DOLAR 32,2561 0.01%
EURO 34,8687 0.4%
ALTIN 2.429,571,53
BITCOIN 20181101,71%
Ankara
22°

KAPALI

04:09

İMSAK'A KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Hukuki Bencillik ve Kötülük Üzerine

0

BEĞENDİM

ABONE OL

20. yüzyılın değerli bilim felsefesi yazarlarından birisi olan Paul Feyerabend, Immanuel Kant ile ilgili ezberlerimizi bozacak bir aktarımda bulunmaktadır. Feyerabend, Kant’ın sözlerini tırnak içerisine alarak nakletmektedir: “Bununla birlikte, bence, iyi bir davayı savunma niyetine hile, kurnazlık, kibir ve aldatmadan daha az yakışan bir şey yoktur. Eğer insanlar bunu fazla ciddiye alsalardı spekülatif aklın savaşı … çoktan bitmiş olurdu veya yakında biterdi. Yani davanın saflığıyla doğruluğu (truth) genelde ters orantılıdır…” (Paul Feyerabend, Yönteme Karşı; Çeviren: Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yayınları, 1999, İstanbul, s. 84, 1. dipnot).

Yaşadığımız hayatın dile getirilmesi güç bir grameri bulunmaktadır. Bu dünyanın öyle rahatsız edici bir akış tarzı vardır ki, az fark edilebildiğinde bile insan, ne çok şey bildiğini söylemek yerine –muhatabının hiçbir şey anlamayacağını bildiği için- susmayı tercih eder. Muhtemelen bir öykü, işarette bulunmayı arzu ettiğimiz insani çapraşıklığa ilişkin bilinç durumlarını biraz anlama imkânı verebilir. Adamın biri, dini konularda bilgisine güvendiği âlim bir zatın yanına gelir ve şöyle sorar: “Hocam, hani kızını deniz kenarında kurban etmek isteyen bir evliya vardı ve Allah da ona kurban etmesi için bir keçi göndermişti. Bana bu evliyanın hikâyesini anlatır mısın?” Hoca acımsı tatta bir tebessümle cevap verir: “Nasıl anlatayım sana bunu? Hikâyedeki o kişi evliya değil İbrahim Peygamberdi. Kurban edeceği kızı değil, oğlu İsmail Peygamberdi. Hâdise, deniz kenarında değil başka bir yerde meydana gelmiş ve Allah ona keçi değil, koyun göndermişti.” Tıpkı öyküdeki kurban olayı gibi hakkında geliştirilmiş soruların bile büsbütün yanlış kurulduğu bir yaşamın içinden doğru anlamlar ve cevaplar üretmeye çabalıyoruz. Sonra doğru anlamları ve cevapları bilmediğimiz –hatta kendi kişisel sorunlarımızın çözümlerini bilmediğimiz- halde şuradan buradan –özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’dan- verdiğimiz örneklerle ne denli ayrıcalıklı bir tecrübeye erişmiş olduğumuzu ve ifade ettiklerimizin yeryüzünün en nadide hakikatleri olduğunu kanıtlamaya çabalıyoruz. Birbirimizi tenkit etmek ve örnek olarak verdiğimiz Batılılara benzemek için bile yine Batı Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın fikirlerini kullanıyoruz. Onlara erişmek için hiçbir zaman güncelliğini yakalayamayacağımız ve her seferinde kendi gerçek tecrübelerimizi inkâr etmemize yol açan düşünceleri –tıpkı elbiselerimiz gibi- dışarıdan ve hazır alıp kullanıyoruz. Ülkemizde özellikle çokça aydınlanmış bulunanlar, Batı’daki akranlarının ayakları altında ezileceklerini bildiklerinden onlara bilenmek yerine birbirlerine ukalalık yapıp duruyorlar. Bu arada yaşadığımız hayatın gramerine karar vermiş bulunanlar da, hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibi gördükleri Doğulu insanları izlerken aralarına rehber olarak dikilmiş Batılı antropologlara soruyorlar, “olan nedir?” diye.

Paul Feyerabend, zor durumda kalan zihinlerin imdadına yetişircesine bir çözüm önermektedir: “Standartları eleştirmenin bir yolu da bunları ihmal eden araştırma yapmaktır.” (Paul Feyerabend, Özgür Bir Toplumda Bilim; Çeviren: Ahmet Kardam, Ayrıntı Yayınları, 2. Baskı, 1999, İstanbul, s. 57) Gramerindeki sıkıntılar yeterince dile getirilemeyen modern bilim için Feyerabend’in burada söylediğini biz elbette modern yaşama uyarlayarak şöyle diyebiliriz: “Standartları eleştirmenin bir yolu da bunları ihmal ederek yaşamaktır.” Aslında benzer değerlendirmeler mesela Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin eserlerinde daha anlaşılır tarzda bulunmaktadır; fakat dile getirilmesi yeterince anlaşılmak bakımından olanaksız olan yaşamsal alışkanlıklar dolayısıyla biz de Batılılaştırma geleneğine uyarak bir noktaya varmaya uğraşıyoruz. Nitekim Publius Syrus bizim için de konuşmuş gibidir: “Acı masuma da yalan söyletir.” (Montaigne, Denemeler; Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,18. Baskı, 2009, İstanbul, s. 80) Standartlara biraz aykırı bakmalı, mümkün olduğu kadar yabani düşünmeli ve birbirine zıt çeşitli tecrübeleri yaşamış gibi zengin tasavvurlar geliştirmeliyiz ki, hesapların dışında bir şeylere erişmemiz mümkün olabilsin.

Imannuel Kant’ın yüce ahlak felsefesini yere düşüren yukarıdaki aktarım bize onun da bir insan olduğunu göstermektedir. İnsanlar çıkarlarının peşinden koşarlar ve onların “iyi” dedikleri, aslında çıkarlarına dönenden başka bir şey değildir. Son zamanlarda yaşıyor olduklarımızın etkisinde kalarak bir anda temizliğin ve adaletin tarafı haline geliverenler ve kendileri gibi davranmayanları insancıllığa aykırı davranmakla suçlayanlar, ne tür bir çıkarı “iyi” olarak tanımladıklarından bile emin olmaksızın yeterince birikime sahipmiş gibi akıl verip duruyorlar. Popüler kavramların artlarında ne sakladıklarını yeterince sorgulamaksızın haklı çıkmış görünmek için düşünen adamı oynuyorlar. Bu arada bir şeyin farkında değiller. Haklı çıkmış olmakla ilgili sahip oldukları heyecanın yüksek dozajı, samimiyetsizliklerini olduğu kadar yetersizliklerini de ele veriyor. Bütün haklılığını muarızının kusurlarına bağlamış bir insanın yeterince akıllı olamayacağını bir önceki yazımda ifade etmiştim. (Nitekim Müslüman dindarların cennet hedeflerine -Kant etiğine dayanarak- “riyakâr” suçlamasında bulunan Türkiyeli bazı felsefecilerden hangisi yukarıdaki alıntının bizzat Kant’a ait olduğunu ve çok sevilen John Rawls’un “Siyasal Liberalizm”de onun etiğini yerden yere vurduğunu göz önünde bulundurmuştur?)

Anlaşılabildiği kadarıyla insanların kendilerini güvenceye almakla ilgili örtük bir hukuki meşrulaştırmaları bulunmaktadır ve bu konuda bilinen hukuk da onları pakladığı düzeyde temiz olan bir tarihtir. Türkiye’de insanlar genellikle bir şeyi anlamak için davranmazlar, haklı çıkmak üzere fırsatları değerlendirmek için davranırlar. Bu nedenle kıskandıkları için reddettiklerini, aslında aydınlatmak için uyardıklarını söyler dururlar. Şu “ben dememiş miydim?” sözünün ima ettiği zavallı kibir kadar erişecekleri mutluluğun da ancak sığ bir mutluluk olacağını onlara kim ne zaman öğretecek? Bize lazım olan, birbirimize karşı haklı çıkmak ve yersiz kibir gösterisi yapmak üzere fırsat kollamak yerine önce samimi olmayı öğrenmeye koyulmaktır. Hiç olmazsa sonraki kuşakların aklına önce kötülüğün gelmesine mani olamaz mıyız?

Ek: Arabesk müziğe gönül vermiş herkesin babası olan Adnan Şenses’e Allah rahmet eylesin.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort