DOLAR 32,2615 0.05%
EURO 34,7946 0.02%
ALTIN 2.406,61-0,09
BITCOIN 2044442-1,06%
Ankara
18°

AÇIK

20:12

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

“Fark Yaratıyorum O Halde Varım” ve “Temiz Türkiye” (2)

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün en nihai ölçütten yola çıkmak istiyorum. Çünkü “herkes” olmaksızın “bir kişi” de olmayacak gibi görünüyor. Batılılar için dünya savaşlarından sonra geriye güvenecek ne kalmıştı ve şimdi bizim için güvenecek ne kaldı geriye? Madem Michel Foucault ve Edward William Said’i göz önünde bulundurarak şimdinin varlıkbiliminden söz edecektik, o halde sorumuz artık budur: Geriye güvenecek neyimiz kaldı? Zira Ebû Hâmid el-Gazzâlî, “el-Münkizu mine’d-Dalâl” adlı eserinde aklı gözlerinde olan insanlar için “Onlar adamı hak ile tanımazlar, bilakis hakkı adamla tanırlar” demişti. Artık “hak” da kalmadı, “adam” da kalmadı. Adamların yalancılığına zaten tanık olmuştuk, sonunda “hak” da darmadağın oldu gözlerimizin önünde. Böyle zamanlarda bir bilgin ne yapmalıdır? Dilin içinde tutsak kalarak düşünebilen ve konuşabilen bir filozof ne demelidir ki, bizim ilkelerimiz açısından fark yaratmış olsun ve birileri açısından da temizlik üzerine yoluna devam etmiş olsun? Tarihi günümüze çağırarak –mesela Cemil Meriç’in ne denli değerli bir düşünür olduğunu iddia edip onu anlamayı önererek- da cevabı geçiştirilebilecek bir soru değildir bu. Bence bir toplumda önce tercümeler yapılır, sonra tercümeler yerelleştirilir. Ardından ilk doğa felsefesi, bunu takiben de sırasıyla şiirsel, siyasi ve felsefi düşünceler ortaya çıkar. Türkiye’de aşırı politize olma siyasal düşünce için şartların elverişli hale geldiğini göstermektedir. Fakat bize ait siyasi bir düşünce var mıdır? Bence anlam olarak vardır.

Sonunda insana kalan ancak onun tecrübesidir. Tecrübeyi değerlendirmek için de faydadan daha arınmış güvenilir bir zemin bulunmamaktadır. Nitekim insan tanımımızda biyolojik ve psikolojik gereksinimlerin giderilme yollarını birer fayda olarak belirlemiştik. Tesadüfen karşılaştığımız hangi düşünce değil, artık bizdeki hangi düşünce daha faydamıza görünmektedir? İslâm’ın dil-üstü kaynakları olan Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet de (ve “icmâ”) aklı kullanmanın en müşterek zemini olarak bireysel ve ortak faydanın temini kaygısından yola çıkmayı önermektedir. Buradaki faydayı Batılı faydacılık anlayışına ilişik hesapladığımız her anda da sürekli akıl tutulması yaşayacağız. Gelişigüzel karşılaştığımız düşüncelerden arınmayı ve onları yeri geldikçe salt faydamız için araçsal olarak sahiplenmeyi öğrenebilmeliyiz. Çünkü aç ve açıkta kaldığımızda Batılıların bize insanlık getirmediklerini yeterince tecrübe ettik. Hümanizm böyle bir ortak faydayı temin etseydi geride kalan 300 yıl içerisinde Asya, Afrika, Güney Amerika ve Doğu Avrupa insanları alabildiğine dışlanmazlardı. Örneğin kapılacağımız düşünce sosyalizm gibi her seferinde bizi Batı Avrupa tecrübesine daha fazla muhtaç hale getiren bir düşünce de olmamalıdır. Aç ve açıktayken de “bizde neden sanat var değildir?” gibi fayda düşüncesinden uzaklaştıran soruları da sormamalıyız. Zira “sanat sanat içindir” diyenler, ardından “toplumda neden sanata sahip çıkılmıyor?” gibi son derece şizofrenik ve bencil bir soruyu da ekliyorlar önümüze. Sanat şu anki ihtiyacımız değildir. Bizim ihtiyacımız önce ne olduğuna ilişkin tecrübî bir ölçütü yeterince kullanabilmeyi öğrenmektir. Bedel ödemeksizin tüm dünya herkesin karnını doyurup da kalacak yer temin edecekse ve peşi sıra aklımıza da karışma hakkını kendinde görmeyecekse sosyalizm, liberalizm, fundamentalizm, sanatsever ve çevresever ne talep ediliyorsa hemen sahiplenelim. O zaman vatanımızı sahiplenmek düşüncesinden de vazgeçeriz; çünkü vatan sevgisiyle söz konusu düşünceler birbiriyle gerçekten çoğunlukla çelişen parametrelere dayanmaktadır. Buna dini düşünce de dâhildir. Ayrıcalığı imleyen her duygu, evrenselliğe gönderme yapan her duyguyla bir yerde mücadele etmek durumunda kalır.

Tecrübemiz, canı yanan ve emek vermeksizin bir faydayı elde etmeyi başaramayan insanların dışında herkesin temizliği bir taktik olarak kullandığını ve aslında kimsenin temizlik konusunda samimi olmadığını göstermektedir. En azından Türkiye’de birbirinden farklı tecrübî çevrelerin birbirleriyle ilgili düşünceleri böyledir. Ülkenin ekonomi, sağlık, eğitim, ulaşım, dil ve başka sorunlarını daha az kötü noktalara taşıyan ve gerçek faydalar temin etmiş olan bir siyasi iktidar bile herkes tarafından ortak bir irade beyanıyla yeterince güvenilir bulunmuyorsa, aslında insanlar birbirlerine güvenmek istemiyorlar demektir. İnsanlar şartsız ve kayıtsız önce kendilerine güveni talep ettikleri halde muhatapları olan hiç kimseye hiçbir koşulda güvenmiyorlardır. Benzeri ancak vahşi doğa hukukunda gözlemlenebilecek şu olgusal görünüm, insanların barış ve huzuru da yeterince istemediklerini göstermektedir. Nitekim dünyanın hâkimi olarak kabul edilen çevrelerin Türkiye’de kendilerini iktidar görmek istediklerini söylemek, mevcut akıl tutulmasında yadırganmıyor. Ülkede herkes bir anda her şeyi talep etme hakkını kendinde gördüğü halde emek vermeyi ve sabretmeyi onaylamıyor. Türkiye’nin tepesinde varolduğu gözlemlenen çatışmalar bir bakımdan insanımızın çatışmayı tetiklediğini göstermektedir. Sadece canımız sıkıldığı için her defasında eskiyi sığınılacak bir liman haline getirebiliyorsak biz aşağılanmayı bile hak etmiyoruz demektir. Yine de ülkemizin insanı aşağılanmamalıdır; çünkü Türkiye’deki insanlar bile yeterince samimi değilse, dünyanın hiçbir yerinde samimi insan kalmamış demektir. İşte bütün bunlar, tecrübemizin bize gösterdikleridir. Bana öyle birini veya düşünceyi söyleyin ki, tarihsel anlatı yapıp da birilerini veya bir düşünceyi töhmet altında bırakmakla yetinmesin ve hiç kimsenin düşüncesine karışmaksızın bir ay sonra ülkenin çehresini değiştirmenin yolunu versin. Ülkede sırf iktidar olmak için son yıllarda daha fazla kaşınmış farklılık ve bölünmüşlüklerin yanı sıra dış ülkelerin kendilerince haklı müdahaleleri, “ben akıllıyım” diyenlerin gerçek maksatlarının “sizler birer geri zekâlısınız” olduğunu göstermektedir. Çünkü televizyonlarda sunuculuk yapanların, gazetelerde yazarlık yapanların ve çeşitli programlara konuşmacı olarak katılan hukukçu, politikacı, sağlıkçı ve başka alanlardaki uzmanların aylık kazançları hiç kimse tarafından bir soru işaretiyle yan yana düşünülerek bir iyi niyet hesaplatılmasına girişilmemektedir. Kimsenin “ben akıllıyım” demesine olurundan fazla güvenmemeliyiz; çünkü yaşadığımız güvensizlikler, uzmanlık alanımızın dışındaki bilgileri kullananların da bizi aldatma ihtimallerini belirginleştirmektedir. Eşitlik diyenlerin kendilerini ayrıcalıklı hissettirme hakları olmamalıdır. Fakat eşitlikçiler genelde altlarındakilerle değil üstlerindekilerle eşitlenmek isterler ve bu, dünyanın kaderidir!

Benim tecrübemin söylediği şudur: Güvensizliğin fazla geliştiği, iletişimin mümkün olmadığı ve eşitlikçilik adına çatışmaların fazla tetiklendiği zamanlarda insanlar için hayatta kalmanın tek ölçütü “güç” olmaktadır ve “hak” için yola çıktıklarını söyleyenler için bile söz konusu güç, hakkı tayin etmektedir. Hayat karşısında din, bilim, ideoloji, tecrübe ve başka öneri geliştirme kabiliyetine vakıf her türlü dilsel bağlam birer akıl niteliğindedir ve genellikle oluşturulmuşlardır. Elimizde daha fazla hayatta kalmayı temin edecek ne denli yerli bağlamlar varsa o kadar “bu dünya”ya yabancı akla ve imkâna sahibiz demektir. Yerlilik, yaşadığımız dünyanın en değerli sermayesidir. Çünkü biz, birbirimize bile yeterince güvenemiyorken dışarıdan kolaylıkla aldıklarımıza hemen güvenebiliyorsak –mesela İbn Sînâ din açısından zararlı bir adamdır derken Henry Bergson fevkalade gelişmiş bir akla ve izana sahipti diyebiliyorsak-, kimsenin bize fazladan silah tutup zahmete girmesine lüzum yoktur (ben buna “negatif harakiri” diyorum). O halde tecrübemizden şimdilik çıkarsadığımız iki önerme bulunmaktadır: 1- Daha fazla temizlik olacağını sanarak daha çok çatışmayı örgütlemeyeceğiz. Canımızın acıtılması ve hayal kırıklığına uğratılmamız pahasına daha az riskli olana –yani düzene- güveneceğiz. 2- Hayatta kalmanın mümkün her yolunun aklın içine girdiğini bilerek yerli yolları geliştirmeye bakacağız. Bedel ödemeye ve yüzyıllarca sürecek bir beklemeye dönüşmesi ihtimali varken bile sabra razı olacağız. Herkesin acı çekmesini izlemek yerine daha çok zahmete girmeye razı olmak, bence daha güvenli ve faydalıdır.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort