DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

İyiliğe İnanmak ve Şans Vermek Üzerine

İyiliğe İnanmak ve Şans Vermek Üzerine
0

BEĞENDİM

ABONE OL

6a010f49-fac3-458f-9685-f08f5a13ebb0Post-kolonyalizmin genellikle göz ardı edilen esas teorisyenleri olan Bill Ashcroft, Gareth Griffiths ve Helen Tiffin’in “The Empire Writes Back” (1989) adlı başucu eserlerinde belirttikleri üzere, Yeniçağda Avrupalılar tarafından işgal edilip mahvedilen Azteklerde bulunan farklı bir özellik, sömürge tecrübesinin yarattığı denklemi açıklamak için yeterlidir. Bu denklem, Türkçede daima ezber yaratan ve hiçbir zaman isabetli etüt edilemeyen Thomas Hobbes’un “Leviathan” (1651) adlı eserinde teşhis ve tasvir ettikten sonra tahlil ettiği insan-insan ilişkisini geçmişinde bulunduran bir denklemdir. Ashcroft, Griffiths ve Tiffin’in teşhislerine göre, Azteklerde alışılmış olan iletişim ve ilişki, insan ile evren arasındaydı; onlar, Avrupalılardaki gibi insan ile insan arasındaki iletişim ve ilişkiye dair bir tecrübeye sahip değillerdi (2002, s. 78). Aztekler, düzenlerindeki değişimin kendilerinin aleyhine döndüğünü fark ettiler, ama iyilik ile kötülük dışında hiçbir fikri ve tecrübesi olmayan bu insanlar, insan-insan ilişkisinde alışverişin nasıl bir vakıa olduğunu kavrayamadılar.

Sömürge, mağduriyet ve haksızlık üzerine yazmış olan birçok çağdaş araştırmacı, akademisyen, aydın ve politikacının iyi ve kötünün ötesinde meseleye bakamamış olmaları ilginçtir, çünkü bunlarda da aynı iletişimsel alışkanlık ve tecrübe farklılığı dikkati çekmektedir. Doğulular, Güneyliler ve Müslümanlar umumiyetle alıngan insanlardır ve en çok da birbirlerine alınmaktadırlar. Böyle olmayanlar istisna olup da toplumda hep yanlış anlaşıldıklarını fark edip duruyorlarsa, genel vakıanın dile getirilmesinde bir sakınca yoktur. Olumlu özelliklerin ifade edilişini iltifat, iyilik, doğruluk, moral, hakikat ve Allah’ın ihsanı olarak algılayıp da, vakıaların her dile getirilmesinde de bir aşağılama, kötüleme, üslup bozukluğu ve aykırılık çıkarılıyorsa, insanların ya niyetlerinde, ya da algılarında bir kusur var demektir. Bu tür bir atmosferde biraz garantiye erişenler aşağılarlar, gerçekten bilgili ve akıllı olanlar da ya susarlar, ya da yanlış anlaşılma pahasına vakıayı dile getirirler. Sömürgedeki en iyi niyetli ve çilekeş mütefekkirlerin bile meseleleri önce teşhis etmek yerine her tasvirlerine biraz ahlaki itham ve alınganlık karıştırmaları, toplumsal özelliğin onlardaki bir yansıması olarak görülebilir. Belki de eski âlimlerimizin avama yazmak dedikleri işin bir vasfıdır bu. İşte bu nedenle sömürgeye dair en üst düzey kaynakların yazarları bile menşe itibariyle Batılı olanlardır. İnsan-insan iletişimi ve ilişkisine dair alışkanlık ve tecrübe eksikliği veya farkı, Batılılar ile diğerleri arasında dünyevi mevcudiyet şartları bakımından her seferinde böyle bir denklem vücuda getirmektedir. Gerçekten bütün Müslümanlar için ahiret daha önemli ve öncelikli olsa, dünyaya bu derece bağlanmaya gerek yok diyebilecektim ben de. Fakat görebildiğim kadarıyla dünya Müslümanlarının umumiyetle dünyadan başka bir derdi bulunmamaktadır. Oysa eski âlimlerimizin hem dertleri daha zengindi, hem de özellikle dini ilimlerde insan-insan iletişimi ve ilişkisine dair bir alışkanlık, yatkınlık ve tecrübe mevcuttu. Günümüzde bunu sadece toplumun pratisyenleri olan ticaret ehli ile “Anadolu irfanı” olarak resmedilebilecek tarzda bütünsel menfaat çıkmazları biraz anlayabiliyor. Dile getirilenler üzerinden tartışıldığında ise, bunlar da cahil kalıyorlar ve yanlış anlıyorlar. Ne varsa tecrübede var. Keşke hiç olmazsa Cemil Meriç ve Oktay Sinanoğlu’na toplumsal olarak ezberlerle yaklaşmamış olabilseydik. İkisine de Allah rahmet eylesin.

İyiliğe inanmak ve şans vermenin tecrübede alıştırılmamış bir anlamı bulunabilir. Bazen zihni dildeki sınırlar arasında tıkanıp kalarak çözüm arayışını sürdürmüş çilekeş mütefekkirlerin de umutları yitip gidebildiği halde Anadolu irfanı yol gösterici olabiliyor. Anadolu irfanının benzerinin Hz. Peygamber’in bir sözünün toplumsal vakıası olarak bütün Müslümanların görüşbirliğinde izlenebileceğini düşünenlerdenim. Başka bir yol kalmadı geriye. Avrupalılar önce kendilerine zarar veren dilsel alışkanlıklarından ve sınırlarından matematiksel bir dile sığınarak on yedinci yüzyılda kurtulmayı ümit etmişlerdi ve hesapları boşa çıkmadı. Bizim gibi insanların matematik de olmayan hangi dilden hareketle Anadolu irfanı ve dünya Müslümanlarının müşterek hissini izleyebileceğini incelemek gerekmektedir. Bunun anlamı, yine ezberlere başvuracak şekilde Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sünnet’in ya da modern Batı uygarlığının doğru anlaşılmasında bulunamaz, lütfen artık böyle anlaşılmasın da. Farklı bir cümle duyduğunda insanların şunu düşünmelerini öneriyorum: “Bu insan acaba ne yaşamıştır da, böyle bir cümle kurmayı uygun bulmuştur; benim hisseme faydalı ne söylemek istedi?” Eski âlimlerimizin kitaplarına da böyle yaklaşmalıdır ki, onlarda tüketilmiş insan ve toplum tecrübelerine erişebilelim. Dillerin birbirine tercümesi kolay değildir, ama tecrübelerin birbirlerine tercümesi mümkündür. Genelde akıl vermek para vermek yerine tercih edildiğine göre insanlar birbirlerinin iyiliğini samimiyetle gözetmiyorlardır, ama burada sadece tecrübe sahiden paradan kıymetli bir şeydir. Geçen hafta içerisinde katıldığım Mersin’deki “İslâm Fobiniz Olmasın” uluslararası sempozyumu ve Artvin’deki “Bilgiden Bilince: İnsan ve İnşâ” konferansında, böyle bir tecrübî soru ile karşılaştım: “Bireysel olarak çıkar alışverişi dediğiniz bir dünyada hala insanların şu kadar veya bu kadar ölçekte Allah’a ve İslâm’a inanıp, iyilik (hayır) peşinde koşmasını nasıl izah ediyorsunuz?” Etraflıca anlaşılabildiğinde bu zor bir sorudur ve ben de cevap veremedim, çünkü uygun bir kelime, kavram ve terim yok tartmak için. Irak ve Şam İslâm Devleti terör örgütünü (DAİŞ) anarak geçiştirilemeyecek zor bir sorudur bu. Ya da din duygusu insanlar için vazgeçilmezdir türünden modern psikolojik ve sosyolojik zavallı ezberlerle de izah edilemez. Böyle bir itiraz gelebildiği için mutlu oldum.

Gelebildiğim yer şurasıdır: Hayata dair pratik tecrübeler göz önünde bulundurulduğunda sözgelimi Türkiye’nin ve dünya insanlarının, istemli veya istemsizce modern öncesi İslâm’ın mirasçısı olmuş insan ve toplumların, müşterek akılları, okuryazar araştırmacı, akademisyen, aydın, mütefekkir ve politikacılardan fazladır. Akademisyen, aydın ve mütefekkirlerde kavramsal ve yöntemsel tartma ve düşünme alışkanlığı vardır. Bu alışkanlık maalesef bir nakilcilik ve bazen bütünüyle bir bayilikten ibaret bir işlevi yerine getirse bile, insan ve toplumların müşterek akıllarını göz önünde bulundurduğunda yol alabilir. Örneğin sosyolojik alan araştırmalarından söz etmiyorum. Bunlar da genelde göründüğünün aksine tümdengelimsel ve nakilci veriler yaratmaktadır, zira bilgi işi bizde toplumsal bir akıl tarafından sürdürülmemektedir. Dimitri Gutas’ın “Greek Thought, Arabic Culture”da (1998) belirlediği üzere, Emevi ve Abbasi Müslüman toplumlarında iş başında olan toplumsal hareketlilikti, bireysel akıllar değillerdi. Maişet dertlerine saygı duyuyorum, ama devamlı üzerinde durduğum prestij dertlerinden kurtulmak gerekiyor, çünkü iyi ve kötü düşüncesine yanlış bağlılığa yol açan ve üstelik her defasında alınganlık yaratan bu prestij ve takdir derdidir. Herkes övgü bekliyor ve takdir istiyor, çünkü aslında Batılının gözünde değersiz olduğunu kendisi de biliyor. Batılının gözünün iptal edilmesi için kolaycılık, tembellik ve takdir beklentisinden vazgeçmek ve alınganlığın lüzumsuz bir tepki olduğunun idrak edilmesi lazımdır. Çalışmak insana ve topluma zevk verir. Çalışma ve disipline olma reddedildiğinde, yerine prestij derdi, can sıkıntısı, dedikodu ve bolca enerji kaybı dolar. Herkese ayrı ayrı bakıcı ve terapist bulacak kadar imkânımız yok. Ezcümle görebildiğim kadarıyla, iyiliğe inanmak ve şans vermek lazımdır. Benim anladığım iyilik, iyi ve kötünün ötesinde başka bir iyiliktir, zira hayır ve şer, ezbere tekrar ettiğimiz manalarından tecrübe olarak fazla, zengin ve aslında her birimizin ihmal ettiği müşterek deneyiminde anlaşılmak üzere mevcuttur.

NOT: Geçen hafta içerisinde beni Mersin Üniversitesi’nde ağırlamış bulunan Önder Mersin İmam Hatipliler Derneği saygıdeğer yöneticilerine ve paydaşlarına ve Artvin Çoruh Üniversitesi’nde konuk etmiş bulunan Kredi Yurtlar Kurumu (Yurtkur) Artvin İl Müdürlüğü’ne teşekkürü bir borç bilirim. Onların düzenledikleri bilgi ortamları sayesinde kavram ve kuramlarımdaki açmazları ve eskiklikleri görebildiğim kadar, farklı insan tecrübelerine erişme imkânım oldu. Umarım karşılığında ben de bilgi açısından katılımcı, dinleyici ve eleştirmen olarak bulunanlara faydalı olabilmişimdir. Amacım sadece düşündürmek için bir yol denemekti. Karşılaştığım her insan, benim de düşünmemi sağladı.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort