DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Hukukun Fiyatı ve İlişkilerin Güvenilebilirliği

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son zamanlarda gitgide artan itirafların ardından böyle bir yazı kaleme almak istedim. Herhangi bir gereksinimi gidermek için bir insana değmek veya birinin kendisine değmesine izin vermek riskli hale geldi. Güncel politikadaki itiraf veya eleştirilerden fazlasını kastediyorum. Örneğin yolda kalmış ve otostop çeken birini aracınıza aldığınızda başınıza gelebilecekler artık hırsızlık, gasp veya cinayetle sınırlı değil. İki insanın tuvalet sırasında birbirleri hakkında tanık oldukları veya hastanede ameliyatlar esnasında çalışanların tanık oldukları ya da gittiğiniz bir psikolog veya psikiyatrist ile paylaştıklarınız uygun koşullarda baş ağrıtabilir. Öğretmenlerin birbirleriyle ve öğrencilerin öğretmenleriyle ilişkilerinde farklı aritmetiklerin olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Artık aile olmanın, eş veya karı koca olmanın ve dost olmanın bir anlamı kalmadı. Peki, herkesin ya da çoğunluğun böyle hesaplı davrandığı bir toplumsal atmosferde özel ilişkiler bir yana iletişim nasıl kurulabilir? Sıcak huzur ile soğuk huzur arasındaki münasebete ve Avrupai tarzda şehirlileşmenin ya da bireyselleşmenin sorunlarına tekrar dönmüş olmuyor muyuz? Öyle ya, söz konusu gelişmeler Türkiye’nin Avrupaileşmek bağlamında doğru yolda olduğunu gösteriyor.

Çok önceleri yazmıştım: “Birinin dostum olma ihtimalini düşünebilmem için kavga esnasında bana nasıl vurduğunu görmem gerekiyor. Eğer zorunlulukla bana vururken kendi canı da yanıyorsa onunla dost olabilirim. Aksi takdirde bana vururken hırsla ve zevk alarak vuruyorsa ondan bana dost olmaz. Kavga etmediğim biri için “dost” niteliğini kullanmak ise yersizlik ve lüzumsuzluk olur.” Birbirine güvenmemenin üzerinin nezaket ve kibarlıkla örtüldüğü bir dönemde ben çıkarlardan söz ettiğim ve açık alışverişi önerdiğim için acımasızlık ve dengesizlikle suçlanmıştım. Şimdi daha ileri bir noktaya doğru evrilmiş bulunuyoruz. Çıkarların ifade edildiği bir alışverişin olanaklı koşullarının bile ötesindeyiz. İletişime mecburiyet esnasında bile insanlar önce hangi bilgilerinin ne kadara satılabileceğini hesaplamaya başladılar. Acaba anlık veya uzun vadeli hukukların fiyatı ne kadar? Adam satmanın toplumsallaştığı bir ülkede yüce değerleri anmanın bir karşılığı da yoksa benim fiyatım ne kadardır? Tuvalette sesli gaz çıkarmaktan başlayarak hayattaki birçok detay farklı şekillerde karşımıza geldiğinde ne yapacağız? Mesela bir arkadaşınızla beraber çapkınlığa gittiyseniz, bir dini sohbete gittiyseniz ya da bir eyleme katıldıysanız endişe etmeli misiniz? Görebildiğim kadarıyla bu sorunun olgusal cevabı genellikle evettir.

Sürdürülebilir hukukların ve samimiyetlerin bulunduğu zamanlarda –sözgelimi 10 yıl önce- ve yüce değerlerin söylem düzeyinde bir iş gördüğü koşullarda –mesela 6 yıl önce- ben de tanık olduğum bazı özel durumları insanlarla paylaşıyordum. Buradaki yazılarımda paylaştığım özel hususlar da zarar görmesi muhtemel birilerinin durumları için anlaşılırlık sağlamak ya da bir toplumsal problemden haberdar etmek içindi. Geldiğimiz noktada kendi durumum bile yanlış görünüyor. Her dönemi ve koşulu kendisiyle değerlendirmek gerektiğine göre bugün ne yapabiliriz? Yaşamak dediğimiz şey genellikle beraber gerçekleşen bir ortak eylem ise nasıl davranacağız? Kurallar icat edip bizzat ihlal etmeyeceğimizi taahhüt etsek, kimsenin gerçekte itibar etmeyeceğini biliyoruz. İş böyleyken nasıl toplumsallaşabiliriz? Sahiciliklerimizin ve insanlığımızın eseri anlık durumları sürekli erteleyip yoksayarak daha ne kadar yaşanabilir bir hayatımız olabilir? Çünkü andığım koşullarda orta yolun bir tarifi yoktur, ancak şantajlarla bir yere kadar ayakta kalmanın bir yolu bulunabilir.

Engellilerin, hastaların, yaşlıların, hamilelerin, çocukların ve çeşitli dinsel, etnik, mezhepsel, cinsel ve alışkanlık düzeyinde farklılıklara demokratik yaklaşmayla ilgili kurulan cümleler yok mu bir de, bunlara bitiyorum. Çünkü farklı olmayan bizzat “normal” standartlarda mevcut olan insanların birbirleriyle iletişiminde samimiyet ve hukuk yokken ahlak gerektiren bir ilişkinin güvenilirliğine ne kadar inanabiliriz? Açıkçası günümüzde sözgelimi engellilere yönelik ilginin bizzat engellilere değer verildiği için mi yoksa onlara acıyanların vicdanları üzerinden yeni bir rant edinmek için mi varolduğu konusunda tereddütlerim mevcuttur. Eminim benzer bir tereddüt daha başka birçok toplumsal tema, ilişki, kavram ve örnekte herkesin zihninde de vardır. Ah dinsel hakikatlerden, ahlaki doğrulardan, Allah’ın merhametinden, demokratik değerler, insan hakları ve kadın haklarıyla sözgelimi Kürtlerin özgürlük süreçlerindeki hikmetlerden söz edenler yok mu? Bu söylemlerin neresinde nasıl bir gerçeklik bulunuveriyor bilmiyorum. Bunlar sanıyorum bir toplum sözleşmesi öncesi umut verici gelişmelerdir. Kurallarla dolu bir dünyada geriye insan kalacaksa, kaprislerin yarattığı sosyolojide herkese mutlu bir hayat diler, ben ötenaziyle öldürülmek isterim. İnsanlar ufak menfaatler ve kişisel hakikat takıntıları uğruna topluma neler yaptıklarını hiç bilmiyorlar. Orta alt, orta, orta üst ve üst sınıfların durumu böyledir. Demek ki toplum da bu denli ucuzmuş!

“Benim fiyatım, ölümüm veya tüm insanların mutluluğudur” gibi bir cümlemi hatırlıyorum 2012 yılından. Kendimi satışımla ilgili bu pahalılığın başka insanlar tarafından bana verilmediğini öğrenmişken insanlar adına endişeleniyorum. Şimdi siz de bir hesap yapın ve kendi kendinize bile yapsanız, hesapta fiyatınıza ve hukukunuzun ederine dürüstçe karar verin. Siz ne kadar edersiniz? Canı sıkılan öteki bizzat siz olsanız kendinizi ne kadara satardınız?

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort