DOLAR 32,2615 0.05%
EURO 34,7946 0.02%
ALTIN 2.406,61-0,09
BITCOIN 2044442-1,06%
Ankara
18°

AÇIK

20:12

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Genç Ufuk

Genç Ufuk

28 Mart 2024 Perşembe

Medine’nin Kardeş Şehri İstanbul; Dârû’l Hilafe | İnceleme

Medine’nin Kardeş Şehri İstanbul; Dârû’l Hilafe | İnceleme
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Medeniyet tarihinde Akdeniz bölgesinin iki mühim merkezi İstanbul ve Roma’dır. Bu ikisi diğer şehirler arasın da tarih, kültür ve coğrafyaları itibariyle farklıdırlar. İstanbul M.Ö. 658 yılında Sarayburnu’nda BZAS tarafından kurulan bir site devletidir. Roma’ya bağlı olarak yaşarken, Roma İmparatoru Septimius Severus’un rakibi NİGER’i desteklediğinde 195. Şehir işgal edilmiş ve yıkılmıştır. Roma’da paganlarla anlaşamayan I. Konstatinus burayı terk ederek BİZANTİON’a taşındı. Böylece Bizantion Roma’nın II. Başkenti oldu. İmar faaliyetlerinde bulundu. İstanbul 11 Mayıs 330 yılından 1922’ye kadar Roma, Bizans ve Osmanlı’nın 1592 sene başkentliğini yapmıştır. Bizans’ta ki bir iktidar mücadelesi sebebiyle IV. Haçlı Seferi 1204 yılında gerçekleşti ve şehir işgal edildi. 1261 yılına kadar devam eden bu Latin istilasında İstanbul yağmalandı ve 57 senede şehir bir harabe haline geldi.

Hicretin beşinci yılında (milâdi 627) vukû bulan Hendek muharebesi hazırlığı sırasında Hz. Peygamber –sav-, ashâbın kıramadığı büyük bir kayayı, bizzat kırarak parça parça etmiştir. O esnada çıkan kıvılcımın ışığında Cenâb-ı Hak, Efendimiz –sav-‘e Doğu Roma İmparatorluğu ve İran’ın fethedileceğini göstermiştir ve O –sav- da ashâbına bu müjdeyi vermiştir. O aziz insanlara, “Siz oraları fethedeceksiniz” buyurmuştur. İman nimetinden mahrum kalmış, Rabbimizin güç ve kudretini idrâk edememiş münafıklar ise, “Doğu Roma’yı yıkacaklarmış, Sasanî İmparatorluğu’nu alacaklarmış” diye Müslümanlarla alay etmişlerdir. Ama Peygamber Efendimiz –sav- in ifade ettiği tüm bu tebşîrât, kendisinin ahirete doğumlarından seneler ve hatta asırlar geçmiş olsa da bir bir gerçekleşmiştir. 29 Mayıs 1453 tarihinde Sultan II. Mehemmed tarafından fethedilen “İstanbul, bir İslam şehri” halinde gelmiş ve şehir bu yönlü olarak imar edilmiştir. Elbette, İstanbul’un manevi Fatih’i Ebâ Eyyub el Ensâri –r.a.- da hayırla yâd ediyoruz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed –sav- Fetih Hadisi ile İstanbul ile Medine’yi kardeş şehir olarak ilan etmiştir. Allah Resulü –sav- e ait iki hırkası ile mukaddes emanetler İstanbul’umuzdadır ve bunlar Hilâfet’in sembolüdür.

İstanbul’un bir İslam beldesi haline gelmesi çalışmalarına Sultan Mehemmed, Cami ve küllüye merkezli olarak başlamıştır. Yirmi bir yaşında İstanbul’u fetheden Sultan’ın dahiyane görüşü dikkatimizi çekmektedir. Osmanlı Devletinin ilk on padişahı Dâhi’dir, üstün zekalıdır. Diğerleri de mühim şahsiyetlerdir. Fatih Camii Külliyesi, şehrin ilim ve medeniyet merkezi oluşunun önemli bir göstergesidir. Külliye, 120.000 m2’lik bir saha üzerine adeta bir taç gibi yerleştirilmiştir. 1462-1470 yılları arasında inşa edilmiştir. Külliyenin mimarı, Sinan-ı Atik, Eski Sinan, Azadlı Sinan adıyla anılan şahıstır. Kabri Fatih Nişancada ki Kumrulu Mescid haziresindedir, vefatı 1471’dir. Mimar Ayaz, Abdal Sinan, Benna ve Luka gibi ustalardan istifade edilmiştir. Fatih Külliyesini kısaca tanımamız Fethin üzerimizde ki bir sorumluluğudur.

CAMİİ

Cami temel unsurdur. İstanbul’da ki ilk Selâtin Camii’dir. Sonra ki Selâtin camilerine örnek olmuştur. Bu mevkideki Havariyun Kilisesi, Fatih tarafından Gennadios Skoloriois’e Patrikhane makamı olarak verilmiştir. Harabe haldeki bu mabetten Fatih’e Fethiye Camii’nin yerinden taşınmış, Pammakaristos Manastıra geçmiştir. Bugünkü Fatih Camii Sultan II: Mehemmed’in yaptırdığı cami değildir. 1766 zelzelesinden sonra, dış avlu kapısı (Çorbacı Kapısı) cümle kapısı duvarı, iki minarenin pabucu, kürsüsü, şadırvan, avluda ki pencereler, çini panolar, yan tarafta ki sıra musluklar ilk Fatih Camii’inden kalmadır.

Fatih Camii’inde halka açık olarak; Fıkıh, Kelâm, Hadis, Tefsir, Matematik, Tarih gibi konularda dersler/vaazlar yapılıyordu. Osmanlı İlim ve Kültür tarihi ile ilgili şu hususu özellikle bilmemiz gereklidir; Medreselerde ilim tahsili yapılır, Camilerde vaaz ve irşâd faaliyetleri ile ibadetler yapılır, tekkelerde insanlar terbiye edilir ve edep öğretilir, Enderun’da ise Devlet Adamı yetiştirilirdi.

Fatih Camii içerisinde Müezzin mahfilinde ki büyük ebatta ki tablo (133*204 cm) şöyle görülüyor; sol taraf en üstte Kûfî hat ile Ravza-i Mutahhara ve Medîne, onun altında dünyanın ortasında Kâbe-i Mu’azzama, Mekke ve Osmanlı Kalesi, alt ortada uzaklardan gelen küçük ebatta Hicâz demiryolu ve şimendüferi hareket halinde canlandırılmış, sağ yarısında ise mehtapta Yıldız Sarayı Seyir Köşkü’nden Yıldız Hamidiye Camii, Marmara Denizi, sağda Ayasofya ve Sultan Ahmed Camiileri, solda da Üsküdar resmedilmiştir. Son en alt rafta ressamın Ta’lik hat ile şu yazısı vardır: “Fî 27 Ramazân-ı mübareke sene 1323. Meşihat-ı Ulyâ Kalemi hulefâsından Mîmârzâde Mehmed Alî..” Bu zât Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin  dâmâdıdır. Mustafa Sabri Efendi’nin Fatih Çarşamba ‘da ki evinden Malta’da eskiciye düşen bu levhayı bir hanımefendi tek altına satın alıp evine götürürken, cemaatten biri tarafından fark edilip câmiye vakfedilmesini sağlamıştır.

Fatih Camii’inde yakın tarihimizde meydana gelen şu hadiseyi burada zikretmek isterim. Müslümanların siyasi birlikteliğini bozmak, kendi emellerine göre İslam diyarlarını sömürmek isteyen güçler tarafından 31 Mart vakasında, (Rumi takvime göre 31 Mart 1325 tarihinde başladığı için bu adla anılır. Miladi Takvime göre 13 Nisan 1909) Selanik’ten İstanbul’a gelen harekat ordusu Fatih Külliyesi’ni kuşatmıştı. Harekat ordusu, Yahudi güdümlü İttihat ve Terakki güruhu tarafından yola çıkarılmış ve Sultan II: Abdülhamid Han’ı tahtından uzaklaştırmak amacında olan askeri birlik idi. 14/03/2003 tarih ve 436 sayılı Aksiyon dergisinde işlenen Harekat Ordusu yazısında, 500. Yıl vakfı koordinatörü Yahudi Harry Ojalvo’un “gelen harekat ordusunun %60’nın Yahudi olduğu” itirafına yer verilmiştir. Fatih Camii’ne yapılan bu baskın ile bir hafta talebe dışarı çıkamamış ve Camide üç gün namaz kılınamamıştır. Büyük bir terör havası estirilmiş; 1789 Fransız ihtilali sloganları olan hürriyet, adalet, milliyet, uhuvvet sloganları etrafı titretmiştir. Bu harekat ordusu içerisinde “padişaha yardıma gidiyoruz” diye aldatılan Müslüman Rumeli halkından da bir grup bulunmaktaydı. Bulgar, Sırp, Hırvat, Yunan ve Türklerden meydana gelen bu başı bozuklar Fatih, Sultan Ahmed, Sirkeci ve Galata köprüsünden geçerek Karaköy’de bulunan Heykel’e tekmil veriyordu. Bu heykel Siyonizm’in ve Masonluğun kurucusu olan Hiram Usta’nın ve Dul kadın olan Annesin heykeli idi. Bu selamlama şu anlama geliyordu; “İşte geldik, şimdi Yıldız Sarayı’na gidiyoruz. Sultan II. Abdülhamid’i, Emanoul Karasu, Aram Efendi ve diğer yandaşları ile tahtan indireceğiz. İntikamını aldık, alacağız, müsterih ol.” Harekat ordusu kumandanlarından Selahaddin Adil Paşa Camii avlusunda yapılan çarpışmaları “Hatıraları’ında anlatır. Ne hazin bir itiraftır… Hep bir ağızdan ‘Biz ne idik ne olduk. Saye-i hürriyette şeriattan kurduk.’ Sloganıyla etrafa ateş edilir.” Şu anda caminin Akdeniz ciheti yüzünde yüz on tane Bulgar mermisi darbesi çok net olarak görülmektedir. Mermi çekirdekleri hâlen duvarın içindedir.

Hafız Mehmed Rüştü Efendi o günlerde orada talebedir. İki asker tarafından kovalanır. Yakalanırsa “mermiye yazıktır” diye süngüyle öldürülecektir. Bu süngü şu anda Yıldız Sarayı müzesinde teşhirdedir. Can korkusuyla kaçan genç molla çevreyi bilmediğinden bir çeşmenin deposuna girerek kendini kurtarır. 1910 yılında Fatih Camii Sahn-ı Semân Medresesi mezunu olan Hâfız Mehmed Rüştü Efendi Askeri Alay Müftüsü olarak görev yapmıştır.

SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ

Yüksek ihtisas medreseleridir. Molla Hüsrev, Ali Kuşçu, Mevlana Ali Tusi gibi zamanın en iyi yetişmiş hocaları bu medreselerde görev yapmışlardır. Sahn kelimesi “düzlük yer” manasındadır. İbtida-i hariç, Hareket-i hariç, İbtida-i dahil, Hareket-i dahil medreselerinden geçip Sahn Medresesine ulaşılıyordu. Sağda Akdeniz, solda Karadeniz medreseleri adı veriliyor. Her medrese de bir meydan Sahn etrafında dizilmiş on dokuz (19) oda ve bir dershane, gusülhanesi ve tuvaleti vardır. Odalar 4.20 m2’dir. Her odanın bir penceresi, bir ocağı, kandil koyma yeri ve rafı vardır. Fatih Medreseleri, mimari bakımdan Osmanlılarda dönüm noktasıdır. Medrese, bizim tarihimizde “Ehl-i Suffa” ile ilk defa görülür. İstanbul’da daha sonra yapılan Selâtin medreselerine örnek olmuştur. İki tek, bir çift uslübuna göre yapılmıştır. Her odada bir talebe kalır. Odalardan biri müderrise, biri mu-id (asistan) diğer ikisi hizmetlilere ayrılmıştır. 1509 ve 1766’dan sonra esaslı tamirat görmüşür. Öğrenci yurdu olarak kullanılan bu mekanlar şu an boş ve atıl bir haldedir.

TETİMME (TAMAMLAMA)=MUSILA-İ SAHN MEDRESELERİ

Sahn medreseleri gibi dörderden sekiz medresedir. Sahnın arka sokağında paralel vaziyettedir. Onları tamamlar nitelikte olup, derece olarak Sahn’ın altında idiler. Tamamlayıcı vasıfları vardı. sahn’ın idadileri (liseleri) gibi görülürler. Orta seviyede medreselerdir. İmaretten 600 suhtenin yemek yediği zikredildiğine göre her odada birden fazla öğrenci kalmaktadır.

KÜTÜPHANE

Sultan Fatih’in dört medreseye kitaplar vakfettiği ve dört Hafız-ı Kütüb tayin ettiği bildirilmektedir. Kitaplar camide ki dolaplara nakledilmiş, sonra da I. Mahmud tarafından 1742 yaptırılan (kıble duvarına bitişik) kütüphane binasına getirilmiştir. Bir hafız-ı kütüb tayin edilmiştir. Semt sakini ulema ve talebe, medrese öğrencileri buradan faydalanmıştır. 5500 cildlik bir kitap yekünü bulunmaktadır. 1950’lerin ortalarında kitaplar Süleymaniye kütüphanesine götürülmüştür.

DARÛŞ-ŞİFÂ

İstanbul’da ki ilk sıhhi binadır. Süleymaniye tıp medresesi açılana kadar pratik eğitim vermiştir. Karadeniz tarafında, tabhanenin simetriği durumundadır. Açık avlulu etrafında hücreleri olan medreseye benzeyen bir binadır. Güneyinde bir mescid vardır. 1766 depreminde harab olan bina, II. Mahmud devrinde yerine haneler yapılması düşünülmüştü. Bir bölümü Demirciler Mescidi adıyla bir müddet kullanılmıştır. 1894 depreminde büyük hasar gören mescid 1908 Çırçır ve 1918 yangınında yanmıştır. Yerinde apartmanlar vardır.

MEKTEB

Mekteb Külliye’nin ilköğretime tahsis edilen birimidir. Muallimhane, Daru’t-talim ve mekteb isimleriyle anılan İstanbul’da Osmanlıların yaptığı ilk Sıbyan Mektebidir. Osmanlı toplumunda bir evin evlâdı 4 yaş, 4 ay, 4 günlük olduğunda sıbyan mektebi ile eğitim hayatına başlardı.

Mekteb, Camiin batısında idi ve 1918 (1334) Fatih yangınında yanmıştır. 1938’de ise 4 duvar Mekteb binasından kalıntı olarak duruyor idi.

HAZİRE

Cami külliyesi içerisinde bulunan mezarlık kısmıdır. Burada pek çok ilim, irfan ve devlet adamının kabirleri vardır. Birkaçının ismini zikretmek gerekir; Fatih Sultan Mehmed Han’ın hanımı Gülbahar Hatun, Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa, Şeyhul İslâm Dağıstanlı Ömer Hulusi Efendi, Hoca İshak Efendi, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Emiri Efendi, Ahmet Âmiş Efendi… Ziyaret edilerek ruhlarına Fatiha’lar gönderilmesini beklemektedirler. 400 kadar kabir vardır.

MUVAKKİTHANE

Bugün mevcud olmayan Muvakkithane namaz vakitlerinin tayini için çalışıyordu. Caminin batı tarafında idi. Ali Kuşçu’nun yaptığı Güneş Saati sağ minarenin kaidesindedir. Ahşap bir bina olan Muvakkithane 1917’de yanmıştır. Saatler ve levhalar caminin içine nakledilmiştir. Yeniden yapılmamıştır.

HAMAM

Külliyenin güneyinde idi. Çevreye nazaran derinde olduğundan Çukur Hamamı denmiştir. Nevşehirli İbrahim Paşa Caddesi tarafında idi. Bugün yerinde bulunmamaktadır.

KERVANSARAY

Tabhanenin altında idi. Tonozlu kısmı yıkıldı. 1980’li yıllarda yerine Vakıflar İşhanı yapıldı. Devehanı deniyordu. Bugün PTT karşısındadır.

ÇARŞI

Fatih Vakfiyelerinde geçen büyük bir çarşı. Kavaflar Çarşısı veya Saraçhane olarak geçmektedir. Son yüzyılda dükkânların eksilmesine rağmen Dülgerzade Camii’nin 1918 yılında yok olan kıblesinde 3 tane dükkân bu dönemden kalmadır. Kargir tonozlu binalardır.

TÜRBE

Peygamber Efendimiz –sav- in müjdesine nâil olmuş, Fatih ünvanını hak etmiş Sultan II. Mehemmed 3 Mayıs 1481 tarihinde Sultançayırı’nda vefat etmiştir. Nâşı İstanbul’a nakledilmiştir. Şeyh Ebu’l-Vefa’nın kıldırdığı cenaze namazından sonra camiin kıble tarafına defnedilmiştir. Türbeyi II. Beyazıd yaptırmıştır. 1766 depreminde zara görmüştür. I. Abdülhamid 1784 türbeyi tamir ettirmiş, yeni sanduka ve Kâbe örtüsü koymuştur. (A. Aziz, Sultan Reşad ve 1953 tamir görmüştür.) Giriş sundurması sonradan yapılmıştır. 8 köşe bina Türk Türbe yapı tipine bağlıdır. Barok uslüp izleri taşır. Abdül Hak Hamid’in “Merkad-i Fatih’i Ziyaret” manzumesi (1916) türbeye asılmıştır.

İMARET

Aşhane, tabahane, misafirhane ve kervansaraydan meydana geliyordu. Vakfiyenin tevzinamesinde kimlere yemek verileceği yazıyordu.

TABHANE

Akdeniz cihetindedir. Misafirhane olarak da kullanılmıştır. Burada bir aşhane de bulunuyordu. Sonra medrese olarak kullanılmıştır.

DARU’L – KURRA

Şeyhu’l – İslam Sadi Çelebi’ye (1538) Mimar Sinan’a Küçük Karaman tarafından 3 katlı olarak yaptırıldı. Bugün burada Kur’an-ı Kerim kıraat dersleri verilmektedir.

Fatih vakfiyesinde, Fatih Camii’ne (1 Hatip, 2 İmam, 12 Müezzin gibi 83 eleman) türbeye 102 eleman, medreseye 18 eleman darüşşifaya 16 eleman, imarete 37 eleman tayin etti. Fatih vakfiyesi zamanında Arapça sonra Türkçe ve II. Beyazıd devrinde telif edilip bir daha yazılmıştır.

İstanbul’un, İslam şehri olduğunu gösteren tapularından biri olan Fatih Külliyesi’ni bu şekilde özetlemiştik olduk. Ancak şunu da bilmemiz gerekiyor; İstanbul’da ezan okunuşuna tahammül edemeyen Haçlı İttifakı Batı, Bizans üzerine binlerce resim, gravür, kitap ve makaleler yayımlamıştır. İslam mührünün vurulduğu bu topraklar üzerinde emelleri bitmemiştir. 1924 yılında Bükreş’te yapılan Bizans Kongresinin XXII. Si 27 Ağustos 2011 yılında Sofya’da bin kişinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Bizantonoloji kongre ve seminerleri hızla devam etmektedir. 1936 yılında İstanbul’a gelip 1952 yılına kadar şehrin nâzım planını çizen Fransız Mimâr Henry Prost, Osmanlı mimâri eserlerini acımasızca imha etmeye başlamıştır. Yakınlarına; “ Bizim son hedefimiz, sur içindeki İslâmî eserleri yok etmektir” demiştir. H. Prost’a yol gösteren ise, yanında ki asistan Yahudi ve Bizantalog olan Aron Angel’dir. Batılı, Haçlı ve Siyonist zihniyetine karşı bizim de kendi kültür ve medeniyet davamızı ruh edinmemiz gerekir.

İstanbul’un fethini idrak ettiğimiz şu günlerde büyük bir hassasiyetle üzerinde durmamız gereken şudur; Istanbul’a sahip, fethe sahip çıkmakla, fethe sahip çıkmak da Istanbul’a sahip çıkmakla ancak mümkün olacaktır. Istanbul’a sahip çıkmak da sadece yerin üstündekilere değil, onlara ruh veren değerlere, manevi dinamiklere sahip çıkmak ve fetih istikametinde hayatımızı devam ettirmekle sağlanacaktır. İstanbul’un İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından işgal edildiği yıllarda, özellikle cami duvarlarına yapıştırılmış şöyle bir SİLÜET dikkatleri çekiyordu; Üsküdar’dan şehre bakarken görülen Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii, Sultan Ahmet Camii ve derinliğine Haliç’in fark edildiği bir poster… Posterin üzerinde ki yazı şöyledir; “BU ŞEHİR KİMİNDİR” altında yazılı olan cevap ise hepimize ders veren “BU ESERLER KİMİNSE BU ŞEHİR ONUNDUR” ifadesidir.

Fetih bir ruhtur ve ruha yüce şahsiyetler sahip olurlar. Hz. Muhammed (s.a.v) ve O’nun yolunun takipçisi Ebû’l feth ü ve’l megâzî Fâtih Sultan Mehemmed gibi…

Ne mutlu o ruha sahip olanlara ve ona sahip çıkanlara!

 

Süleyman Zeki BAĞLAN

Kültür Tarihçisi

*Bu makale, Anadolu Gençlik Dergisi 2016 Mayıs ayı sayısında yayımlanmıştır.

   

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort