DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Karl Marks İngiltere’nin “Ajan”ı mıydı?

Karl Marks İngiltere’nin “Ajan”ı mıydı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir gün böyle bir yazı kaleme alacağımızı söyleseler inanmazdık. Öykülerin birkaç versiyonu olabiliyormuş. Türkiye ve diğer “Üçüncü Dünya” ülkelerinde, dünyada yaşıyor olmak bakımından geçerli ve tutarlı bir nedensellik fikrini her türlü olgu ve kavrama uyguladığınızda, yeniden yeniden şaşıracağınız şeyleri geç de olsa öğrendiğinizi görüyorsunuz. Burada öncelikle ajanlığın bizim bağlamımızdaki tarifini yapmak gerekmektedir. Muhammed Âbid el-Câbirî, Ebû Hâmid el-Gazâlî için, onun yaşadıkları, ilişkileri ve fikri etkilerinden hareketle “ajan” sözcüğüyle karşılanabilecek bir imada bulunmaktadır.[1] Câbirî’nin amacı, Fransız yapısalcılığını kullanarak Arap aklı içindeki İran etkisinin sınırlarını tayin edip gerilemeden onları sorumlu tutmaktır. Bu amaçla Gazâlî’nin sûfî felsefesini, Büyük Selçuklular’ın devlet ideolojisi özelinde yapılandırmaya girişmektedir. Birçok çalışmamızda gösterdiğimiz üzere, Türkiye’deki saygın birçok akademisyen ve aydını derinden etkilemiş Câbirî’nin söz konusu tahlillerine ve yorumlarına katılmamakla beraber çağdaş Fransız Marksist geleneğinde anlamlı yapısalcılığı biz de bizzat Marksizm’e uygulamayı öneriyoruz. Böyle bakıldığında, aşağıdaki gerekçelerden hareketle Karl Marks ve “Üçüncü Dünya Marksizm”i bize İngiltere’nin hala devam eden sömürgeleştirme sürecinde işe yaramış gibi görünebilmektedir. Ajandan kastettiğimizi böylece belirledikten sonra belirtmek isteriz ki, biz, Karl Marks ve Marksizm uzmanı değiliz, ama Fransız yapısalcılığı ve post-yapısalcılığı üzerinden Alman varoluşçuluğuna ve Marksizm’e bağlanan post-kolonyalizmi her çalışmamızda kullandığımız için Marksist literatüre bir yerinden girdiğimizi öne sürebiliriz. Kuşkusuz “the Empire Writes Back”in yazarları Marksist değillerdi, ama Michel Foucault, Edward W. Said, Bryan S. Turner, Terry Eagleton, Talal Asad, Gayatri Chakravorty Spivak ve Homi K. Bhabha gibi çağdaş post-kolonyalist yazarlar, bizzat Marksist gelenekten gelmekle beraber Karl Marks’ı ve Marksizm’i Türkiye’deki herkesten daha yetkin bilmektedirler. Bu vakıayla ilgili herhangi bir kuşku ihtimali bulunmamaktadır. İngilizceden hareketle konuştuğunuzda, Türkiye ve Ortadoğu’dan kimse size kolaylıkla karşı çıkamaz.

Karl Marks ile ilgili elimizdeki basit veriler şunlardır: Öncelikle Türkiye’deki gençlerin sandıklarının aksine modern dönemdeki sosyalizm ve komünizm tartışmalarına zemin teşkil eden kapitalizm eleştirisinin ve bizzat sosyalizm ve komünizm fikirlerinin esas kurucusu Karl Marks değildir. Bunu Türkçede çok önceleri Cemil Meriç de yazmıştır. Meriç’e göre Saint-Simon ilk sosyolog ve ilk sosyalisttir. İstatistik ve iktisadın modern Britanya’nın, tarih felsefesi ve kültürün modern Almanya’nın ve sosyolojinin modern Fransa’nın icat ettiği birer ideolojik bilim olduğunu bilen bir yazar için Meriç’in betimlemeleri son derece saygıya değerdir.[2] Ayrıca İngilizceden David West de aynı gerçeğin altını dikkatle çizmekte ve Marks’ın Fransa’dan etkilendiğini dile getirmektedir.[3] Buraya kadarı gençlerden fazla olan herkesin bildiği muhtevadır ve hatta daha ziyadesi Türkçede de bilinmektedir. Sonrası ya nadiren soruşturulmuştur veya akla pek gelmemiştir. İkinci olarak diyelim, Marks, Londra’ya gitmiş, pek çok eseri bu seyahatten sonra kaleme alınmış ve yayınlanmış ve özellikle ölümünden sonra kendisi, sosyalizm ve komünizm tartışmalarında, kapitalizm eleştirilerinde, Üçüncü Dünya özelinde, yegâne otorite haline gelmiştir. Bunun öylesine bir gelişme olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu arada üçüncü olarak, Marks’ın Londra’daki bazı analitik yazılarında, İngiltere’nin sömürge faaliyetleri meşrulaştırılmakta ve hatta övülmektedir. Bir örnek, 1853 tarihli bir analizdir ve İngiltere’nin Hindistan’ı işgali sırasında ne kadar yerli insan öldürülürse öldürülsün yeğ olduğu, hatta bunun dolaylı olarak evrensel adalet ve mutluluk olduğu, açıkça kendisinin deyişiyle ise, binlerce insanın parçalarına ayrılarak katledilmesinin, tarihin bir iradesi ve mecburiyeti olduğu dile getirilmektedir.[4] Bryan S. Turner’ın, Karl Marks, oryantalizm ve Hıristiyan ahlakçılığı arasındaki ilişkiler üzerine kaleme aldığı İngilizce metinler göz önünde bulundurulduğunda üçüncü gerekçemizin ne denli önemli olduğu daha yeterli anlaşılabilir. Dördüncü olarak ise, özellikle Hindistan örneğinde görüldüğü üzere, Üçüncü Dünya ülkelerinde –ki buralar genellikle İngiltere’nin sömürgeleştirdiği veya hala etkisinin sürdüğü ülkelerdir- bağımsızlık, özgürlük ve endüstrileşme için Marksizm’in kullanılıyor olmasıdır. Bir yandan Marksizm, yerel kültür ve dinin evrensel iddialarını reddetme ve yerelliğe düşmanlaştırma fonksiyonunu üstlenerek İngilizce literatürden takdir alırken,[5] bir yandan da sömürgeye karşı bilinçlenme için kullanılmaktadır. Gayatri Chakravorty Spivak gibi çağdaş Marksist yazarların eserlerinden anlayabildiğimiz kadarıyla, böyle bir yolda yürüyerek “yerli bilgi”nin (“the figure of the Native Informant”) üretimine girişmek ve “evrensel etkinlik” kazanmak mümkün görünmemektedir.[6] Bu basit verilerden hareketle bakıldığında, Karl Marks ve Marksizm, çoğunlukla İngiltere’nin işine yaramış görünmektedir ve yapısalcı bakış açısına göre –özellikle Marksist Câbirî’den hareketle- bir “ajanlık” değerlendirmesinde pekâlâ bulunulabilir.

Modern öncesi dönemlerde gerçekleşmiş olaylar için genel insanlık tarihi kavramına ancak tecavüz ederek istikrarlı yapısalcılık yapabilen yazarların çağdaş dönemlerde gerçekleşenlere karşı bu denli fazla iyi niyetli davranması ayrıca değerlendirilmelidir. Eğer örneğin Cebriyye, Emevîler’in, Ehlisünnet Abbâsîler’in ve sûfîlik de Büyük Selçuklular’ın ideolojisi ise, pekâlâ, Marksizm de İngiltere’nin ve şimdilerde Amerika Birleşik Devletleri’nin “Üçüncü Dünya” ideolojisidir denilebilir. Belki bir fark, İngiltere’nin Emevîler gibi davranmaları ve diğer örneklerin aksine Marksizm’i kendileri için reddetmeleri olabilir. Ayrıca Türkiye örneğinde Amerikan karşıtlığı Fransız çıkarlarından hareketle mümkün olmakta, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki özcülük eleştirileri oralardaki sola yakın yazarların Fransız rasyonalizmi ve Ortodoks Marksizm eleştirileri değilmiş gibi sunulmakta, üstelik Fransa’daki çağdaş fikri akımların bir çeşit İngiltere edilgenliğinden kaynaklandığı büsbütün saklanmaktadır. Bunu gösteren en önemli kaynaklardan bazıları Alain Touraine’in eserleridir.[7] Daha fazla olarak hiç olmazsa Brüksel’in kararlarıyla Kutsal Engizisyon’un kararları arasındaki bağlayıcılık ve sorgulanamazlık benzerliğinin Türkiye’de masaya yatırılabilmesini beklerdik. Türkçede akıllı, bilgin ve anlaşılması gereken insan görünümünde kendilerini pazarlayan birçok yazar, biz biliyoruz ki, Viyana’nın batısına ve Kuzey Amerika’ya gittiklerinde okuryazar saygısı görmedikleri gibi acınası hallerde davranabilmektedirler. Bunlar dünyanın başka gerçekleridir. Ebû Hâmid el-Gazâlî’nin belirttiği üzere, hikâyeleri gerçekten farklı ağızlardan dinlemekte fayda vardır.[8]

Bağlamak gerekirse, yapısalcılıktan edindiğimiz ajanlık kavramı ve İngiltere, Karl Marks, Marksizm ve Üçüncü Dünya arasındaki ilişkilerden elde ettiğimiz bazı son derece basit ve belki bazılarının hiç ciddiye almayacağı verilerden hareketle bizim iddiamız, bizzat Marks ve onun fikirlerindeki özgünlük bir yana, esas itibariyle İngiltere’nin Üçüncü Dünya’daki çıkarları doğrultusunda bir Marksizm ve solculuğun görünür olduğudur. İngilizcede kaleme alınmış bazı eserlerde Hindistan ve Hinduizm örneklerinden hareketle bu durum daha detaylı tahlil edilebilmiştir. Biz, Karl Marks’a ve Marksizm’e karşı nötrüz, çünkü bizimle ilişkisi yoktur. Ayrıca gençlerimizin ve okuryazarlarımızın iyi niyetlerine ve emeklerine karşı saygısızlık yapmak gibi bir amacımız bulunmamaktadır. Fakat Üçüncü Dünya’daki ve elbette Türkiye’deki Marksizm’in kapitalizmin afyonu ve belki de ajanı olarak işgördüğünü düşünüyoruz. Buna çeşitli gerekçelerle karşı çıkılabilir ve biz de saygılı oluruz. Ne var ki, yer verdiğimiz gerekçelerin mevcudiyetleri hiçbir şekilde inkâr edilemez. Özellikle de post-kolonyalizmden hareketle çapraz sorular sorulduğunda bertaraf edilemeyecek bir vakıa vardır.

Bundan sonra düşünülmesi gereken, bizim kendi aramızda birbirimizi neden hesabını veremeyeceğimiz her konuda aydınlatmaya çalıştığımızdır. Çünkü bir noktadan sonra tamamı taciz olarak olgusallaşmaktadır. Herkes insanlığa kabul edilmek için solcu olmak zorunda mıdır? İnsanlığa kabule kim karar veriyor? Gerçekten emperyalist olanlar mı daha zalim, yoksa vakıada onlara karşı olduklarını söyleyen anti-emperyalistler mi? Bu sorular, Üçüncü Dünya’nın ve Türkiye’nin kendi üyelerine sorması gereken acıtıcı sorulardır. Öyle görünüyor ki, tüm kelimelerin bir konuşan, bir dinleyen ve bir de olgu olarak anlam itibariyle yeniden belirlenmesi gerekmektedir.

[1] Muhammed Âbid el-Câbirî, Nakdü’l-Akli’l-Arabî (1) Tekvînü’l-Akli’l-Arabî, Beyrut: Âzâr/Mâris, 10. Basım, 2009, s. 280-286.

[2] Cemil Meriç, Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist, İstanbul: İletişim Yayınları, 2. Baskı, 1996, s. 65-75, 110-123. Tam burada çeşitli bilgilerinden faydalandığımız saygıdeğer akademisyen dostumuz Selçuk Türkyılmaz’a teşekkür etmeliyiz.

[3] David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş; çev.: Ahmet Cevizci, İstanbul: Paradigma Yayınları, 1997, s. 71-72.

[4] Edward W. Said, Orientalism, New York: Vintage Books, A Division of Random House, 1979, s. 153-154.

[5] Bkz. Majid Fakhyry, Averroes Ibn Rushd His Life, Works and Influence, Oxford: Oneworld Publications, 3. Basım, s. 169.

[6] Bkz. Gayatri Chakravorty Spivak, A Critique of Postcolonial Reason, London: Harvard University Press, 2. Basım, 1999. Spivak, Kant, Hegel ve Marks’ı en büyük üç modern filozof olarak almakta ve onlara karşı Derrida’nın dekonstrüksiyonu ile Lacan’ın psikanalizini işleterek yerli bilginin sorunlarını betimlemeye gayret etmektedir. Bu arada güçsüzlüğü kadınlıkla eşitlemekte ve feminizmden yardım almaktadır. Sonunda ise ancak “the Empire Writes Back”ın yazarlarının söylediklerini yapabilmektedir: “More English than English”. Bkz. Bill Ashcroft, Gareth Griffiths, Helen Tiffin, The Empire Writes Back, London and New York: Routledge, 2. Basım, 2002, s. 220.

[7] Bkz. Alain Touraine, A New Paradigm for Understanding Today’s World; çev.: Gregory Elliott, Cambrige: Polity Press, 2007. Bu eser, Avrupa’nın siyasal ve ekonomik olarak artık bittiğini anlatmaktadır. Dolayısıyla sosyoloji ve tarih felsefesi de bitmiştir.

[8] Hüccetü’l-İslâm el-Gazâlî, el-Münkizü mine’d-Dalâl; thk: Cemil Saliba, Kâmil Ayyâd, Dimaşk: Matbaatü’ş-Şarkî, 1939/1358, s. 85.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort