DOLAR 32,2561 0.01%
EURO 34,8687 0.4%
ALTIN 2.429,571,53
BITCOIN 20181101,71%
Ankara
22°

KAPALI

04:09

İMSAK'A KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Nefsani Dava ve İslâmî Dertlenme Üzerine

Nefsani Dava ve İslâmî Dertlenme Üzerine
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yazıda, insanın dünyadaki ve Türkiye’deki içtimai (sosyal) kaderi üzerinde durmak istiyorum. İçtimai (sosyal) kader ile kastettiğim, doğal zorunluluklar ve toplumsal ilişki zeminlerinden doğan samimiyetler veya samimiyetsizliklerdir. Doğal zorunluluklara müdahale etmek mümkün değilse de bunlardan doğanlara anlayış ve fedakârlık eklenebilir. Toplumsal ilişki zeminlerinden doğanlara müdahale etmek mümkündür ve başka öneriler kadar modern dönemde İslâmî düşüncenin de taahhüdü, bu müdahalenin en verimli seviyede Müslümanca yaşayış ile başarılabileceğidir. Açıkçası benim de sahiplendiğim İslâmiyet, modern öncesi dönemde doğal zorunluluklara anlayış ve fedakârlığın eklenmesini ve toplumsal ilişki zeminlerinin samimiyet üzerinden kurulabilmesini mümkün kılmıştır. Modern dönemde -220 küsur yıldır- İslâm adına ancak taahhütler geliştirilebilmektedir ve bu taahhütler için bedel ödeyenler olduğu kadar söz konusu taahhütleri bir istismar aracına dönüştürmüş şahsiyetler türemeye başlamıştır. 2017 yılı itibariyle Türkiye’de İslâm üzerinden yürütülen davaların umumiyetle nefsani davalar olduğu görülmektedir.

Gelişmemiş ülkelerde doğal zorunluluk ve içtimai münasebetten doğan ilk vakıa, insanların gelişmemişlik için bir suçlu aramaları ve sürekli kendileri dışındakileri suçladıkları halde aslında varlıklarından utanıyor olmalarıdır. Türkiye’de İslâm tarihi özellikle yargılanmaktadır ve son zamanlarda buna modern Osmanlılar ve Kemalist dönem tecrübesi de eklenmektedir. Yargılamada bulunanlar, kendilerinin tecrübî, aklî ve psikolojik olarak daha ileri bir pozisyonda oldukları izlenimini vermelerine karşın hakikat, mahkûm ettikleri İslâm tarihi ve modern Türkiye’nin mimarlarına kıyasla düşünce seviyesi bakımından çocuksu, afaki ve idrak fakiri olduklarıdır. Mesela İslâm hakkında uzman görünen insanlar, Hanefi mezhebi müçtehitlerinden Ubeydullah el-Kerhî’yi (ölümü h.340/m. 952) tutucu tutumu ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin fikri mimarlarından Mahmut Esat Bozkurt’u (1892-1943) buyurgan söz ve tavırları nedeniyle eleştirmektedirler. Bu eleştiriler için meşru ve isabetli bir zemin genellikle bulunabilmesine karşın belirtmek gerekir ki, günümüzde Türkiye’de insanlar ne Kerhî ve ne de Bozkurt kadar akıllıdırlar, ne de bu ikisi kadar samimi bir derde sahiptirler. İnsanların bütün dertleri kendileridir (nefisleridir) ve ilginç olan şu ki, kendilerine çocuksu düşkünlükleri yüzünden samimi ve sürdürülebilir hiçbir zemin üretemeyen bu insanlar kendi başlarına da ne yapacaklarını şaşırmaktadırlar. 1990’ların sonlarında Türkiye’nin ve İslâm’ın postmodern imkânlarından söz ediliyorken bugün karşı karşıya kaldığımız vakıa, küreselleşmiş Amerikancı tutsaklık dünyasında hem kendini lüzumsuz abartan, hem davranış bozukluğu sergileyen ve hem de insanlara acı çektirmekten zevk alan insan örneklerinin türemeye başlamasıdır ki, bunlar, 1989-1998 yılları arasında Türkiye’de yayınlanmış Amerikan çizgi filmlerindeki kötü karakterlerin de ortak özellikleriydi.

İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve onun ilk yorumu ve tecrübî örneği Sünnet, bilhassa bu kendine düşkünlüğe karşıdır. Modern Müslümanların bilim, akıl ve teknoloji konusunda iddialı söylemler geliştirebilmeleri pek mümkün olmasa da, bunların nefsani davalardan arınma ve içtimai samimiyete yakın olma bağlamında konuşabilecekleri çok şey vardı. İnsan olmak ile Müslüman olmak eşanlamlı bile kılınabilirdi, çünkü modern dönemde kapitalizmin yarattığı bencillik ve rekabet ortamı, insanın, birbirine düşman robotlar sosyolojisi üzerinden tanımlanmasına yol açmıştı. Nitekim derdi ve davası sahiden İslâm olan ve hiç olmazsa ikili ilişkilerde Müslümanca yaşayan insanların mevcudiyeti, Türkiye’de, insanların kalplerini İslâm’a yaklaştırdı. Modern Müslümanlar bazı imkânlar elde ettiler ve çok geçmeden nefsani davalarının peşinde koşan insanlar, samimi Müslümanların seslerini bastırıp onların bu iddialı ve kabul görmüş söylemlerini de itibarsızlaştırdılar. FETÖ, tam da böyle bir örnektir ve onu yaşadıktan sonra insanımızı yetiştirmek ve bu arada insanımıza sosyal yaşamda örnek olmak bakımından bazı değerleri nasıl yeniden diriltebileceğimiz hakkında düşünmek gerekirken gözlerimizi hemen süper güçlerden gelen tehditlere ve içimizde bulunup da rekabete yol açabilecek insanlara diktik. Bunu siyasi alanın dışında özellikle toplumsal alan için söylüyorum, çünkü meselemiz, siyasi veya kişisel değildir. Bu, hatalı ve kusurlu bir tavırdı ve insan kumaşımızdaki problemleri ortaya çıkarmak yerine örttü. Oysa bir insanın kendisiyle yüzleşmesi ölümden hemen önce bile olsa, hem faydalıdır ve hem de verimlidir. Türkiye’nin Müslümanları da kendileriyle yüzleşmeliydiler, herkes kendi nefsiyle bir muhasebe içerisine girmeliydi. Fakat gelişmemişliğin umumi unsuru galip geldi ve sadece başkalarında suç aradıkları gibi bir de kendi kimliklerinden utandıkları için hala samimi yaşayan Müslümanlar varsa, onların itibarsızlaştırılmasını seçtiler.

Benim anlayabildiğim kadarıyla, siyasi olarak “dava insanına” vurgunun, kişisel olarak da insanların samimi birer dost ihtiyacını fazlasıyla hissetmeye başlamalarının, benim bu yazımdaki bağlamımda ise, Türkiye’deki modern Müslümanların ve başka yaşam tarzlarına mensup insanların mutsuzluklarındaki riskli artışın nedeni, davaların ve dertlerin içtimai değil de nefsani olmaya başlamasıdır. Bu, yaşamaktan yorulmayı ve bunalmayı insanın kaderi haline getirebilmektedir. Kavramları ağızlarında kötüye kullanıp kirleten ve işlevsizleştiren insanları bertaraf etmek için olgusal ve deneysel bakmalıyız dedik; bu arada kavramların ve değerlerin suiistimali devam ettiği gibi bir de üzerine bireyselleşme adına nefsaniliğin yaygınlaşması gelişti. Oysa birey olmak, modern İngiltere’de bile kendine düşkünlük ve çocuksu idrak zayıflığı olarak ortaya çıkmadı ve yaşanmadı. Nitekim İngiltere’de bireyselliğin savunusu, daha güvenilebilir, sürdürülebilir ve samimi bir sosyal durumun mümkün kılınabilmesi için yapılmıştı.

Nefsanileşmiş İslâmî söylemlerin görünürlüğü yüzünden olsa gerek, genç bireylerin geneli, İslâm’a olumlu veya olumsuz hiçbir şey hissetmiyorlar. Bir duyguları yok artık! Olumlu hissetmiyorlar, çünkü onlara göre İslâm’dan bir fayda gelmeyecek. Olumsuz hissetmiyorlar, çünkü sebepsiz bir korkuları var. Şüphesiz İslâm’a meraklı gençler de var ve bunların içerisinde İslâm’dan fayda ümit edenleri az değil. İnşallah zamanla bunlar hiç olmazsa ikili ilişkilerde ve toplumsal münasebetlerde kendine düşkünlük hastalığına yakalanmazlar. Çünkü bu rahatsızlık son zamanlarda İslâm’a düşmanlık olarak da kendini göstermeye başladı. İnsanımızın sağlıklı ve iyi bir kaderle yaşamasını istiyorsak, hiç olmazsa bunlara şahit olmasına müsaade etmemeliyiz.       

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort