08 Şubat 2019 Cuma
Türkiye'nin Yeni Yol Haritası
Genç Ufuk Fikir Kulübü Derneği Olağanüstü Genel Kurul İlanı
Kadavra Metodolojisi Ve Şiirin Ölümü
Kur'ân'ı Doğru Anlamada Dil ve Tarih Bilgisinin Önemi
Soğuk Değil Ölüm Üşütüyor
Yasin Naci'ye Veda
Gök terliyor kızıl kızıl
Özgürlük adına veriliyor bu savaş
Direnen Filistin oluyor
B i r m i l y a r İ N S A N”
.
“Filistin’e Ağıt” şiirimi yazdığımda seksenli yıllardı. O yıllardan bu yıllara Kudüs’te, Türkistan’da, Kafkaslarda, Orta Doğu’da, Afganistan’da, Afrika’da değişen bir şey olmadı. Aynı acı, aynı zulüm, aynı haksızlıklar, aynı özgürlük düşmanları, yeryüzünde, Batının, yani Amerika’nın, yani Avrupa’nın yani Sovyet Rusya’nın gözü önünde öldürmeyi, yıkımları, kıyımları, intiharları, iftiraları sürdürdüler.
Fitne bir kıvılcımla, bir çınğıyla, bir tek sözle başlıyor. İnsanı öldürmekten daha şiddetli olduğu ifade ediliyor fitne için. Enfal suresi 39. Ayette şöyle emredilmektedir; “Fitnenin kökü kazınıp Allah’ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savaşınız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür.” Fitnenin kaynatıldığı, planlandığı, Lut kavminin helak edildiği yurtlarda şimdi İsrail kan içmeye, özgürlükleri yok etmeye, kadim dinlerden kalan emanetleri yok saymaya devam ediyor.
Fetih ruhuyla hareket eden İslam toplulukları insanı öldürmekten ziyade yaşatma anlayışıyla, dirilişine sebep olma aşkıyla yeryüzüne yayılmışlardır. Maide suresinin 32. Ayeti aynen şöyledir; “Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.”
Selahhadin Eyyubi güçlü bir kumandandır. İyi bir yönetici, iyi bir fetih ruhunu inşa eden asker ve liderdir. Kudüs’ün fethiyle Hıristiyan ve Yahudi coğrafyası asıl itibariyle Batı coğrafyası kılıçlarını kınlarına yerleştirseler de bir daha koymamak üzere hınçlanmışlar, kinlenmişlerdir. Batı dünyasının yüreğine onulmaz uçurumlar, yarlar ve yaralar açmıştır Kudüs’ün fethi denilebilir.
Oysa Kudüs, “Gökte yapılıp yere indirilen şehirdir” Sezai Karakoç’a göre. Hazreti Süleyman Mescidi’nin, Davut Peygamber Mescidi’nin, Musa Peygamber Mescidi’nin ve dahi diğer mescitlerle Hazreti Ömer Mescidi’nin, ve Haceri Muallaka’nın bulunduğu bu mekân, bu coğrafya ümmetin ortak alanıdır. Ayrıca, İsa Peygamber’in doğduğu topraklar olması, Meryem Validemizin metfun bulunduğu, Yakup ve Yusuf Peygamberin diyarı olan bu topraklar kadim kültürlerin, insanlığın, ilahi dinlerinde ortak sesi, nefesi ve meselesidir. Ne Süleyman, Davut ve Musa Peygamberin tabileri, ne İsa Peygambere uyanlar, ne de Hazreti Ömer’le birlikte İslam’ın sancağıyla müşerref olan Kudüs mensupları, birbirinden rahatsızlık duymamışlardır. Hazreti Muhammet Mustafa’ya iman ve teslimiyette örnek olmuşlardır. İlahi din mensubiyetinin muvahhitlik anlayışı İsrail’in fitne kazanlarıyla kaynatılmış ve bozulmuştur artık. Bu nedenledir ki Kudüs mahzundur, Filistin mazlumdur ve Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya gelen ve oradan da Sidretül müntehaya yolculuk yapan âlemler sevgilisi efendimizin bir emanetidir Kudüs ve Mescidi Aksa. “Orta Doğu” şiirimde yıllar önce şöyle söylemiştim;
“Mescidi Aksa duruyor orda, ayakta hala
Filistinli bir çocuk, bir dede ve birkaç kadın
Duvar dibinde kıvrılmış ağlıyor Mescidi Aksa bugün
Bugün miraç
Bugün Mescidi Aksa
Bugün savaş
Mescidi haramdan Mescidi Aksaya gelen peygamber;
Hazreti peygamberdi bugün.
Bugün perişandı insanlık;
İşte orada
Bak, orada
K U D Ü S T E
İyi bak ne çok Müslüman yatıyor orada;
Orası bizimdi, ülkemizdi, doğduğumuz yerdi, tüten ocağımızdı
K U D Ü S T Ü”
Bu güne gelindiğinde Kudüs, insanlığın top yekûn halinde intiharını, suçluluğunu söylüyor bize. Bütün bir yeryüzü suçludur; çünkü arzın emanetlerinden olan Mescidi Aksa, yani Kudüs, yani Gazze, yani Mekke, yani Medine, yani Bağdat, yani Halep, yani Şam, yani İstanbul mahzundur, mazlumdur, yaralıdır. İnsanlığın ortak mirasında bir acı varsa eğer; bütün bir yeryüzü o acıdan sorumludur. Bilhassa İslam coğrafyası birinci dereceden sorumludur. “Büyük Doğu”nun kalbi çıkarılmak isteniyor. Doğu, hep doğudur, sürekli doğudur, her daim doğudur. Doğunun remzinde anlamlı hale gelen “Büyük Doğu” yani Orta Doğu kalbinden, can evinden vuruluyor. İsrail “Büyük Doğu”yu yok etmek için zulüm üstüne zulümler, cinayet üstüne cinayetler işliyor. Eğer kalp, gönül, sultan hastaysa, rahatsızsa bütün vücut, bütün ülke, bütün insanlık, rahatsızdır. Kudüs, insanlık için öylesine önemlidir ki Müslüman yürekleri inleten işkenceler bitmedikçe, yeryüzünden iniltiler, savaşlar, çarpılmışlıklar bitmez. İhanetler, fitne ve fesatlar, adaletsizlikler bitmez. Filistin topraklarında var olan Kudüs, insanlığın, ilahi dinlerin ortak merkezlerindendir.
*
İsrail’in aklı başına gelir mi bilmem? Eğer bir gün aklı başına gelirse; yeryüzünde işledikleri cinayetlerden, öldürdükleri çocuklardan, mazlumlardan, mahzunlardan, genç kızlardan, delikanlılardan yaşlılardan el hâsıl her insan evladından af dilese de binlerce, yüz binlerce şehit, gazi, insanlık haklarını helal eder mi, Allah affeder mi bilmem, bilemem? Lakin ben bir mümin olarak hakkımı asla helal etmem ve etmiyorum. Büyük Cihan Devleti Türkiye’nin bir vatandaşı olarak, Türk milletinin bir bireyi olarak hakkımı asla helal etmiyorum.
Yine “Orta Doğu” şiirinden kısa bir bölüm devreye girsin;
“Ey yiğit kardeşler:
Hangi vakte ayarlısınız?
Kalbinizde iman, ne diye duraklarsınız?
Bir kelebek uçuyor göğe doğru
Mermiler uçuyor onunla
Kan damlıyor toprağa
Bir avuç toprak al ve koynuna koy,
Kudüs için aç ellerini kan çanağına dönsün gözlerin
Mescidi Aksa için ne olur
Rabbim, lütfunu gönder bize.
Lütfunu göster bize âlemler sevgilisi
Hazreti Muhammed için
Ne olur rabbim, ne olur”
Kudüs’te var olan savaş, yeryüzündeki savaşlarında bir bakıma sebebidir. Filistin’de bir ev yıkılıyorsa, bombalanıyorsa, bir çocuk, bir genç şehit ediliyorsa eğer; Afrika’da, Somali’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta, Cezayir’de, Kerkük’te, Doğu Türkistan’da, Afganistan’da, Eritre’de, Buhara’da, Endülüs’te, Semerkant’ta, Anadolu’da, Diyarbakır’da, Cizre’de, Hatay’da, Van’da cinayetler işleniyor, insanlar şehit ediliyor, evler, şehirler yıkılıyor, sönüyor demektir. Kudüs’te insanlar gülerse yeryüzü güler. Kudüs’te kan aktıkça yeryüzünün bütün mazlum topraklarında kan akmaya devam eder. Filistin’de savaş, yeryüzünde savaş demektir. Haçlılar, Batılılar, Avrupalılar, Amerikalılar, yeryüzündeki bütün İsrailliler, Rusyalılar, Doğulular, Orta Doğulular yani “Büyük Doğulu”lar barış istiyorlarsa, Filistin’de, Gazze’de, Kudüs’te barış sağlanmalıdır. İnsanlığın ortak ilahi din mescitleri-camileri dolup taşsın, kardeşlik ve barış böylece hüküm sürsün.
“Kudüs Çağrısı” şiirimi 2010 yılında yazdığımda henüz Kudüs’ün topraklarını görmemiş Mescidi Aksa kürsüsünde konuşmamıştım daha. Şair, yazar ve Sendikacı Mehmet Akif İnan, “Mescidi Aksa” şiirini yazdığında gitmediği, ömrünce hasret çekerek kaleme aldığı gibi. İşte şiirimden kısa bir bölüm;
“Bir şehrin kaybolan haritasında çocuk ölmüştür
Ölmüştür el ayak takımı, cümle şehirli
Bitmeyecek bir savaşın ruhunda ateş yakılmıştır
Hiç bitmeyen sevgilinin
Burak’tan kalan hatıraları armağandır insanlığa
Bu şehir, bu memleket, bu toprak bizim
Kör olası şeytan, kör olası mendebur ihanet
Tuzaklarında şımaran, kuduran nefis
Bil ki Tevrat’ın, incirin ve Zebur’un üstüne
Kelamı Kadim’in, Habipi Kibriya’nın üstüne
Bu coğrafya, bu tarih, bu uygarlık bizim
Şimdi yeniden bir aşka tutulsaydım
Genç atlarımla yeryüzüne dağılsaydım
Mescidi Aksanın, Kudüs’ün başında taç olsaydım.”
Bir tek söz yetiyor kimi zaman. Bir tek bakış yetiyor. Bir tek kıvılcım, bir tek kibrit çöpü yetiyor yangınların doğmasına. Bir tek tebessüm ruha dinginlik veriyor. İçimizde büyüttüğümüz aşklarımız var. Sürekli büyüyen aşktır Kudüs. Kudüs’e doğar gün, yürüyüşler Kudüs’e akar.
İsrail’in devlet olma iştihası 1967 yılına dayanıyor. O günden bu güne doğru akan nehirler bulanık. İsrail, bütün İslam coğrafyasına, Hıristiyan dünyasına karşı taarruza geçmiş ve kendi pişirip kendi cadı kazanında kaynattığı politikalarını yutturduğunu zannetmektedir. İşgalci İsrail, çocuk katilidir. İşgalci İsrail, zalimdir. Bu zulme dur demek insanlığın ortak ödevidir. Öyle olmalıdır. Yalnızca Türkiye’nin direndiği bir dünya var. Yalnızca Türkiye, İsrail’in yaptıklarına karşı ses çıkarıyor. İsrail, bütün zorlamalarla yerli halkın yani Müslümanların, Hıristiyanların, Arapların pılını pırtısını toplayarak gidecekleri bir gün bekliyor. Bezdirme, yok etme, öldürme politikasının nedeni bu. Büyük İsrail devletini kurma özlemi. Prof. Dr. Nazif Gürdoğan bir yazısında şöyle söylüyor; “Her ülkenin silahlı güçlerinin bir başkenti vardır, silahsız güçlerin başkenti ise Kudüs’tür. Demokrasiler Kudüs boyutlarını yitirirlerse, Filistin’leşmekten kurtulamazlar.. Dünyanın her yerinde demokrasiler silahlı güçleriyle değil, silahsız güçleriyle demokrasi olurlar. Demokrasileri demokrasi yapan, demokrasilere renk ve tat kazandıran boyut, Kudüs’ten kaynaklanır. Kudüs’te savaşla güzellik olmaz.”
Rahmetli Mehmet Akif İnan’ın “Mescidi Aksa” şiirinden üç dörtlük bize eşlik etsin;
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Mescidi Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslüman’a selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu”
Mizan İnsan Hakları Merkezinden Dr. Kemal eş-Şerafi’den Türkçeye Mustafa Genç çevirmiş. Metinde ki bir bölümde şöyle söylüyor;
“İsrail, Mescidi Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’ya sahip bir Kudüs’ün, Arap ve İslam kimliğinden asla soyutlanamayacağının bilincindedir. Mescidi Aksanın altında yürütülen ve artık Aksa’nın temellerini tehdit etmeye başlayan kazı çalışmaları, işgalci İsrail’in Aksa’yı ve Kudüs’teki diğer Arap ve İslam mukaddesatını yıkma hedefine yöneldiğinin açık göstergesidir.
Uzun işgal dönemleri boyunca yetkili birimler de, mübarek Mescidi Aksa’nın altında tüneller açma çalışmalarını yürüttüler. Bu çalışmalar, Aksa’nın temellerini sarsmaya ve tehlike sinyalleri vermeye başlamıştır. Nitekim Mescidi Aksa’nın yakınındaki el-Meğaribe Kapısı semtinde, BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü (UNRWA)’ne bağlı Kudüs İlköğretim Okulu’nun zemininin çökmesi, ileride Aksa’nın başına gelecek felaketlerin habercisi olmuştur.”
Ağaç (1936 yılında yayınlandı) dergisinin 16. sayısında “İleri, Geri” giriş yazısında Necip Fazıl Kısakürek şöyle ifade ediyor; “Zamanın hakiki fatihleri istikbale o kadar susamışlardır ki gözlerindeki sonsuzluk adesesi önünde, bazen bin sene evvelki bir hadise bugüne yapışık ve bugüne ait bir hadise bazen bin sene evveline racidir.
Geriye doğru görüldüğü halde ileriye ve ileriye doğru görüldüğü halde geriye doğru giden yollar vardır.” Kudüs meselesi de böyle bir meseledir.
Sezai Karakoç’un “Alınyazısı Saati” nin 1. bölümünü paylaşmakta yarar görüyorum. 1979-88 yılları arasında tamamlanabilmiş bir şiirdir. “Gün Doğmadan” bütün şiirleridir Karakoç’un. Konuyu hem aydınlatması hem de diğer bölümlerini okuyucuların dikkatlerine sunmak için işte şiire kısa giriş;
“Ve Kudüs Şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam´dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lâmba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs’ü terk ettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyaz elleri”
Üstat Ali Ulvi Kurucu “Hatıralar – III”de Said Şamil Bey’den nakiller yapıyor. “Büyük İslam kahramanı, Dağıstan mücahidi, meşhur Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil Bey”dir kast edilen. 244.sayfasında “İsrail ve Ermenistan” başlıklı yazıda şöyle söylüyor; “Yüz sene sonra Yahudiler Filistin’de bir İsrail devleti kuracaklar” deseydim; bana gülerdiniz. Belki de aklımdan şüphe ederdiniz ve
Yahu Said Bey, Filistin’e İngiltere İmparatorluğu, Rus çarlığı girememiş de üç buçuk Yahudi mi, Osmanlı’nın elinden alıp da Filistin’de devlet kuracak” derdiniz.
“İşte Yahudi devleti Müslümanların ortasına bir çıban gibi kuruldu. Ortadoğu milletlerine gardiyanlık yapmakla vazifelidir. Koca Amerika, İsrail’in bir vilayeti gibi çalışır.
Şimdi şu Ermenistan’a bakın. Bu da geleceğin İsrail’idir. Türkiye ile Müslüman Türk dünyası arasına, aradaki yolu kapatmak, alakayı kesmek için kuruldu, büyütülecek.
Şimdi Hıristiyan dünyası Ermenistan’ı büyütüp kuvvetlendirecek ve onu Türkiye ile Azerbaycan ve diğer Türk dünyası arasına bir set gibi çekecek. Değil onlara yardım edebilmek, ziyaret etmek için bile Ermeni’lerden vize almak zorunda kalacaksınız.”
İşte Sezai Karakoç şiiri, bundan dolayı önem arz ediyor;
“Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgâr gibi esen zehriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lût şehrinden kaçıyor gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ayı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selâmlamazlar hilâli hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya”
Ali Ulvi Kurucu sözü 246.sayfada sürdürüyor; “Yahudi bir beladır. Onunla harbe girerseniz, arkasındaki büyük devletlerle savaşırsınız. Haydi, üç beş günde savaş bitti diyelim, fakat sulh müzakereleri üç sene, beş senede bitmez. Yetmiş bin tane yalan söyler. Her gün yeni bir şart koşar. Uzata uzata karşısındakini o hale getirir ki, “Allah belasını versin, ne olacaksa olsun da şu işten kurtulalım yahu” dedirtir. Müzakerelerin başında topunu birden reddettiğiniz şartları, kabul etmek zorunda kalırsınız. Müzakereden çekilemezsiniz, ama devam da edemezsiniz. Öyle bir beladır.”
Bu türlü belalardan insanlığı kurtarmanın yolu; insanlığın ortak sesi ve soluğu olan Kudüs’ün özgürlüğü, barışı, insanlığın özgürlük ve barışı olduğunu kabul edenlerce gerçekleştirilecektir. İşte Karakoç şiirini böylece bize emanet eder;
“Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların
Kurşundan çiçeklerin şehri
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Roma’nın, Babil’in, Asur’un ve Firavun’ların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlumdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış mezmurlar”
Söz sürüyor, Kurucu hoca rahmetlinin hatıraları ışık tutmaya devam ediyor; “Amerika’ya ne oluyor? Neden bu kadar İsrail’e destek çıkıyor diyorsunuz? Bunda şaşacak bir şey yoktur. Daha öncede söyledim. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in bir Vilayetidir!.. Geçen asrın baş belası İngiltere, onun emrinde idi; bu asırda da Amerika’yı kendilerine hizmetçi yaptılar..” Bu tahliller ömrünün çoğunluğunu Medine-i Münevvere’de geçirmiş bir ilim adamının, irfan sahibi bir büyüğün ve bir şairin tahlilleriyle birlikte dünyada yaşanılan acı gerçekleri dünyanın dört bir yanından gelen ilim, irfan ve liderlerinin uğrak yerinde misafirperverlik yaptığı için tahlillerin, tespitlerin bizce önemi büyüktür. Dikkate alınması icap eder. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil edebiyatla, şiirle, düşünceyle dünya Müslümanlarının, insanlığının sesi olmayı sürdürmüşler, dikkatleri çekmişler ve eylemleriyle de örnek olmuşlardır. İşte insanlığın, Müslümanların ve Kudüs’ün “Alınyazısı Saati” sürüyor;
“Ve Kudüs şehri. İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka âleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş
Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten
Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
Ey gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat
Müslümanlar.”