşvik etmek, kötü fiillerden de sakındırmak için birçok hadîs uydurulmuştur. Bu çeşit mevzu hadislerde ifade ölçüsüzlüğü ve aşırı mübalağa vardır. Böyle haberlerde genelde şu ifadelere rastlanır: “Kim falan gün şu kadar rekat namaz kılar ve her rekatta şu sûreleri şu kadar kez okursa, ona âhirette mükafat olarak şunlar verilecektir”. Teşvîk için uydurulan hadislerin çoğu oruç ve namazla ilgilidir. Ör: “Duna namazı kılan kişiye yetmiş peygamber sevabı verilir. Aşure günü oruç tutana atmış sene ibadet etmiş gibi sevap verilir. Bir mümin kelime-i tevhîd-i söyleyince hemen yetmiş bin lisanlı bir kuş yaratılarak kıyamete kadar o kişiye istiğfar eder”.[78]
  2. C) Şahsi menfaat düşüncesi: Böyle kişiler, kendilerini yüceltmek için hükümdarların lehine sözler uydurarak şahsi menfaat sağlamaya çalışırlar neticede bahşişler alır, övgülere mazhar olurlardı. Böyle insanlar hadîslerin senet ve metinleri üzerinde oynamak suretiyle aranan bir muhaddis olarak kendilerini tanıtırlardı.[79] Bu arada halkın arasında kürsülerde kıssalar anlatarak insanları ağlatan kıssacılan da unutmamak gerekir. Bunlar kendi menfaatleri ve fırkalarını savunma uğruna konuşurken gerektiğinde Hz. Peygamberi konuşturmaktan çekinmemişlerdir, h. 3. asrın sonlarına doğru Bağdat ve civarı kussâs taifesinin merkezi haline gelmiştir. Çeşitli art niyetlerle halkın huzuruna çıkan bu grup, ilim ve irfandan da yoksun olunca iş daha da çığırından çıkmıştır. Şan, şöhret ve servet peşinde olan bu kişiler asılsız hikâyeler anlatmak, mevzu hadisleri yaymak, değişik hurafeleri malzeme olarak kullanmak suretiyle, îslâm dinine en büyük zararı vermişlerdir. İçlerinden öyleleri çıkmıştır ki “Salâtul-Husemâ” diye bir namazdan söz etmiş, bu namazı kılanların zulüm ve haksızlık görmeyeceklerinden, düşmanlarının şerrinden emin olacaklarından bahsetmiştir.[80]

Anlatılan asılsız hikâyeler zamanla, yazılan vaaz kitaplarında da yer almıştır. Günümüzde şöhret bulan ve asılsız rivayetleri içeren bazı nasihat kitapları şunlardır; Dürratü’n-Nasihîn, Mükâşefetü’l-Kulûb, Mişkâtü’l-Envâr, HayâtüT-Kulûb, Zübdetü’l-Mecâlis, Dakâiku’l-Ahbâr.

Demek ki, zararlıyı faydalıdan ayırıp yok etmek gerekir, çünkü hastalık mikroplan bir yerde bulunduğu müddetçe ne kadar dikkat edilirse edilsin mikrobun yayılmasına engel olmak mümkün değildir.

2- Uydurma Hadislerin Bulunabileceği Konular

Mevzu hadislerin tanınması için hadisçilerin tasnifinden yararlanarak uydurma hadislerin çok bulunduğu konuları şöyle sıralayabiliriz:

Senenin veya haftanın belirli gün ve gecelerinde kılınması tavsiye edilen namazlarla ilgili hadîsler.

Recep ayı ve bu aydaki orucun fazileti ile ilgili hadîsler.

Belirli tarihlerde bazı hadîselerin olacağını bildiren hadîsler.

Kıyamet alametlerinin belli aylarda zuhur edeceğini beyan eden hadîsler.

Türkleri, Habeşlileri, Sudanlıları zemmeden hadîsler.

Ebu Hanife ve İmam-Şafi’yi metheden veya zemmeden hadîsler.

Hızır ve İlyas’m hayatlarından bahseden hadîsler.

Mürcie, Cehmiye, Kaderiye ve Eşariyye mezheplerinden bahseden hadîsler.

İskenderiye, Dimyat, Basra, Bağdat, Kazvin, Ürdün, Abadan, Cidde, Askalan, Nusaybin, Antakya, Horasan, Şaş, Merv, Buhara, Semerkand, Tus, Cürcan, Herat, Kayrevan, Fas gibi şehirleri meth veya zemmeden hadîsler.

Peygamber veya diğer büyük zevatın kabirleri hakkında ileri sürülen hadîsler.

Aşure günü hüzünlenmekten, süslenmekten, namaz kılmaktan ve aşure pişirmekten bahseden hadîsler.

Mercimek, pirinç, bakla, patlıcan, üzüm, portakal, pırasa, karpuz, ceviz, peynir ve helva gibi yiyecek maddeleri ile gül, menekşe, nergis gibi çiçeklerden bahseden hadîsler.

Sokakta yemek yemeği ve eti bıçakla kesmeyi yasaklayan ve etin faziletinden bahseden hadîsler.

Fatiha, Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, En’am, Araf, Tevbe, Kehf, Yasin, Duhan, Mülk, Zilzal, Nasr, Kâfirun, İhlas ve Muauvezeteyn sûrelerinin haricindeki sûrelerin faziletleri ile ilgili hadîsler.

İmanın artıp eksilmesi ile ilgili hadîslerin çoğu uydurmadır.

Akıl hakkındaki hadîsler ve evlâdı zemmeden hadîslerin tamamı uydurmadır.

Çocuğa Ahmed veya Muhammed adını koymanın faziletine dair sahih hadîs yoktur.

Bekârlığı ve beyaz horozu metheden hadîsler.

Akik taşından yüzük takmanın fazileti ile ilgili hadîsler.

Mescidlere kandil yakmanın ve sergi sermenin fazileti hakkındaki hadîsler.

Ticareti zemmeden ve malın fitne olduğundan bahseden hadîsler.

            Meşhur muhaddislerin senet zinciriyle Hz. Peygamber’den veya Hızır’dan, Hasan-ı Basrî, îmam Cafer gibi zevattan rivayet edilen haberin akabinde bazen “Bundan şüphe eden kâfir olur.” gibi bir ifade bulunur. Genelde bu çeşit nakiller de uydurmadır.

            3- Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları

Hadîs uyduranların yaptıkları işi itiraf etmeleri.

Haberin lafzında veya manasında bozukluk olması.

Haberin mevcut güvenilir hadîs kitaplarında bulunmaması.

Birçok kişinin görmesi gereken bir olayı bir kişinin nakletmesi.

Haberin Kur’an ve Sahih Sünnete muhalif olması.

Haberin akla hisse ve müşahadeye aykırı olması.

Haberin tarihi vak’alara aykırı olması.

Küçük bir hataya şiddetli bir ceza veya az bir iyiliğe büyük bir mükafat vadedilmesi.[81]

            4- Uydurma Hadislerin Kaynağı

Değişik maksatlarla hadîs uyduranlar bu hususta malzeme bulmakta zorluk çekmemişler ve şu kaynaklardan yararlanmışlardır:

            İsrailiyyât: İsrâili bir kaynaktan rivayet edilen hadîse veya kıssaya denir. Istılahi olarak ise, her ne kadar tefsire girmiş yahudi kültürünü ifade ediyorsa da aslında İslâm’a bilhassa tefsire girmiş olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla dinin gerek lehine, gerek aleyhine uydurulup Rasulullah’a, sahabeye ve müteakip nesillere izafe edilen her türlü haber bu kelimenin manası içine girer.[82]

Ehli kitaptan İslâmiyete geçen İsrailiyyât büyük bir yekûn teşkil eder. Bilhassa Kur an’ın kısaca temas ettiği hususlar, Tevrat ve İncilde bulunan ve halk arasında söylenen mufassal bilgilerle ve yaşayan hurafelerle aydınlatılmaya çalışıldı. Bu arada kussâslar da her bulduklarına birçok şey ilave ederek anlattılar. Böylece sahabe devrinde İsrailiyyât İslâm kültürüne girdi. Halkın İsrailî kıssalara tepki göstermemesi ve her söylenenin doğru kabul edilmesi neticesinde tabiiler devrinde İsrailiyyât daha da yayıldı. Etbaut’tabiîn döneminde ise zirveye ulaştı. Bu geniş çaplı nakiller neticesinde Kur’an’dan alınması gereken dersler unutuldu. Sünnet de bir kenara itildi. Böylece bazı gerçekler, hurafeler, efsaneler ve İsrailî nakiller içinde boğuldu.[83]

            Filozofların sözleri: Hadîs uyduranlar, Yunan, Hind, İran ve Arap filozoflarına ait bazı hikmetli sözleri, kendilerine malzeme yapmak suretiyle, bu sözlere hadîs damgası vurup piyasaya sürmüşlerdir.

            Enterasan hikayeler ve güzel sözler: İslâmiyet’ten önceki ve sonraki birçok asılsız hikayeler ve derin manalı sözler art niyetli kişiler tarafından Ez. Peygambere nisbet edilmiş hatta bunların başına birer senet de eklenmiştir.

            Hadîs uyduranların sözleri: Bir amaç için hadîs uyduran bazı îmalciler ise, belli bir fikri empoze etmek için üzerinde iyice düşünülerek oluşturulmuş cümlelerle maksatlarını gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.[84]

Bu bilgilerden sonra şunu söyleyebiliriz; Kur’ân-ı Kerîm’in tefsirini okurken sahih rivayetlere itibar etmeliyiz. Hadîsleri de güvenilir kaynaklardan öğrenmeliyiz. Hadîslerin manaları Kur’an’m ruhuna aykırı olmamalıdır. Bir de hadîs kitaplarında ve dinî kitaplarda bulunan mevzu hadisleri, uydurma rivayetleri ve hurafe bilgileri tesbit etmek maksadıyla bir ilmî heyet oluşturulmalı, uydurma hadîs ve asılsız kıssaları içeren kitapların ortadan kaldırılması yetkisi bu heyete verilmeli[85] ayrıca yeni çıkacak dinî bir kitap da bu heyetin incelemesinden sonra yayınlanmalıdır. Böylece İslâmiyet her türlü hurafeden arındırılmış olur. Bu ise müslümanlara yapılacak en büyük hizmetlerden birisidir.

            C- Cehaletin Yaygınlığı

            Cehalet: bilmemek, bilgiden ve görgüden yoksun olmak anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelime, isim ve fiil olarak farklı anlamlarda 24 âyette geçmektedir.[86]

Kur’ân’da bir yandan cehaletin kötülüğü, câhillerin yanılgıları ve onların verdikleri zararlar üzerinde durulurken diğer yandan da ilim ve hikmetin Allah’ın sıfatlarından olduğunun belirtilmesi, bütün peygamberlere verilen önemli meziyetler içinde ilim, bilgi ve hikmetin zikredilmesi cehalete karşı bir tavır olarak değerlendirilmiştir.[87] Yüce Allah’ın kitabında kaleme ve yazdıklarına yemin etmesi okumaya teşvik etmesi ve insanları düşünmeye, çalışmaya sevketmesi hep ilme, bilgiye ve ilerlemeye verdiği önemi ortaya koymaktadır.[88]

İnsanoğlu kendisine verilen akıl nimeti sayesinde diğer canlılardan ayrılmak­tadır. Eğer düşünür, çalışır ve araştırırsa hem ilim sahibi olur, hem de Yüce Allah’ın kudretinin büyüklüğünü anlar. Böylece Allah’a yaklaşır çalıştığının da karşılığını alır. Eğer insan kendi değerini bilirse meleklerden bile üstün olabilir. Çünkü melekler Allah’ın emriyle insanoğlunun atasına saygıda bulunmuşlardır. Fakat insan, insanlığını unutursa o zaman hayvandan da aşağı seviyeye düşer.[89] Önemli olan insanın aklını iyi yönde kullanıp bilgisini artırması ve ilmiyle amel etmesidir.[90]

Hz. Peygamber, hem sözleriyle hem de hareketleriyle müslümanları cehaletten kurtarıp din ve dünya işlerinde bilgili kılmaya çalışmıştır. Bu sebeple Medine’ye hicret edince Mescid-i Nebevi’nin yanma Suffa diye ilk yatılı ilim merkezini kurdurması, Bedir savaşında esir düşüp, okuma-yazma bilen müşriklerden, fidye veremeyecek durumda olanların her birinin, on müslümana okuma-yazma öğretmesi şartıyla serbest bırakılacağını emretmesi, onun ilme ve öğrenmeye verdiği önemi en güzel şekilde onaya koymaktadır.[91] Daha sonra ki asırlarda yapılan mescidler aynı zamanda birer ilim ocağı idi.

Cehalete ve tembelliğe karşı mücadele eden ecdadımız da her gittikleri yere bir cami onun yanma bir medrese ve hamam yapmak suretiyle insanlığın, temizlik, ilim, bilgi ve Allah’a kullukla olabileceğini en güzel şekilde ortaya koymuşlardır.

“Hemen her devirde ve her toplumda görülen hurafe ve bâtıl inanışlar, insanların ortak derdi olarak devamlı gündemde kalmıştır. Bu inanışların bu derece toplumların sorunu olmasında genellikle cahillik, alışkanlıklar, görenek, çıkar hesapları ve kişisel zaaflar etkili olmuştur. Bu hurafeler daha ziyade, gelecek hakkında bilgi sahibi olmak, sağlık, ihtiyaç gibi konularda ve kadınlar arasında daha yaygındır”.[92]

Hurafeler daha ziyade kültüreldir. Kadim kültüre sahip olan ülkelerde daha yaygındır. Dinler tarihi araştırmacıları hurafelerin hemen hepsinin temelinde ecdada bağlılık olduğunu ve onların yanlış telakkilerinin nesilden nesile aktarıldığını tesbit etmişlerdir. Bu ise esasen cahillikten ileri gelmektedir.[93]

Günümüzde de İslâmiyet kullanılarak birçok asılsız bildiriler dağıtılmaktadır. Bilgili, olgun ve kültürlü bir müslümanm kabul etmesi mümkün olmayan bu bildiriler/lbilgisiz ve câhil insanlar arasında ilgi görmektedir. Hatta hurafelere çok bağlı olanlar bu durumlarını dindarlık olarak göstermeye çalışırlar, karşı çıkanları ise bilgisizlik ve cahillikle itham ederler.[94] O halde her seviyedeki insanımıza ulaşarak sağlıklı bir din bilgisi vermeliyiz.

Ülkemizde de halkın bilgisizliğinden yararlanan misyonerler. İslâmiyeti sulandırmak ve insanları dinden uzaklaştırmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu faaliyetler diğer müslüman ülkelerde de sürdürülmektedir.

Misyonerlerin faaliyetlerini iki gurupta inceleyebiliriz.

            1- Bazı sözleri güzel söz ve atasözü diye yaymak: Bu faaliyet ilk asırlardan beri hem istismarcılar hem İslâm düşmanları tarafından sürdürülmüştür. Bilhassa halkla kaynaşan kıssacılar, yalan yanlış her duyduklarını söylemişler böylece, mevzu hadisler, uydurma kıssalar ve sözler alabildiğine yayılmıştır.             Günümüzde İslâm’ın özüne aykırı sözlerden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

İslâm dini kılıçla yayılmıştır.

Müslümanları İslâmiyet geri bırakmıştır.

Bekarlık sultanlıktır.

Kıyamet hacıyla hocadan kopacaktır.

Medeniyet dediğin bina ile zinadır.

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.

Yalan söylemeli fakat kulpsuz bırakmamalı.

Üzümü ye, bağını sorma.

Zaman sana uymazsa sen zamana uy.

Fala inanma, falsız da kalma.

Helal haram ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım.

Hacıdan hocadan, kork karanlık geceden.[95]

2- Asılsız bildiriler dağıtmak: Düzmece broşürler genellikle vasiyet-name şeklinde dağıtılmaktadır. Bunlardan en yaygını “Şeyh Ahmet Vasiyet- nâmesi’dir. Diğer müslüman ülkelerde de dağıtılan bu vasiyetname, içerik ve üslup yönünden İslâmî ölçülerin dışında olup, temel maksat, müslümanları dinin ana kaynaklarından uzaklaştırarak, asılsız şeylerle oyalamaktır. Şimdi bu vasiyet- namenin tutarsızlıklarından bahsetmeye çalışalım.

“Kim bu vasiyetnameyi çoğaltıp dağıtırsa o kişi fakirse zengin olur. Eğer günahkar ise Allah onları bağışlar ve cehennemden korur. Kim de buna inanmaz ve bunu yazıp dağıtmazsa o kâfir olur, dünya ve ahirette yüzü kara olur”.[96] Hâlbuki dinimizde inanılacak şeyler iki temel kaynakta belirtilmiş ve bunlar öz olarak İmanın Şartları adı altında toplanmıştır. Dolayısıyla İslâm’ın temel kaynaklarında olmayan bir şeye inanmamak kimseyi dinden çıkarmaz. Kimin zengin kimin fakir olacağını da ancak Allah bilir. O dilediğine mülkünden hesapsız olarak verir, dilediğine de kısar. İnsanların bağışlanıp cennete girmesi ancak Allah’ın dilediğikuluna vereceği mükafattır. “Hz. Peygamber’in bunları rüyada söylediği” bildirilerek de Rasulullah’a iftirada bulunuluyor. Çünkü Hz. Peygamber’in vefatıyla beraber vahiy kesilmiştir. Yüce Allah da dinini tamamladığını[97] bize bildirdiğine göre artık, elimizde kitap ve sünnet varken kimsenin vasiyetine ve ölçüsüz beyanlarına ihtiyacımız yoktur.

Bu ve benzeri düzmece bildirilerin İslâmiyetle alakası olmadığını halkımıza duyurmak ve onları uyanık olmaya çağırmalıyız. Bu gibi yayınlar ülkemizde yaygın olduğundan konumuzla da alakalı olması sebebiyle önemine binaen burada zikretmeyi uygun bulduk. Bu gibi uydurmalar dinî bilgi yetersizliği ve duygusallık nedeniyle kadınlar arasında daha da yaygındır.

“İslâm’ın özünü gün ışığına çıkarıp onun safiyetini insanlara sunabilmek için, İslâm’la insanlar arasına gerilen perdeleri kaldırmak gerekmektedir”.[98] Cehalet sebebiyle akla ve İslâmiyete aykırı hurafe ve bâtıl itikatlardan oluşan bu perdeler kaldırıldığı zaman, İslâm’ın aydınlatıcı barış ve kardeşlik ruhu, insanlara daha rahat ve daha kolay bir şekilde ulaşacaktır. “O halde bunları kaldırmanın yolu, İslâm dini esasları hakkında, gerçek ve doğru olan bilgiyi yeterince vermekle mümkündür. Böylece insanlar, İslâm’ın ve ilmin nuruyla aydınlandıkça, karanlık ve boşlukta kalan bâtıl inançlar gerilemeye yüz tutacak”.[99] Neticede fert ve toplum olarak insanlar, bilgiye aydınlığa ve erdeme ulaşacaktır.

            II- Hurafelerin Kabulünde Etkili Olan Faktörler

Eski çağlardan günümüze gelinceye kadar insanlar arasında birçok inancın yaşatıldığı, bunların dinî bir temeli olmadığı halde zamanla ilahî dinlere karışarak dinî inançlar gibi nesilden nesile aktarıldığı bilinmektedir. Bu bölümde hurafelerin kabul edilmesinde ve aktarılmasında etkili olan faktörlerden bahsetmeye çalışacağız.

            A- Psikolojik Faktörler

İnsanoğlu ruhuyla ve bedeniyle bir bütündür. Beden ruhu etkilediği gibi ruh da bedeni etkiler. Ayrıca bizim dışımızda olan olaylar da bizi etkisi altına alır. Psikolojik olarak sıkıntı ve stres içerisinde olan insanoğlu, dinî yönden de yeterli bilgiye sahip değilse, korku, sevgi, sığınma, bağlılık hayranlık ve ümit gibi dinî tecrübe içinde yer alan önemli duyguların da etkisiyle[100] rahatlamak ve çaresizliklerin üstesinden gelebilmek için doğruluğuna ve yanlışlığına bakmaksızın birçok geleneksel bilgi birikimini kabul eder. Bâtıl inanç da diyebileceğiniz bu telakkilerin temelinde, “korku, çaresizlik ve çağrışım” gibi psikolojik nedenlerin olduğunu, Sedat Veyis Örnek belirtmektedir.[101] Bilhassa korku, endişe ve çaresizlik, insanoğlunu bazı nesnelere kutsiyet atfetmeye ve bazı nesnelere de sığınmaya sevketmiştir. Bu nedenle ilk çağlardan beri ateş, su, ağaç, orman, dağ, kaya, ırmak, mağara gibi şeyler kutsal kabul edilmiş, bazı insanlar bunlara taparken bazıları da bunlara çeşitli adaklar adamışlardır. Aynı zamanda doğaüstü güçlerin olduğu ve birçok olayda bunların etkilerinin bulunduğu kabul edilmiştir. Birçok insanın da bu gibi bilgilere sahip olduğu kabul edilirdi. Onların her söylediklerine inanılır ve birçok konuda onlara danışılırdı. Eskiden kahin ve arraf denilen bu kişiler şimdi ise medyum, falcı gibi isimlerle anılmaktadır.

Değişik şekillerde tezahürlerini gördüğümüz adak konusu da muhtelif izleri ve kalıntıları ile alışkanlığa, kolaylığa, telkine müsait psikolojik izler taşımaktadır. Çünkü adakta; ecdada ve atalara karşı prestij, ataların ruhlarının etkili olduğu inancı, ağaç ve su kültü, dağ ve ateş kültü, kurban kültü, taş ve kaya kültü, fal ile büyü ile ve hayvanlarla ilgili inançlarda hep eski kalıntılar ve izler bulunmaktadır.[102]

Çoğu zaman îslâmiyetin ruhuna aykırı olmakla beraber dinî niyaz şeklinde insanın güvenip bağlandığı, Allah yerine böyle bir aracıya yönelerek bir nevi pazarlığa girişip, adanan şeyi alıp başka bir şey vereceği inancı açıkça görülmektedir.[103] Bunun da temelinde birçok sebeple beraber sığınma ve bağlanma gibi psikolojik faktörler bulunmaktadır.

            B- Sosyolojik Faktörler

İnsanoğlu toplumsal bir varlıktır. Bu sebeple toplumlar, içlerinde bulundurduğu bireylerden etkilendiği gibi bir yandan da bireyleri etkilerler. Dolayısıyla fert ve toplum birbirinden bağımsız olarak düşünülemez. Toplum, doğumundan ölümüne kadar, kendi değerlerini yükleme bakımından /erdi etkilemektedir.[104] Demek ki toplumun olduğu yerde etkileşim söz konusudur. Türk toplumu gibi töre ve geleneklerin daha etkili olduğu toplumlarda nesiller arası değerlerin aktarımı daha hızlı buna karşılık yeniliklerin ve ilmî temele dayalı gelişmelerin aktarımı ise, daha yavaştır. İnsanoğlunun ilmi yeniliklerden ziyade atalarına bağlı bir yapıya sahip olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de de şöyle ifade edilmektedir: “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, Atalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti, derler”.[105] Böylece, insanlar atalarından gördüğü herhangi bir şeyi yanlış da olsa benimsemekte ve bu hususta büyüklerini takip etmektedir.

İnsanlar, bilgi ve kültürden yoksun oldukları oranda yeniliklerden ziyade, gelenek ve törelere daha çok bağımlılık göstermektedirler. Bu hususta kapalı toplumsal yapı özellikleri güçlü bir şekilde devam eden yörelerde, geleneksel ve yerel değerler daha da ön plana çıkmaktadır. Bu durumda olan insanlar, doğru-yanlış her aktarılan değeri düşünmeden kabullenmekte ve toplumda yaşatmaktadır. Hâlbuki bilgi toplumlarında aynı şeyi görmemiz pek mümkün değildir. Böyle toplumlarda insanlar daha ziyade etkileyici bir yapıya sahiptirler. Dolayısıyla eğitilmiş toplumlarda yenilikler ve ilmî gelişmeler söz konusudur. “Çünkü eğitimin sosyal değişmedeki rolü, maddî kültür alanındaki gelişmeyi hızlandırdığı gibi aynı zamanda manevî kültür alanındaki kalkınmayı da düzenleyicidir”.[106] Basit bir örnek verecek olursak, sağlık yönünden problemi olan bir kişi eğer eğitilmiş bir çevrede ise tedavi edilmek üzere bir an önce hastaneye götürülürken, eğitimsiz ve geleneklerin ağır bastığı çevrede ise bu kişinin problemi ya önemsenmez veya kocakarı ilaçlarıyla geçiştirilmeye çalışılır.

Bilhassa kırsal kesimde ve küçük yerleşim birimlerinde töre ve gelenekler etkisini daha çok göstermektedir. Töre ve geleneklerimiz kendi kültür ve değerlerimizi koruyarak bize kadar ulaştırdığı için önemlidir. Fakat, içerisinde hurafeleri de bulundurmaktadır. Millî kültürümüzle ve dinî değerlerimizle bağdaşmayan ve bize kadar da gelen bazı uygulamalar, toplumumuzda halen az da olsa mevcudiyetini sürdürmektedir. Bunlar, halk inançları olarak büyüklerden olduğu gibi alınmış, yanlış bile olsa zamanla doğru kabul edilmiş inanmalardır.

            C- Ekonomik Faktörler

Günümüzde ekonomik düzeyi düşük olan toplumlarda hurafelere, muska ve tılsımlara daha çok rastlanmaktadır. Çünkü insanlar ihtiyaçlarını ve istediklerini elde edemedikleri zaman üzüntü ve sıkıntı sebebiyle falcılara gidip fal baktırırlar. Adak ve ziyaret yerlerine gidip, adak adayıp dilek tutarlar. Falcıların, medyumların ve astrologların söylediklerine inanırlar. Yine birçok hastalığın tedavisinde tıbbî olanaklardan ziyade halk arasındaki söylentilere göre hareket ederler.

Bugün genel olarak eski kültür ve medeniyetlerin etkisiyle Asya ve Afrika kıtalarında bulunan ülkelerde falcılık, muska ve tılsımlar vb. daha yaygındır. Bu ülkeler ekonomik yönden de istenilen seviyede değildir. Toplumların maddî ya da ekonomik hayatını diğer bütün sosyal olaylar ve faaliyetlerden ayrı düşünmeye imkan yoktur. Çünkü ekonominin temelinde ferdî menfaat motivasyonunun yanı sıra, vicdanın tatmini gibi motivasyonların da bulunabileceği artık anlaşılmıştır.[107] Dolayısıyla ekonomik problemler insanların sosyal yaşantılarını da etkilemektedir. Ekonomik yönden doyuma ulaşmamış ülkelerde beklenti ve ümit içerisinde olan insanlar arasında daha yaygın olan ve kolaylıkla kabul edilen hurafeler, ekonomik yönden doyuma ulaşmış ülkelerde ise daha farklı amaçlarla bazı insanlar arasında ilgi görmektedir. Maddî problemi olmayan insanlar arasında da modern hurâfecilik revaçtadır. Modem falcı da denilen astrologlar ve medyumlar, hep bu insanların beklentileri neticesinde ortaya çıkmıştır.

            D- Basın-Yayın Faktörü

Günümüzde hurafelerin kabulünde ve yaygınlaştırılmasında medya da önemli rol oynamaktadır. Dün yetişen nesiller için en önemli faktör çevre, aile ve okul iken; basın-yaymm, etkinliğini her geçen gün biraz daha artırdığı günümüzde, artık medya, ailenin ve okulun önüne geçmiş gözükmektedir. Artık küçük bir çocuk babasından isteyeceği çikolatanın veya oyuncağın ismini televizyondan öğreniyor. İdeal tip olarak, izlediği sanatçıları seçiyor ve kendisini onlarla özdeşleştirmeye çalışıyor. Etkili olduklarının bilincinde olan televizyon ve gazeteler, reyting ve tiraj uğruna farklı program ve gazete köşeleri hazırlamaktadırlar. Yeni yıla girerken medyumların gelecekle ilgili görüşlerinin alınması, canlı yayında telefonla izleyicilerin falına bakılması, astrologların yorumlarının alınması, televizyon programlarından bazılarıdır. Gazetelerde ise, burçlarla falla, astroloji ile ilgili yorumların yer aldığı köşelerin yanında, sıkıntılı okuyucuları umutlandırmak için, gelecekle ilgili abartılı yorumlar yapılmaktadır. Tüm bu faaliyetlerle beraber televizyon ve gazetelerde yapılan reklam, telkin ve benzeri faktörlerle birçok hurafe, yeni yetişen nesiller ve bilinçsiz insanlar arasında yaygın hale getirilmektedir.

Netice olarak, korku, ümit sevgi, sığınma, çaresizlik, çağrışım, güven, hayranlık, toplumsal etkileşim, atalara bağlılık, istek, ihtiyaçlar, reklam ve aşırı telkin hurafelerin kabulünde ve devamlılığında önemli rol oynamaktadır. Bunların yanında çeşitli hurafeleri menfaat aracı, olarak kullanıp, halkın iyi niyetinden yararlanarak, çıkar sağlayanların oynadığı rolü de unutmamak gerekir.

[1] ZebidîTâcu’l-arûs, “Hrf” md.

[2] Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu’cem, “Esâtîr”, md.

[3] Miisned, VI, 157 (bk. Mevsuatü’s-Sünneîü’l-kütübii’s-siîîeîi ve Şurûhuhâ).

[4] Yavuz, Yusuf Şevki, DÍA, “Hurafe” (Henüz Yayınlanmamış madde).

[5] Hançerlioğlu, Orhan, İnanç Sözlüğü, “Boş İnanç” md.

[6] Örnek, Sedat Veyis, Etnoloji Sözlüğü, s. 42.

[7] Haııçerlioğlu, Orhan, Ìslam İnançları Sözlüğü, s. 168, “Hurafe” md.; İnanç Sözlüğü, “Boş înanç” md.

33-Bedran, İbrahim, Dirasâtfi’l-Akliyyeti’l-Arabiyyeti’l-Hurâfe, s. 13, 15-18.

[9] Çakan, İ. Lütfı, Hurafeler ve Batıl inanışlar, s. 12.

[10] Sönmez, Ahmet, Merzifon Yöresindeki Yaygın Halk inançları ve Dinî İnançların Feri Üzerindeki Etkileri MÜS3E (Yüksek Lisans Tezi), s. 13-14.

[11] Tehânevî, Keşşaf, “Bid’at” md. Topaloğlu, Bekir – Karaman, Hayrettin, Türkçe Arapça Yeni Kamus, “bdâ” md.

[12] Ahkaf 46/9, Hadîd 57/27.

[13] Yaran, Rahmi, DlA, VI, 130, “Bid’at” md.

[14] Yaran, Rahmi, DİA, VI, 129, 130, “Bid’at” md.

[15] Râgıb, el-İsfahânî, el-Müfredât, “str” md., Gölcük, Şerafettin, DÎA, XI, 359, “Esâtîr” md.

[16] Gölcük, Şerafettin, DÎA, XI, 359, “Esâtîr”, md.

[17] bk. Abdulbaki, M. Fuad, el-Mu’cem, “Esatir”, md.

[18] Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, III, 1904, 1905.

[19] Gölcük, Şerafettin, DÍA, XI, 359, “Esâtîr” md.

[20] Gölcük, Şerafettin, a.e., s. 360, “Esâtîr” md.

[21] Meydan Larousse, VII, 722, “kült” md.

[22] Örnek, Sedat Veyis, a.g.e., s. 147.

[23] Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, s. 700.

[24] Büyük Larousse, Sözlük ve Anskilopedîsi, c. XVI, s. 8227.

[25] Tanyu, Hikmet, “Dinî Folklor”, AÜİFD, sy. XXI, s. 130.

[26] Tanyu, Hikmet, a.g.m., s. 128.

[27] Tanyu, Hikmet, a.g.m., s. 132.

[28] Tanyu, Hikmet, a.g.m., s. 141.

[29] Geniş bilgi için bk. Tanyu, Hikmet, a.g.m., s. 141.

[30] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, [ 16

[31] İnan, Abdulkadir, Hurafeler ve Menşeleri, s. 3^

[32] İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 38.

[33] Tanyu, Hikmet, DÍA, IV, 54, “Ateş” md.

[34] İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 42-43.

[35]İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 64.

“61- Ülken, Hilmi Ziya, “Anadolu Örf ve Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri”, AÜÎFD, sy. XVII, s. 17.

[37] Örnek, Sedat Veyis, Etnoloji Sözlüğü, s. 24.

[38] İnan, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 67-68.

[39] Kafesoğlu, İbrahim, Eski Türk Dini, s. 26.

[40] İnan, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, s. 45.

[41] Ülken, Hilmi Ziya, a.g.m., s. 27.

[42] İnan, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 48.

[43] Kafesoğlu, İbrahim, Eski Türk Dini, s. 26.

[44] Kafesoğlu, İbrahim, a. e., s. 16.

[45] İnan, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, s. 31.

[46] İnan, Abdulkadir, a.e., s. 40.

[47] İnan, Abdulkadir, a.e., s. 41.

[48] Ülken, Hilmi Ziya, “Anadolu Örf ve Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri”, AÜİFD, sy. XVII, s. 18.

[49] İnan, Abdulkadir, Eski Türk Dini Tarihi, s. 38-39.

[50] İnan, Abdulkadir, Hurâfeber ve Menşeleri, s. 19.

[51] Kafesoğlu, İbrahim, Eski Türk Dini, s. 11, 12, 17.

[52] Tunç, Hüseyin, Ulamda Bid’aî ve Hurafeler, ÎYİE^f ayınlanmamış Bitirme Tezi)3s. 12.

[53] İnan, Abdulkadir, Hurafeler ve Menşeleri, s. 39.

[54] Giinaltay, M. Şemsettin, Hurâfetten Hakikate, s. 293, 295; Kısakürek, Necip Fazıl, îman ve İslâm Atlası, s. 225.

[55] İnan, Abdulkadir, Hurafeler ve Menşeleri, s. 39, 40.

[56] İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 42-43.

[57] Günakay, M. Şemseddin, Hurâfetten Hakikate, s. 299.

[58] Günaltay, M. Şemseddin, a.g.e., s. 298.

[59] Çağatay, Neşet, Ìslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 144, 145, 146.

[60] Çağatay, Neşet, a.g.e., s. 144-145.

[61] Günaltay, M. Şemseddin, a.g.e., s. 298.

[62] İnan, Abdulkadir, Hurafeler ve Menşeleri, s. 44.

[63] Erdil, Kemalettin, Yaşayan Hurafeler, s. 19, 20.

[64] İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 45.

[65] Tanyu, Hikmet, DÍA, VI, 504, “Büyü” md.

[66] İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 49.

[67]İnan, Abdulkadir, Hurafeler ve Menşeleri, s. 56.

[68] İnan, Abdulkadir, a.g.e., s. 58, 59.

[69] Günaltay, M. Şemseddin, Hurâfetten Hakikate, s. 288.

[70] Kafesoğlu, İbrahim, Eski Türk Dini, s. 40.

[71] Ülken, Hilmi Ziya, “Anadolu Örf ve Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri”, s. 18.

[72]Ülken, Hilmi Ziya, a.g.m., s. 12, 13.

[73] Koçyiğit, Talât, “Mevzu Hadîslerin Zuhuru”, AÜİFD, sy. XV, s. 62.

[74] Kandemir, M. Yaşar, Mevzu Hadîsler, s. 7.

[75] Koçyiğit, Talât, a.g.m, s. 64, 65, 66.

[76] Kandemir, M. Yaşar, a.g.e., s. 54; Cihan, Sadık, “Şuubiye Hareketi…”, EAÜÎFD, sy. VI, s. 58, 59, 61.

[77] Aydemir, Abdullah, Tefsirde îsralliyyâî, (Önsöz), s. XIII, XIV.

[78] Günaltay, M. Şemseddin, Hurâfetten Hakikate, s. 253, 254.

[79] Kandemir, M. Yaşar, Mevzu Hadîsler, s. 64.

[80] Uğur, Mücteba, “Va’z, Kıssacıtık ve Hadîste Kussâs”, AÜİFD, sy. XXVIII, s. 314, 315, 322.

[81] Kandemir, M. Yaşar, Mevzu Hadîsler, s. 185.

[82] Aydemir, Abdullah, Tefsirde îsrailiyyât, s. 6, 7.

[83] Aydemir, Abdullah, a.g.e. (Önsöz), s. XVI.

[84] Kandemir, M. Yaşar, a.g.e., s. 176.

[85] Günaltay, M. Şemseddin, Hurâfetten Hakikate, s. 261.

[86] bk. Abdulbaki, M. Fuad, el-Mucem, “chi”, md.

[87] bk. Bakara 2/31-39, 151, 251, Nisa 4/113,   Yusuf 12/22, Çağına, Mustafa, DÎA, VH, 218, “Cehalet” md.

[88] Kalem 68/1-2, Alâk 96/1-5, Zümer 39/9.

[89] Necm 53/39, Bakara 2/34, Araf 7/179.

[90] Taha 20/114, Bakara 2/25.

[91] Berki, A. Himmet – Keskioğlu, Osman, Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 201, 255.

[92] bk. Çakan, 1 Lütfî, Hurafeler ve Bâtıl İnanışlar, s. 12.

[93] bk. Çakan, İ. Lütfi, a.e., s. 14-15.

[94] Günaltay, M. Şemseddin, Hurâfetten Hakikate, s. 298.

[95] Tunç, Hüseyin, islâm’da Bid’aî ve Hurafeler, İYİE, Yayınlanmamış bitirme tezi, s. 17-22.

[96] Abdullah bin Bâz, “Alâ Kizbil-Vasiyyeh…”, Rabıtanı’l-alemi’l-îslâmî, c. XX, sy. 10, s. 15-18.

[97] Maide 5/3.

[98] Kanar, Yüksel, Çağımızın Bâtıl inançları, s. 93.

[99] Tanyu, Hikmet, “Dini Folklor”, AÜİFD, sy. XXI, s. 142.

[100] Uysal, Veysel, Din Psikolojisi Açısından Dinî Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri, s. 24.

[101] Örnek, Sedat Veyis, Etnoloji Sözlüğü, s. 42.

[102] Tanyu, Hikmet, Ankara Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, s. 301.

[103] Tanyu, Hikmet, a.e., s. 301.

120- Kağıtçıbaşı, Çiğdem, insan ve insanlar, s. 4.

[105]Araf 7/28.

[106]Günay, Ün ver. Eğitim Sosyolojisi Dersleri, s. 100.

[107]Günay, Ünver, Din Sosyolojisi Dersleri, s. 313, 315.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort