DOLAR 32,2561 0.01%
EURO 34,8687 0.4%
ALTIN 2.429,571,53
BITCOIN 20181101,71%
Ankara
22°

KAPALI

04:09

İMSAK'A KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Fransız İhtilalinin Finansal Kaynağı ve Birinci Dünya Kavramı

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’de Fransız Devrimi’ne (1789-1799) ilişkin ezberlerin varlığı ve bu arada söz konusu ezberlerin bağlandığı genel geçer insani sonuçları kabul etmek konusunda isteksiz davrananların geliştirdikleri soruların sürekli geciktirilen [ve aslında hiç olmayan] cevapları, insanı yeni bir soru sormaya itiyor. Çünkü “Birinci Dünya” olarak tüm politik ve askeri bağlamlarından bağımsız kullanılan bir anlamsal içeriğin yarattığı metafiziksel kodun aynı zamanda Fransız Devrimi ile de ilişkilendirilmesi ve ilerlemenin evrensel ölçütlerle doldurulması, bilimsel devrim ve aydınlanmanın yanı sıra önce Fransız İhtilali’ne dair göz ardı edilmiş sorular üretmeyi gerekli kılmaktadır. Nitekim “bilimsel devrim” ve “aydınlanma” kavramlarının tarih üzerinden dayattığı zoraki üretilmiş anlamlar farklı tarzlarda yapıbozuma uğratılmış bulunmaktadır. 1789’da kilitlenen ünlü devrime (!) ilişkin sorulacak bir soru şudur: Fransız İhtilali’ni ekonomik olarak destekleyen ve güvence altına alan devlet hangisidir, mesela İngiltere midir? Eğer İngiltere ise, Fransız aydınlanmasını sahiplenerek hayal kırıklığına uğrayan Almanlar yanlış bir tercihte bulunarak -benim yeni bakış açımla- İkinci Dünya olmaya mı razı oldular?

“Birinci Dünya”, “İkinci Dünya” ve “Üçüncü Dünya”, anlaşılabildiği kadarıyla İkinci Dünya Savaşı –söz konusu “dünya” kavramının içerisine Doğulular ve Güneyliler ancak araçsal olarak girmektedirler- bağlamında anlamlandırılan isimlendirmelerdir. Bir bakış açısına göre, Amerika Birleşik Devletleri ve kapitalist gelişmiş dünya “birinci”, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve sosyalist blok “ikinci” ve söz konusu iki dünyanın dışında kalan, ses çıkarma hakkı bulunmayan veya tarafsız olanlar “üçüncü dünya” olarak anılmaktadır. Benim tanımıma göreyse, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nı birlikte kazananlar –İtalya ve SSCB hariç- “birinci dünya”, her iki dünya savaşını da kaybedenler “ikinci dünya” ve savaşlarda bizzat taraf olmayanların yanı sıra tarafmış gibi davranmaya çalışanlar üçüncü dünyadır. Günümüzde uluslararası dengelerin merkezinde yer alan ülkelerin “birinci dünya” tanımımın içinde yer almalarından hareketle böyle bir tanım ve gösterge tarzı geliştiriyorum. “Birinci Dünya”, tam anlamıyla etkin ve bağımsız iken; “ikinci dünya” ve “üçüncü dünya”nın edilgen, karmaşık ve bir tarihten yoksun olduğunu öne sürüyorum. Andığım ilk ayrıma göre de, benim yaptığım ayrıma göre de Türkiye “üçüncü dünya”da yer almaktadır. Peki, Somali, Sudan ve Afganistan gibi söz konusu üç dünya ayrımında yer almayanların ağırlık gücünü belirleyen ölçüt ne olacaktır? Bu ayrı bir soru bağlamına göndermede bulunmakla beraber Türkiye’nin bir üçüncü dünya ülkesi ve edilgen bir toplum olduğunu belirlemek gerekmektedir. Çünkü bizimki gibi ülkeler yeni bir ağırlık merkezi veya kimlik oluşturmak yerine dünyadaki verili taraflardan birinde –kapitalist veya sosyalist gibi- bulunmayı tercih edebiliyorlar. Anti-komünist birer propaganda eseri olarak kaleme alınan birçok eserde iddia edildiği şekilde SSCB, İngiltere’nin sosyalizmi denemek ve yeni bir kutup üzerinden insanları tüketmek üzere kurdurttuğu bir devlet ise; Birinci Dünyadakilerin dokunmadıkları bir bağlamın bulunmadığını ve özellikle üçüncü dünyadakilerin yazgılarına sürekli karar verildiğini düşünebiliriz. Fransız Devrimi’nin söz konusu ayrımla ilişkisi nedir ve Fransa kaçıncı sınıf bir devlettir? Eğer Fransa da ikinci dünyadan ise, Avrupa Birliği aslında ikinci dünyanın birleşmesi anlamına mı gelmektedir?

Arkeolojiyi iktidar kavramına uygulamış olan birçok yazardan anladığımıza göre, dünyada tek bir güç ve denge varken ve düzen sürekliyken halk ayaklanamaz. Çünkü tekçi bir yapı içerisinde hiç değilse bir nispette biyolojik ve finansal güvenliğini bulan insanlar, söz konusu ikisini birlikte tehdit eden bir tehlikede bütünleşmediklerinde veya dünyevi güç herkesi biyolojik ve finansal güvenlikten özellikle mahrum bırakarak bir kaosu izlemek istemediğinde düzenli bir tekçi yapının bozulmasına mantıksal bir olanak bulunmamaktadır. Hz. Musa (S) veya Hz. Muhammed (S)’i bulundukları tarihsel şartlarda birer misyon sahibi kılan ölçüt bile insanların zihin düzenlerinin bozulması için üretilen bir cennet vaadiyle ilişki halindedir. Nitekim iki olay da birer mucize kabul edilmekte ve genellikle akılla açıklanmamaktadır. Şayet tekçi bir yapı veya denge olmayıp da birbirleriyle rekabet halinde iki veya daha fazla güç unsuru varsa, bu durumda mukayese, tahlil ve taahhütleri kayda değer bulmak bakımından halkın zihninde bulanmalar olacaktır. Uzun sözün kısası Fransız Devrimi, halkın devletten memnuniyetsizliğinin farkına varması veya devletin milletine zulmetmesiyle izah edilip insanların ne kadar bilinçli hareket etmiş olduklarıyla hemen anlaşılabilecek bir olay olarak görülmemelidir. Hiçbir halk hareketi dışarıdan destek alınmaksızın yapılamaz ve zaten tahayyül bile edilmez. Durum böyleyken Fransız İhtilali’nin vuku buluşunu Fransız halkının akli yetkinliğine bağlamak en azından fazla iyi niyetlilik olacaktır. Bence Fransız Devrimi, dışarıdaki bir gerçek iktidar tarafından yönlendirilmiş ve finanse edilmiştir. Sormak istediğim soru, acaba söz konusu ülke İngiltere midir? Eğer İngiltere ise, Napolyon Bonaparte’ın politik ve askeri başarısını izah etmek nasıl mümkün olabilecektir?

Varmak istediğim çeşitli sorulardır: Sonraki tüm halk ayaklanmalarının örnek aldığı bir kırılma anı olarak Fransız İhtilali finanse edilmişse, yenilerin bağımsız ve iyi bir amaç için gelişmiş olduğuna dair yeterince ikna edici bir kanıt bulunabilir mi? Eğer “üçüncü dünya”, her iki bakış açısına göre de taraf olmak imkânı bulunmayan devletlerden meydana gelen bir dünya ise, söz konusu üçüncü dünyada vuku bulanların özgürce ve tamamen yönetilmiş bir iyi niyetle açığa çıktığını kendimize nasıl izah edebiliriz? “Şangay Beşlisi”, yeni bir “ikinci dünya” veya bence “üçüncü dünya”yı imliyorsa, aslında ikinci dünya olan Avrupa Birliği’ne nazaran onların yakın vadede varolma şansları nedir? Son olarak, Türkiye’deki herhangi bir insani gelişmenin tamamen bizim belirlediğimiz ve yönettiğimiz bir iradeyle açığa çıktığını kendimize ispat etmek için nasıl bir mantıksal ölçüt bulabiliriz? Söz konusu soruların farklı bir gramer ve terminolojiyle yeniden ele alınması, düzenlenmesi ve cevaplandırılması gerekmekte gibidir. Ne var ki, iktidardan bağımsız bir tarih, dil veya anlam var mıdır? Tarihçiler çeşitli bilgi kusurlarını ve hatalarını anımsatabilirler; fakat onlarda sorunların çözümü olabilecek bir tahlil bulunmakta mıdır? Sanki birer metafiziksel kod gibi işleyen anlam şemalarını -hata ihtimaline rağmen- cesaretle analiz etmek ve biraz felsefe yapmak gerekmektedir. Sadece soruyorum, benim de herhangi bir cevabım bulunmamaktadır.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort