DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Giden Canlar ve “Üçüncü Dünya” Tepkileri

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yazının amacı, varolan öfkeyi yönlendirmek veya yönetmek değildir. Zira bazı şaşkınlıkların görünür olma tarzı, bizzat ölümden duyulan üzüntü ve vahamet duygusuna dair samimi bir izlenim vermemektedir. Ölüm, bir huzur bozma niyetiyle yapılmış katliamdan sonra beklenilmedik bir şekilde geldiyse insanın yaşayacağı şok kasıtlı her türlü görünümü kapatır. Ankara’da inanılmaz bir katliam oldu ve çoğu insanın söyleyecekleri hazırdı. Katledilen insanları sahipleniyor görünenlerin sözleri, samimi izlerden ziyade -yanılıyor olabiliriz- göstermelik ve alışılmış öfkelerden müteşekkildi. Mevcut öfkenin yönlendirilmesi veya yönetilmesi yazımızın herhangi bir amacı olamaz. Çünkü olay henüz yenidir ve şaşkın insan ne tepki vereceğini bilemez. Ayrıca hazırlıksız olduğu belli ve şaşırmış olan bir yönetim ögütlenmesinin de çaresiz kaldığı bir vakıadan söz ediyoruz. 11 Eylül olaylarında Bill Clinton nasıl rakip partiden başkan olan George Bush’a koşulsuz destek vererek yönetimin yanında olmak gerektiğinden söz ettiyse, bizim de önerebileceğimiz ya tepkisiz kalarak susmaya devam etmek ya da birer vatandaş olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne psikolojik destek vermektir. Bunun dışında ölümün varlığı ve öfkelerin varolma tarzının nasıl bir dünya algısına işaret ettiği, bizim bugünkü bağlamımızı teşkil etmektedir.

İlkin “üçüncü dünya” deyince anlamamız gereken bir gerçek dünya durumundan ve halihazırda problemleri anlamlandırırken işimize yarayacak bir vakıadan söz ettiğimizi bilmeliyiz. Aksi takdirde ülkemizi aşağılamak için kullanılan bir isimlendirmeyi alarak aşağılamaya biz de katıldığımızda ve salt bir ezberi tekrarlayarak meşrulaştırma etkinliğini bütün entelektüel bağlam olarak resmettiğimizde, gerçek bir durumu tüketmek gibi üçüncü dünyanın kendi üçüncü dünyasına yakışan bir iş yapmış oluruz. Ayrıca üçüncü dünyalık, bir ülke için tarihsel doğuştan itibaren getirilmiş olan ve tüm tarihleri istikrarlı olarak tüketen, aşılamaz bir gerçek durum değildir. Kabaca ihtiyaçlara ve o ihtiyaçların nasıl giderileceğine karar verme gücü ve yetkisi bulunan ülkelere birinci dünya ülkeleri, ona boyun eğerken alttan alta rakip olma girişiminde bulunan ülkelere ikinci dünya ülkeleri ve ikisinin serüvenlerini izlerken her gördüğünü hakikat sanıp taklit etmeye çalışan ülkelere de üçüncü dünya ülkeleri diyebiliriz. Bandung konferansından sonraki süreçlerde psikolojik olarak dolaylananların aksine bize göre, dünyada dördüncü ve beşinci hatta altıncı dünya ülkeleri de bulunmaktadır. Modern dünyanın bizzat bilmediği ve yeryüzünde yaşamaya devam eden insan topluluklarını da varsaymamız biraz felsefe bildiğimizi kendimize kanıtlamamız için gereklidir! Yoksa yapabileceğimiz bütün felsefeler -tıpkı ikinci ve üçüncü dünyalarda yapılabildiği gibi- ancak güdümlü felsefeler olacağı için aslında felsefe diye üstünleştirilmiş düşünce tarzına aykırı olacaktır.

Ülkemizde her sözü maksadını anlatabilmek için böyle uzatıyor ve bazen ilgisiz konulara fuzuli bağlanabilirken asıl bağlamdan kopuyor ve sonuçsuz sözlerle önemli bir şeyler yaptığımızı sanıyoruz. Üçüncü dünyalarda hep böyle olur. Üçüncü dünyaları bilenler, bir tek ölümlere şaşırırlar; çünkü herkes ölümleri durdurmayı taahhüt eder ve riayet edilmediğinde ölümlerin geleceğini söyleyerek tehdit eder. Ne olursa olsun sonunda daima ölüm gelir. Bu defa farklı olacak denilen her seferinde umuda dair tüm hesaplar yeniden ve yeniden bozulur. Şaşkınlıktaki samimiyet suçluluğun bulunmadığını gösterir. Ölümlerin mevcudiyetine dair samimi bir şaşkınlık yerine mesela hazır bir suçlama ya da savunma mevcutsa, işte o zaman suçluluk muhtemelen paylaşılıyordur. Bir sır verilebilir: Olayın esas kime ne kazandırdığı ve kime ne kaybettirdiği yol gösterici olmakla beraber desteğini delice ortaya koyan ve patavatsızlık yapanlar genellikle masum olabilirler; ama acıyı paylaştıklarını söyleyenlerin gözlerine dikkatlice bakmanız gereklidir. Böyle tecrübi ilkeler yerine her kusuru ve suçu birbirinde aramak da üçüncü dünyanın özgüvensiz ve bilinçsiz tepkilerinden biridir. Kural değil miydi: Taziyede bulunan ilk kişilere dikkat edilir. Bize göre, katliamın kaynağı kesinlikle bu ülkenin içinde değildi. Fakat bu ne ifade edebilir? İçimizden birisi faillerin kimler olduklarını gerçekten de bilse ve hepimize anlatmak istese, nasıl anlatabilir? Onun anlatmaya güvenebileceği ve bizim de anladığımızdan emin olabileceğimiz bir ortak dilimiz kaldı mı? Hafızalarımızda yer alan birbirinden farklı ve çoğunlukla birbirine karşıt anlamlarla doldurulmuş sözcüklerin her anılması esnasında biz sanki amaçlanmış olanları mı anlayacağız? Yaptığınız bir yanlışla bir iftiranın birleşmesi durumunda bile kimseyi ikna edeceğinize inanmadığınız ve hemen kaçmaya yeltendiğiniz bir ülkede vahametin kaynağını ifade edebilecek bir ortak dil bulabilir misiniz? Bunlar üçüncü dünyada sıklıkla karşılaşacağınız durumlardır.

Bir politikacının Avrupamerkezci tarihyazımı üzerinden dayatılmış “Ortadoğu” isimlendirmesini kullanarak meydana gelenleri sıradanlaştırmasına katılmıyoruz ve “üçüncü dünya”dan söz etmemizle onun teması arasındaki ilişki sadece tesadüftür. Ayrıca ölüm hiçbir zaman sıradan değildir. Bu noktada da farklılaşıyoruz. Üçüncü dünya için alışılmış bile olsa -ki Türkiye böyle bir üçüncü dünya değildir-, ölüm, daima şaşırtıcı bir durumdur; çünkü felsefe ve bilimde ya da din veya başka icatlarda ne varsa sadece ölüme mani olmak içindir. Ölüme umumiyetle onu planlamış olanlar şaşırmazlar. Biz, yorumlardan bir tanesi de bizimki olsun veya birilerinin karşısında ya da yanında bulunalım maksadıyla değil de, saydığımız ülkemizde sorunların nasıl varolduğuyla ilgili bir denklem bilgisini hatırlamak belki işimize yarayabilir diye bunları yazıyoruz. Aksi takdirde biliyoruz ki, sorunların temel kaynağı insanların üçüncü dünyanın özelliklerini bilmemeleri de değildir. Söz konusu özellikler fevkalade bilindiğinde değişebilecek olan sadece psikolojik tahribatın boyutlarıdır. Sorunlar nasıl ezberlenmiş demokrasi tekrarları veya süreçleriyle bitmiyorsa ülkenin şu veya bu insanının başta bulunmasıyla da bitecek değildir. Sorunların çözümü belki gerçek ihtiyaçların -üçüncü dünya denklemi göz ardı edilmeksizin- saptanmasından sonra emek verirken on yıllarca sabretmekle mümkün olabilir.

Hayatı meydana getiren milyonlarca detaydan her biriyle ilgili neredeyse bütün konularda farklı, aykırı, çelişik ve öfkeli öyküleri bulunan bizim gibi insanların bir arada bulunabileceğimiz hangi olanaklı dünyadan söz edilebilir? Ülkemizde ilişkileri temin eden ne varsa tamamında sorun vardır. Aile içi iletişimi, eğitim öğretim iletişimi, sağlık hizmetleri, cinsiyetler arası iletişim, emniyet iletişimi, adaletin dağıtımı ve ekonomik kazançların hakkaniyetlere göre paylaştırılmasının gerçekçi bir düzenden beslenmesi ve bunun kabullenilmesi gibi neredeyse bütün hayati konularda olmadık problemlerimiz bulunmaktadır. İlginç bir şekilde tamamının çözümünün politikada olduğunu ve siyasetin hepsiyle ilgili olması gerektiğini düşünüyoruz. Sanki siyaseti yaratanlar söz konusu insanlar değil de bu insanları yaratanlar siyasetmiş gibi davranmaktayız. İktidar olmamaklıktan dolayı dünyaya karşı edilgen olmaklıkla, edilgen bile olsa her iktidarın insan konusunda suçlu olacağını birbirine karıştırmamamız icap etmektedir. Biz iktidar olduğumuzda suçlu olacağımıza göre hiç iktidar olmayalım demek ya aptallıktan ya da özgüven eksikliğinden ileri gelir ve zararlıdır.  Bu arada ne yaparsa yapsın kötülüğü daha az veya daha fazla olarak dolaylamak dışında bir imkanı olmayanları suçlamanın esas iş olduğunu sananlar hiç değilse hayatta fuzuli yere vakit kaybederler. Hayattaki her şeye politikanın çözüm getirdiğinin düşünüldüğü yerler ilk iki dünyanın ülkelerinde değildir.

Üçüncü dünya gibi bir denklemin içerisindeyseniz, çaresizlikte yapılabilecek en az zararlı yol tepkisizliktir. Susmak veya konuşmak kendi başlarına ne erdemdirler ne de başka bir şeydirler. Ne var ki, ihtiyaca ve gerçekçi çıkara göre davranmak gerekir. Buna akıllı olmak diyorlar. Susmak veya konuşmaktan hangisinde bir fayda elde ediliyorsa o tercih edilmelidir. Daha çok sesimizin çıkması denklemle ilgili durumumuzu değiştirmiyorsa tepkisiz kalmak en az zararlı olandır. Zira güçlü olanlar ve planlayıcılar daima tepkilerden hareketle bir şeyleri anlayabilirler. Anlamanın geciktirilmesi hem zaman kazandırabilir ve hem de olumsuz psikolojik etkileşime biraz mani olabilir. Ayrıca ihtiyacımız olmadığı halde konuşmak konuşmanın itibarına zarar verir. Böylece gerçekten de işe yarayacak olduğunda kimse konuşmaya kıymet vermez. Öfke de konuşmanın ve ses çıkarmanın bir yoludur. Öfkenin mevcudiyeti, tek başına acının varlığını artık yansıtmamaktadır. Öfkenin hazırlık durumu ve muhtevası günümüzde suçluyu bulmanın bir yolu olabilmektedir. Katliamın yarattığı ölümler birincil öneme sahip fevkalade bir hal iken öfkenin tetikleyebileceği durumlar onun önemini yok edebilir. Nitekim üçüncü dünyalarda genellikle böyle olmakta ve neticede giden canları kimse konuşamamaktadır.

NOT: Bilgi ve tahlil kuşkusuz önemlidir. Hatta buna olan ivedi ihtiyacımız nedeniyle böyle zaman zaman duygusuzmuş gibi davranabiliyoruz. Dünkü patlamaların yarattığı acı büyük bir acıydı. Ülkemizin canı yandı ve yangın her yeri yaktı. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet niyaz ederken yakınlarına ve tüm Türkiye’ye başsağlığı dileriz. Hepimizin başı sağolsun. Bazen canınız yandığında acıyla ilgili veya kayıpla alakalı cümle kurmak istemezsiniz. Çünkü yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort