DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Tarihi Bir Günde Darbeye Hayır: Türkiye’nin Artık “Birinci Dünya” Milleti Olması ve FETÖ’nün İflası Üzerine

Tarihi Bir Günde Darbeye Hayır: Türkiye’nin Artık “Birinci Dünya” Milleti Olması ve FETÖ’nün İflası Üzerine
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yazımda, Türkiye’de 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi meydana gelen askeri darbe teşebbüsünün bizzat Türk milleti tarafından engellenmesini ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın sözüne verilen milli kıymeti, siyaset felsefesi ve tarih felsefesi bakımından tahlil etmek istedim. Bu yazımdan sonra da akademik çevrelerden üstüm olduğunu sanan birtakım insanların yanıma gelerek “böyle meselelerde yazı kaleme alma” diyeceklerini biliyorum, çünkü geçmişte çokça yaptılar. Fakat kendilerine verdiğim cevapta olduğu üzere, nasıl bir akademisyen olarak ben tuvalete giderken kendilerine sormuyorsam yine sormayacağım gibi, Türkiye’nin ulusal ve üniter yapısını ilgilendiren sorunları tamamen felsefi ve akademik nitelikte teşhis ve tahlil etmemin sadece fayda getireceğini düşünüyorum.

15 Temmuz Cuma gecesi gerçekleşen hâdiseye değin post-kolonyalist literatürü ve nispeten kendi bakış açımı kullanarak, hem entelektüel ve ahlaki edilgenlik, hem de küreselleşme ve postmodernizm gibi kavramlar karşısında bazı dünya ülkelerinin rekabet koşullarına uygun milli-felsefi bir söylemimiz bulunmadığı için Türkiye’yi –küreselleşme ve postmodernizme karşı söylem üretemiyor ve akademik olarak edilgen anlamında- Üçüncü Dünya ülkeleri arasında saymıştım. Artık İngiltere’de gerçekleşen 1689 tarihli “Glorius Revolution” (Şanlı Devrim), Fransa’da gerçekleşen 1789 tarihli “French Revolution” (Fransız İhtilali) ve yine 18. yüzyılda (1765-1783) Amerika’da gerçekleşen “American Revolution”dan (Amerikan Devrimi) sonra nihayet Türkiye’de gerçek bir devrim gerçekleşti: 15 Temmuz 2015 Milli İrade Devrimi. Bunu kimseye yaranmak için değil, benden önce John Locke ve Immanuel Kant gibi Batılı felsefecilerin yaptıklarının bir benzerini salt akademik ve felsefi olarak Türkiye için yapmış olmak bakımından dile getiriyorum. Nitekim 2013 yılının Sonbaharında “Turkish Studies” dergisinde “İbn Haldun ve Hegel’in Tarih Felsefelerinin Türkiye Bağlamında Anlamı” adıyla yayınlanan akademik makalemde, Türkiye’de, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan gerilemenin 29 Ocak 2009 tarihli “One Minutes” olayı ile sona erdiğini söylemiş ve Alman felsefeci G. W. F. Hegel’in kitaplarında andığı “Geist”ın (ben Aristoteles’in “Politika” adlı eserinde geçtiği üzere “Kahraman” diye tercüme ediyorum) bir örneğinin Recep Tayyip Erdoğan olduğunu müteaddit defalar dile getirmiştim. Türkiye’de böyle muhteşem bir olayın gerçekleşmesini açıkçası yakın görmüyor ve son zamanlarda Türkçenin ergenlik sorunlarını ve iletişim kusurlarını açımlıyordum. Ne var ki, şimdiden sonra Türkiye artık farklı bir ülke ve her ne olursa olsun bu ülke belli ki gelişmeye devam edecektir. 15 Temmuz Cuma gecesi Sayın Cumhurbaşkanımızın sözüyle harekete geçen Türk milletinin tüm meydanları akın akın doldurarak darbeyi engellemiş olmaları, biraz İngiltere’deki devrime, biraz da Amerika’daki devrime benziyor; ama esas itibariyle beni hala şaşırtan bir şekilde onlardan farklı ve üstündür. “Milli İrade” kavramının bir darbeyi engellemiş olmasının siyaset felsefesi ve tarih felsefesiyle böyle önemli bir ilişkisi vardır. Görebildiğim kadarıyla benim dışımda felsefi olarak bunu irdeleyen bir yazı da kaleme alınmış değildir. Bunun üzerine gideceğim. Birbirine günlük yaşamda görünen bütün güvensizliğine rağmen Türk milleti, tüm vesayet ilişkilerini ortak bir bilinçle reddetmiştir ve felsefi açıdan bu önemlidir.

Fethullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) gelince, başkalarının devamlı yaptığı gibi, “biliyordum, bunlar kumpasçı adamlar” demeyeceğim hemen. Akademisyenlerin ve aydınların, genel ve uzun vadeli faydalar için düşünmesi, yazması ve konuşması gerekmektedir. 17-25 Aralık 2013 tarihinde meydana gelen hukuki nitelikli darbe teşebbüsüne kadar ben de “Fethullahçı Terör Örgütü” konusunda bilgisiz ve kanaatsizdim. Sonra yakınlarımın başlarına gelen ve bana anlatılmış olanları tekrar gözden geçirince kabul ettim. Sonunda nihayet ben de bizzat bunlardan olduğunu sandığım –bunların münasebetlerini kanıtlamak oldukça zordur- birilerinin kumpasına düşünce nasıl bir şey olduğunu kavradım. Daha önce de yazdığım gibi, Türkiye’de insan bizzat zarara uğramadan sözlere güvenemiyor. 2014 yılının Sonbaharında katıldığım bir çalıştayda akademisyen ve yazarlara, “ihanet şebekesi”, “haşhaşi” ve “paralel yapı” gibi kavramları kullanırken gazetelerde her gün okuduklarımızdan fazla olarak, bu tür yapıların nasıl varolduklarını ve nasıl bu denli güçlenip herkesi kandırabildiklerini teşhis etmek gerektiğini söylemiştim. Söyleyenin ağzında belki anlamlı olan hakaret nitelikleri ve cümleleri (işiten ilk etapta böyle algılayabiliyor), her zaman bir iletişim doğurmadığı gibi fayda da getirmeyebiliyor. Türkiye akademisyenlerine imkân sağlıyorsa, onların da tıpkı istihbaratımız gibi olgunun nasıl varolduğunu betimlemeleri ve sonra analize geçmeleri gerekmektedir. Gazeteler gerekli analizleri ve milletimiz  ile yargı da gerekli yargılamayı zaten yapmaktadırlar. Bugün de aynısını daha sert ve kararlılıkla söylüyorum: “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), ağzımızda sürekli tekrarladığımız şekilde sadece sohbet, Risâle-i Nûr, himmet ve ağabeylikten ibaret bir örgüt değildir. Himmet dışındakileri yaptıkları halde terör örgütü olmayan yapılar da var görünmektedir. Fethullahçı Terör Örgütü mensubu kişilerin çeşitli kumpas kurma alışkanlıkları vardır. Bunları ancak kumpaslarıyla anlayabilirsiniz. Mesela birine kumpas kurmak istediklerinde veya örgütlü bir suça giriştiklerinde, ortada mağdur dışında tanık olmayacak tarzda işgörürler ve sürekli sevgiye benzer pozitif kelimeler kullanırlar. Olağan şartlarda akıl ve yetkinlik bakımından dikkat çekmeyen bu insanlar iş yılan gibi zehirlemeye geldiğinde birkaç yıllık planlarla hareket edebilirler. İşleri tamamlandığında zamanında söyledikleri her şeyi inkâr ederler ve olaylara tanık olabilecek nitelikteki insanları ya şantajla yola getirirler veya çeşitli yalan taahhütlerle satın alırlar.” Bir örgütten ve düşmandan kurtulmak için önce onun örgüt ve düşman haline gelebilmesine saygı duymanız ve aşama aşama süreçlerini ve muhtevasını teşhis ve deşifre etmeniz gerekir. Birini tanıyıp bilmeden onun hakkından gelemezsiniz. Bu nedenle Fethullahçı Terör Örgütü’nün gerçek tüm mensuplarını dikkatli bir tasvir, teşhis ve tahlil ile ortaya çıkarmak ve cezalandırmak gerekmektedir. Ordu, emniyet ve adalet kurumundan sonra sıra bürokrasi, akademi, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve her kuruma varıncaya değin uzanmalıdır. Devletimiz bana ve bilgime danıştığında ben elimdeki her türlü bilgiyi vereceğim. Daha önce FETÖ’nün kurumlarında çalışmış ve kandırılmış insanların bilgilerinden de muhakkak faydalanılması gerekmektedir ki, bu biraz biraz yapılmaktadır.

Fethullahçı Terör Örgütü’ne mensup insanlar birçok insanın ayağını kaydırdılar. Sözgelimi doktora jürimde bulunan oldukça saygıdeğer bir profesöre büyük bir iftira attılar ve kendisinin akademik ve idari geleceğine vesayetçi bir şerh koydular. Bir yakınımın Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir kurumda idari görevlerinin iptaline yol açan çeşitli kumpaslara giriştiler ve ilgili kişi bunlarla uğraşırken 2011-2012 yıllarında korkunç ayak oyunlarıyla karşılaştı. Üstelik saygıdeğer bir akademisyen dostumu Fethullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) mensup olmakla suçlayan ve arkasında emniyetin olduğunu iddia eden insanlar oldu. Bunların tamamı tekrar hatırlanacak… Ben bir terör örgütünün yol açtığı zararlardan ziyade Türk milletinin tarihi duruşuna ve tavrına şaşırdım, duygulandım, mutlu oldum ve alkışladım. Ailemin ve benim bizzat bu milletin parçası olması şahsımı ayrıca mutlu etti. Duygusal nitelikli durumlardan kesinlikle azade olarak felsefi bağlamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki tüm partilerin, Türk milletinin –bütün etnik kimliklerin katılımıyla- gösterdiği iradeye sahip çıkıp destek vermeleri, büyük bir devrim olarak anılmalı ve tahlil edilmelidir. Ben tüm Türkiye’yi, basın kuruluşlarından halkımıza ve emniyetimizden ordumuz ve milletvekillerimize kadar, tebrik eder; bu arada unvanına ve durumuna bakmaksızın hemen hâdiseye müdahil olup vatan ve millet için şehit olanlara rahmet diler ve Türkiye’nin gerçekten çağdaş/muasır tarihinin başlamış olduğunu haber veririm. Bence Gazi Mustafa Kemal Paşa, bugünü görse duygulanır ve mutlu olurdu. Umarım “15 Temmuz” bundan sonra milli bayramlar arasına eklenir.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort