DOLAR 32,3123 -0.01%
EURO 34,7297 -0.06%
ALTIN 2.421,90-0,05
BITCOIN 22810542,13%
Ankara
18°

AÇIK

04:56

İMSAK'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Su-İ Zan İle Değil Hüsnü Zan İle Geldim

Su-İ Zan İle Değil Hüsnü Zan İle Geldim

ABONE OL
2 Temmuz 2021 15:00
Su-İ Zan İle Değil Hüsnü Zan İle Geldim
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yazım da sizlere karşılaştığım ve yaşadığım beni derinden etkileyen, adeta ders niteliğinde olan iki olaydan bahsetmek istiyorum. Önceliği tabi ki evimizin en küçüğü ve hayatımıza yaklaşık üç yıl önce giren güzel kızımız/kedimiz Hıçkıdık Hanıma vermeliyim.

Hıçkıdık Hanım için evimizin en toleranslı ve en torpillisi diyebilirim. En toleranslı diyorum çünkü evdeki herkes tarafından şımartıldığı gibi ne kendisine kızılabiliyor ne de ceza verilebiliyor. En torpillisi diyorum sevdiği şeyler özenle seçiliyor ona göre tedarik ediliyor. Bizler öyle değiliz sevmesek de beğenmesek de hoşumuza da gitmese; kullanmak, yemek veya almak zorunda kalabiliyoruz. Bütün gün yiyip içip yatabiliyor mesela. 4 yaşında ki küçük kızım bile yapamıyor onu. Gözümüze batıyor ve hemen bir iş tertip ediyoruz kendisine. 🙂

Hal böyle iken Hıçkıdık Hanım; fazla hareket etmez uysal,  sakin,  uyuyarak, yavaş yavaş yürüyerek ve arada gelip sevmemizi isteyerek hayatını ikame eder. Dedim ya kendileri şanslı diye; en güzel mamalar kendisine alınır verilir önüne konulur. Onları bir güzel iştahla yiyip tekrardan sessiz dünyasına çekilir.

Yine böyle günlerden bir gün önüne konulan mamayı yerken, çiçeklerin arasından çıkan küçük bir sineği fark etti.  Gözler büyüdü, vücut yere doğru pozisyon aldı, kuyruğu hızlı hızlı yere vurarak amansız takip başladı. Artık tamamen sineğe kenetlenmişti. Bulduğu ilk fırsatta da hoplayarak zıplayarak kayarak sineğe sağ kroşeyi vurdu ve düşürdü. Yerde yatan sineği patisi ile yokladı ve hafif bir kanat çırpıntısında bulunan sineği dilini uzatarak mideye indirdi. Bu gözlemlediğim birinci olaya tekrardan döneceğim. Biz şimdi ikinci olaya geçelim.

Malum pandemi dönemindeyiz; camii, cemaat, vaktinde eda bunlardan uzak kaldık. Yine böyle öğle ezanın okunmasından bir saat sonra gibi camiye geçtim ve Allah kabul etsin öğle namazını eda ettim. Camiden ayakkabılarımı bağlamadan bahçede bağlarım düşüncesi ile çıktım ve gözüm boş bir bank aradı. ( O kadar rahatıma düşkünüm ki oturarak bağlamalıyım. ) Maalesef avlu içerisinde ki bankların hepsine iki kişi oturmuştu. Tam yere doğru eğilme düşüncesi ve sıkıntısını düşünürken bir kişinin oturduğu bankı gördüm ve ona doğru ilerledim. Yüzümde; bir kişide olsa boş bir bankın mutluluğu ve gururu ile ilerlerken, bankta oturan kişinin farklı farklı el kol hareketleri yaptığını onun bir meczup olduğunu anladım. Yavaş yavaş adımlarım kısaldı ve artık durma noktasına geldi. En fazla yarım adım daha atıp olduğum yerde ayakkabılarımı bağlamak için eğilirken, meczup yaptığı el kol hareketlerini bıraktı ve bana el hareketiyle gel gel demeye başladı.

Evet, geri çeviremem yapamam böyle şeyleri, davete icabet ettim ve bankın en köşesine meczuptan durabildiğim kadarı ile en uzağına oturdum. İlk adımı ona bırakmamalıyım düşüncesiyle “Yaşıyorsun bu hayatı” diye atıldım. “Yaşıyorum” diye cevap verdi. İçim rahatlamıştı sanki. İçimden tartmalıyım onu fikriyle “kaç yıldır yaşıyorsun” dedim. Birden ceketini çıkardı, gömleğinin kolunu düğmesini açmadan çekebildiği kadar yukarı doğru çekmeye başladı.  Avuç içi yere bakar şekilde bileklerine baktı ve “Yok, saatim yok” dedi.  Herhalde tarihe falan bakacaktı diye düşünürken içine kocaman bir nefes çekti ve bıraktı. Sonra bana döndü ve “ Bir tane daha aldım ve verdim” dedi. Sustum. Bir şey diyemedim. Sanki “bir tane daha alıp veremedim”.

İşte bu iki olay; o kadar farklı gözükse de benim düşüncemde birbirine o kadar bağlı. Neden mi dersiniz? Hıçkıdık Hanım’ın önüne en sevdiğinden, en güzelinden, en temizinden konan mama ve onun o mamayı bırakıp küçük, çelimsiz ve nerelerde gezdiği belli olmayan sineğe kayması. Aynı bizlerin nefsimize hoş geldiği için temizi, güzeli, doğruyu ve yararlı olanı bıraktığımız gibi. Yani kısacası Helal olanı bırakıp Haram olana doğru taklalar attığımız gibi. Bunun daha da vahim olanı ikinci olaydaki gibi bir nefes daha alıp vereceğimizin garantisi olmadan yapmamız. Günler, aylar, yıllar hesap ederken bir nefes alıp veremeyeceğiz gerçeğini unutarak.

Selahaddin KOCAASLAN; Erkam Radyo yayın yönetmeni kendisi. Her sabah Erkam Radyo da medya gündemine dair programı var. Bakmayın siz program adının Medya Gündemi olduğuna. Program içerisinde 24 saatlik bir radyo yayın akışın da neler bulmak isterseniz hepsi mevcut. Geçenler de yine yolda programını dinlerken, eksik fazla olabilir şöyle bir ifade kullandı. “ Uyuyan birisini uyandırmak kolaydır, uyuma numarası yapan birini uyandırmak çok zordur”. Evet, nefislerimiz uyumuyor, bizlere uyuma numarası yapıyor. Bu yüzden de Helal – Haram konusunda uyandırmakta zorlanıyoruz. O uyuma numarası yaptıkça bizim de uykumuz geliyor.

Velhasıl yaşadığım bu iki olay bende böyle bir etki oluşturdu. Kimin veya kimlerin ders vereceği belli olmadan nefsime uymuş gidiyorum. Yazıma burada son verirken yaşadığım bu iki olaydan sonra yazdığım küçük bir şiiri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Kalın Sağlıcakla.

 

Su-i zan ile değil hüsnü zan ile geldim Ey Nefis;

Sözüm yalın ve açık bir şekilde sana.

Sakın kızma, küsme ama imtihan burada.

Hem de her nefeste her anda.

 

Bir ikindi vakti kadar belki daha az,

Başlar önde Huzura varınca.

Önemi yok ahların, vahlarin,

Olsa da vezir veya şahların.

 

Her saniyeyi her nefesi fırsat bilelim,

‘BEN’ i beslerken unutmayalım ruhu, onuda doyurup öyle gidelim.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort