DOLAR 32,2561 0.01%
EURO 34,8687 0.4%
ALTIN 2.429,571,53
BITCOIN 20181101,71%
Ankara
22°

KAPALI

04:09

İMSAK'A KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

“Siyasette Üslup Sorunu” Üzerine Aykırı Eleştiriler

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Modern ve postmodern zamanlarda gelişmiş ülkelerde ve zayıf ülkelerde popülarite olgusu, mümkün bilinçaltı okumalarının yanı sıra önce anlamaya eğilimli davranmayı engellemektedir. Özellikle günümüzde insanlar bir şeyi ihtiyaç olduğu için değil vakit geçirmeye yaradığı için ilgi konusu yapmaktadırlar. “Dedikodu”nun bilinçsiz ve faydasız bir meşgale olduğunu söyleyerek kendi akıllarını sürekli övenlerin benzer istikamette bir şeyi yapıyor olmaları gayet önemli bir ayrıntıdır. Türkiye’de belirli çevreler tarafından bir türlü saygı görmeyen iktidar tarzlarından kaynaklanan “politik üslup” meselesinin de böyle bir toplumsal arka planı bulunmaktadır. Özel olarak ise, “iktidar” teriminin idealize edilerek çıkarların maskelendiği ve söz konusu ideal terimin sürekli her şeyden üstün ve korkutan olduğu dünyevi varoluşlarda, çıkarlarını açıkça dile getirme alışkanlığı bulunmayan insanlar mutlaka üsluplarını kabalaştırarak bir şeyler elde etmeye çabalayacaklardır. Burada insanla ilgili olanın ne olduğu üzerine düşünmek bir ihtiyaçtır ve “siyasette üslup”un fevkalade rahatsız edici olduğu hakkında konuşarak Tanrısal konumlanmalarda bulunmak, vakit geçirme gayesine matuftur. Kimse Tanrı değildir ve kusursuzluğu birbirine -beklentiye dönen- bir gereksinim olarak dayatamaz. Aklen veya dilde mümkün olan her insani alan için önce anlamayı denemek lüzumludur. Soru şudur: Üslubu fevkalade gergin, kaba ve rahatsız edici olan insanların –söz konusu insanlar aynı zamanda ülkenin yönetiminden sorumlu veya sorumlu olmaya adaydırlar-, tanık olunan olumsuz koşullanmışlıklarının sebebi ne olabilir? Art niyet varsayımından fazla olarak söz konusu insanlarda ne vardır da bunlar olmaktadır?

Lüzumsuz detaylara boğmak yerine doğrudan söylemek gerektiğinde dört temel gerekçeden söz etmek mümkün görünmektedir. 1- İnsanlar, kendilerinden eksik insanlık beklenmesini; fakat kendileri bir şeyi talep ettiklerinde muhataplarının kusursuz olmaları gerektiğini düşünmeye alıştırılmışlardır. Sadece güncel veya teorik siyasette değil, mümkün her insani varoluşta –mesela öğretmenlerle ilgili olarak- karşımızdakinin insan olduğunu göz ardı etmekteyiz. İnsanlar aynı zamanda duygusal yaratıklardır ve onlar birer makine değildir. Ya her şeyi aynı insanlardan beklemeyeceğiz, ya kusursuz insan olmadığını kabul edeceğiz veya önce kendimiz kusursuz olacağız. Her birimiz birer insan olarak eksik varlıklarız. Kabul etmediğimiz söz konusu eksikliği, bilinçaltımızı ele verdiğimiz zamanlarda açığa çıkarmaktayız. Mesela Türkiye’de kadına şiddetin faili olanlar da, söz konusu şiddete karşı çıkanlar da –özellikle feministler- kadının ikincil ve eksik bir varlık olduğunu psikanalitik olarak kabul etmekte ve böyle davranmaktadırlar. “Kadına yönelik şiddet yanlış ve kötüdür”; çünkü güçlünün zayıfa şiddet uygulaması bir doğru veya hak değildir. O halde kadınlar zayıftır. İşte insanların bilinçaltlarında bu kabul vardır. Sorunumuz bilinç karmaşasıyla ilişkili olduğundan misalimizi yanlış anlaşılacak şekilde ayrıntılandırmaktan sakınmalıyız. Demek ki insanlar olarak bizler eksik yaratıklarız ve eksikliğimizi sürekli göz ardı etmekteyiz. 2- İnsanlar eksik olmalarına ilişkin bir bilinç durumunun yanı sıra çıkarlarını açıkça ifade etmeye güvenen bir iletişim alışkanlığından da yoksundurlar. Türkçe, anlamların ve kasıtların rahatlıkla anlaşılabildiği ve iletişimin rutin olduğu bir dil değildir. Dile yapılan müdahalelerden daha çok insanların kullandıkları dilden utanmaları anlamların paylaşılmasını olanaksızlaştırmaktadır. Türkçe bir cümleyle meramı anlatmak yeterince mümkün değildir. Nitekim genellikle Batı dillerine hâkim olanlarla kendisini birinci dereceden Türkçeye yabancı hissetmek isteyen yerel bazı varoluşlar, ülkedeki yaygın dili kullanmaktan utanmaktadırlar. “Uluslararası” adına sığınılarak pek çok bilimsel etkinlikte özellikle Türkçenin ikincilleştirilmesi, işaret edilen bilinçaltlarını ele vermektedir. Gösterge olarak sözcüklerle anlamlar olarak insan durumları veya niyetlerinin dolaşımını mümkün kılan bir iletişim bu koşullarda yeterince geliştirilebilir değildir. 3- İnsanlarımız kendi çıkarlarını bizzat gideremediklerinde –yani kendileri iktidar olmadığında-, başkalarının kendi ihtiyaçları açısından tehdit olduğunu önvarsayarak davranmaya alışmışlardır. Bu nedenle ülkemizde garip bir ilkesizlik, toplumsal sözleşmenin temel unsurları arasında bulunmaktadır. 4- Türkiye medeni bir ülke değildir. Yani bizim davranışlarımızı anlamlı kılan geleneksel normlar bulunmamaktadır, zaten geleneğin de olumsuz bir anlam çağrışımı vardır Türkçede. “Medeni olmamak”, anlaşılabilir bir durumdur; çünkü Türkiye “başkalarına zarar verebilme” anlamında yeterince “özgür” bir ülke değildir. Böyle bir ülkede –dünyada her zaman böyledir- zayıflıkların kaderi sözcüklerin sertlikleriyle yol almaya koyulmaktır. Anlamaya çalışan bir felsefi çözümlemede örnek bir eleştiri yukarıdaki dört esastan çıkarılabilir.

Dolayısıyla en azından sosyal bilimler ve özel olarak felsefeyle meşgul olanların, Türkiye’deki insani sorunları önce anlamaya çalışmaları ve anlamaya çabalarken de ahlaki yargılarda bulunmaktan kaçınmaları lüzumludur. Benim işaret ettiklerim kendimce varolanlara dair çıkarımlarımdır ve herhangi biri ne iyi ne de kötüdür, sadece vardırlar. Popüler politik öznelerin veya halkımızın üsluplarındaki sertliklerin nedenleri anlaşılmadıkça, ahlaki mahkûm etme alışkanlıklarından sakınılması gerekmektedir. İnsanlar hemen iyi veya kötü olarak algılanmamalıdır. Mutlaka bir yakıştırmada bulunulması lüzumluysa Türkiye’deki herkesin “iyi” olduğunu söylemek gereklidir. Çünkü bizim açımızdan Türkiye’den daha iyi yaşanılabilir bir ülke var değildir dünyada. Çözüme gelince, benim -siyaset felsefesi açısından- önerim şudur: İktidarda bulunanlar hükümeti oluştururken –Bakanlar Kurulu özelinde- muhalefetteki partilerden birer adet bakan adayı talebinde bulunmalı ve üslup sorununu kalıcı kılan güvensizlikleri ve iletişim kopukluklarını engelleme yoluna gitmelilerdir. Muhalefetteki partilerden alınacak bakanlar yönetimsel meşruiyeti artıracaktır. Tabii ki, bu defa da belirli bir toplumsal etkinliğe erişmiş olanlar, “daha önce başkaları yapmamışken neden böyle yapalım?” sorusunu soracaklardır. Tümü için birbirimizin iyi niyetine bir kez güvenmeye çalışmalı ve önce kendi yetersizliklerimizi teslim edebilmeliyiz. Tecrübe bütün bunları kabul ettirdikten sonra insanlar birbirlerinde erdemden önce çaresizlik ve zorunluluk sezeceklerdir. Türkiye’de hiç kimsenin aklıyla oyun oynanmamalıdır. Yaşadığımız ülkeyi samimiyetle sahiplenmemiz lüzumludur. Aksi takdirde “ahlak”tan söz eden her eylemde psikanalitik olarak “aslında ben ahlaksızım” anlamı açığa çıkacaktır.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort