DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Muhammet Özdemir

Muhammet Özdemir

31 Ekim 2023 Salı

Uluslararası Siyasette “İyi” ve “Kötü” Var mıdır?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şizofreni rahatsızlığını, “zihin ile hayat arasındaki orta terimsizlik hali” olarak tanımlıyorum. Özel olarak dilsel ve akli düzeydeki şizofreniyi ise, daha anlamlarından emin olunmaksızın sözcüklerin orta terimsiz bağlantılar içerisine sokulması olarak görüyorum. 21 Aralık 2001 tarihinde gösterime giren “Akıl Oyunları” adlı filmde John Nash karakterinin şizofren olduğunu nasıl fark ettiğini anımsayabilenler, zihnin hayat ile arasındaki orta terimsizlik halinin nasıl bir şey olduğunu yeterince anlayabilirler. Kendisi bile zamanla yaşlandığı halde film kahramanının zihninde açığa çıkan adam ve kızın hep aynı kalışları, zihin ile hayat arasındaki orta terimlerin ne denli önemli olduğunu göstermişti. Aklın bağlama konusunda bir yanılgıya düşmemesi için iki varlık unsuru arasında ortak olan bir kavramın veya ilişkinin bulunması lüzumludur ve buna “orta terim” diyorum. İnsanların alıştırıldıkları iki idealist (zihinden hayata işlemesi umulan) ahlaki kavram olarak “iyi” ve “kötü”nün gerçek yaşamda muhakkak varolduklarıyla ilgili önyargı, insanlar arasındaki gerçek ilişkilerin doğasının inkâr edilerek zoraki hayatın zihne uydurulmaya çalışılması mücadelesine ve söz konusu kavramların orta terimsiz bağlantılar içerisinde tutulmasına yol açmaktadır. Zihin, kendindeki algı çeşitlerinin hafızasıyla uyuşmasını bir olmazsa olmaz olarak hayata dayatırken, “iyi” ve “kötü”nün bağlandığı yanlış anlamsal ilişkilerin kendisini nasıl bir şizofreninin eşiğinde bıraktığını fark edememektedir. Böyle durumlarda hayal kırıklığı neyi ifade ediyorsa, Türkçeden uluslararası siyasete bakanlar da aynısını veya benzerini sürekli bir yazgı gibi tekrar tekrar yaşamaktadırlar. İlişiksiz, fuzuli, içi bomboş ve hayali nitelikli kavramları gerçek gereksinimleri karşılamaya uygulayan zavallı akademisyenleri ve aydınları olan bir toplumdan da başka bir olgusal durum beklenmezdi. Mecburi durumlarda istifra etmenin “iyilik” ve “kötülük” kavramlarıyla ilişkisi ne kadar tartışılabilirse, özellikle enternasyonal politikada “iyilik” ve “kötülük”ün yeri de o kadar tartışılabilir.

“İyilik” ve “kötülük”, Allah’ın veya insan aklının yarattığı iki akli kategori olarak, genelde yapılan saf ve ilişiksiz hesapların aksine, öznenin veya öznelerin yarar ve zararlarıyla sınırlı birer anlamsal gönderime sahiptir. Klasik dönemlerdeki evrensel ahlak yasalarını Tanrısızlıkla malul bir tarzda aslında ahlakı bir söyleme indirgeyen modernliğe zorla sokuşturma girişimlerinin ötesinde “iyi” ve “kötü”, insanların zihinlerinde ancak “temizlik” ve “fedakârlık” sözcüklerinin birliktelikleriyle karşılanabilecek bir anlamsal çağrışımla ilişki halindedir. Zira Hıristiyan teolojisinden devşirilen ve “iyi”yi sadece “acı” ile eşitleyen ve ancak onunla garantili kılan bakış açılarına göre –zamanımızda özellikle Müslüman toplumlarda başka türlü bir bilinçaltı da yaygın değildir-, “fedakârlık” ile “temizlik”i gösterilmeyen her öznesel veya toplumsal temel aslında “kötü”dür. Karşılıklılık esasını hayattan kovmaya niyetlenen bu şizofrenik bilinçaltı, evrenselliğe ilişkin bencil beklentisi gereği, insanlar arası ilişkileri gerçek düzeyde belirleyen siyaseti de kendi zihni üzerinden okumaya çalışmaktadır. Böylece varolana ikinci bir şizofrenik hal eklenmekte ve siyaset, modern öncesi Hıristiyan teolojisinden getirilen ahlak yasalarının “iyi” ve “kötü”lerine göre, üstelik zorla evrensel ve tutarlı olacak tarzda, yargılanan bir nesneye dönüştürülmektedir. Uluslararası siyasette vuku bulanlar zihne uymayınca da –mesela Boşnaklar, Doğu Türkistanlılar, Filistinliler, Kuzey Irak Kürtleri ve başkaları katledilince-, zihnin kategorik tavır alma alışkanlıklarında değil de hayatın tabiatında bir sorun olduğu düşünülmekte ve “kötülük” hayatın doğasına zorla giydirilerek hem hayal kırıklığı yaşanmakta ve hem de olanların hesabının verilmesi Tanrı’dan beklenmektedir. Bence bundan daha vahim bir şizofrenik hal tasavvur dâhi edilemez. Çünkü yaşadığımız hayatta ve özellikle uluslararası siyasette –hatta yerel politik koşullarda- “iyi” ve “kötü”ye uygun düşecek karşılıklar bulunmadığı gibi, insan sayısından fazla değişkenin mevcudiyeti dolayısıyla bütüncül ve tutarlı bir ahlaki beklenti içerisine girmek, iyimserlikten fazlası olarak aptallık veya art niyetli olmaktır.

Söylediklerimin pratik yansımaları bulunmaktadır; çünkü ben birçoğumuz gibi şizofrenik nitelikli düşünmüyorum. Zaten pratik karşılıkları yeterince iyi denetlenemeyen tahliller ya gevezeliktir ya da şizofreninin bir başka türüyle ilişki halindedir. Uluslararası siyasetin anlamlandırılmasına yönelik kavramlar içerisinde bulunup da bizim “iyi” ve “kötü” altında gruplandırdığımız “faşizm”, “diktatörlük”, “özgürlük”, “medeniyet”, “demokrasi” ve “komünizm” gibi birçok kavram, aslında “iyi” ve “kötü”nün altında değildir ve ilgili gerçek siyasi aktörlerin birbirlerini damgalamalarına dönüktür. Sonra biz ikinci şizofrenik halin bir devamı olarak söz konusu kavramları hem taraflara ait bazı aktörleri değerlendirmek için hem de yerel bazı olayların anlamlandırılmasında kullanmaktayız. Daha açık olarak, “faşizm”, “diktatörlük” ve “komünizm” gibi nispeten olumsuz çağrışımları olan ve yanlışlıkla “kötü”nün örneklerine eklenen kavramlar, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin karşısında saf tutmuş olup da söz konusu ikisine yenilmiş olan halkların siyasi birliktelikleri için kullanılmaktadır. Bu açıdan ilgili olumsuz kavramlar mesela Türkçeyi ilgilendirmemektedir; çünkü Türkiye, dünyadaki gerçek insanlar arasındaki savaşta bir taraf değildir. İkinci olarak, örneğin Martin Heidegger’in bir filozof olarak ve Adolf Hitler’in de güçlü bir politik aktör olarak sahip oldukları müşterek vasıf “faşistlik” veya “diktatörlük” ise, söz konusu iki niteliğin içeriği, “iyi” ve “kötü”den ayrık olduğu gibi aslında tarafların kodlanmasıyla ilgili çıkar farklılıklarını imlemektedir. Heidegger ve Hitler’in mutlaka varsa “iyilik” ve “kötülük” durumları, onların karşıt oldukları küresel siyasi oluşumların çıkarlarıyla ilişki halindedir ve Türkçede çokça sanıldığı gibi ahlaki masumiyet ve erdemle ilişiksizdir. Benzer tarzda örneğin Paul Feyerabend’in “Yönteme Karşı” adlı eserinde dile getirdiği gibi “Yahudi Düşmanlığı” olgusu, tek başına, ne iyidir ve ne de kötüdür, sadece vardır. Özellikle Türkiye ve Türkçe açısından –isterseniz Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Zazaca vs. açısından da diyebilirsiniz-, “sadece vardır”! Bizim açımızdan “iyi”nin ve “kötü”nün içeriği, özellikle uluslararası siyasette, ulusal çıkarlarımıza uygunluk dışında bir anlamla bir araya getirilemez. Nitekim bir başka örnekte “Ermeni Soykırımı”, ne akademik ve bilimsel, ne ahlaki ve vicdanla ilgili bir mesele değildir; o, sadece uluslar arası politikanın bir oyunudur ve bizi doğrudan ilgilendirmekte olup, herhangi bir tarzda Ermeniler -münferit olaylar dışında- katledilmemişlerdir.

Uluslararası siyasette “iyi” ve “kötü” var değildir. Dilsel alışkanlıklar dolayısıyla muhakkak kullanılması lüzumluysa, bu takdirde, şizofrenik halden arınarak, söz konusu kavramların mana muhtevalarını “çıkar” sözcüğünün gerçekçi çağrışımlarıyla ilişkilendirmek lüzumludur. Aksi takdirde Tanrı’nın varolup olmadığıyla ilişkilendirilmesi bakımından kötülük meselesi tarih boyu tartışılmaya devam edecek ve sömürülmeyi hak edenler, ne yaptıklarını bilemeyeceklerdir. Şizofreniyi karakteristik bir pratik haline getirenlere, hayat yerine Tanrı ile fuzuli mücadelelerinde –hayali de olsa- başarılar dilerim.

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort