DOLAR 32,3400 -0.07%
EURO 34,8790 0.06%
ALTIN 2.392,77-0,15
BITCOIN 20653731,30%
Ankara
11°

PARÇALI AZ BULUTLU

13:06

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Hakan IŞIK

Hakan IŞIK

02 Mayıs 2024 Perşembe

Bunalımdaki Beşer

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Ortaçağ Cahiliyyesi”ni çeşitli düşünür ve bu düşünürlerin çeşitli düşünceleriyle yıkmaya çalışan batı biliminin amacı; insanın kainata hakimiyetini ispatlamaktı.

Ortaçağ Cahiliyyesi”nden 1900’lü yılların “burnu havada bilimciliği”ne kadar sürekli bir mücadelesi vardı insanoğlunun, insan dışındaki herşeye…

Kurumsal Dinlerin artık susacağını; Bireysel Dinlerin ortaya çıkacağını iyi idrak eden Max Weber, “sekülerlik”le birlikte dinin toplumsal hayattan el ayak çekeceğini haber veriyordu. Protestanlığın etkisiyle dünyaya dönük zahitolarak tanımlıyordu neo-dindarlığı Weber…

Kimileri böylesi bir haberi müjde olarak görüyordu çünkü böylelerine göre Tanrı’nın çürümüş din anlayışının işi bitmiş artık kesin ve deneylerle ispat edilmiş Bilim adlı Tanrının kuralları geçerli olacaktı. Kimilerine göre ise bu haber; Kurumsal bir Din olan Hristiyanlığın içeriğine inanmasa da ondan bağını koparamayan tutucular için felaketin habercisi olarak görülüyordu.

Beşer, bir kez daha akla yenik düşmüştü; bir başka tabirle beşer, bir kez daha aklın oyununa gelmişti… Her anı bir “hareket”ten ziyade bir “eylem” olan insana; “biyolojik bir hayvan” yaftası vurulurken; insan üzerinde pozitif etkiye sahip metafizik alana karşı kutsal savaş ilan edilmişti.

Aslında sözü geçmişi eski, tarihi yeni Avrupa’dan; Ortadoğu’ya getirmek istiyorum ancak bilimin de tarihin de çıkış noktasını Avrupa diye ilan edenlerden çekinmiyor da değilim…Üç kardeşin kavgası (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam) Ortadoğu’nun insanını anlamaya çalışırken dünyanın bu üç kardeşten büyük olduğunu da söylemek gerekir çünkü sadece Amerika’da dörtyüzbinden fazla din var. Ve bu derece artan bireysel dindarlık gösteriyor ki üç kardeşin kurumsal özellik bazında epey yara aldıkları aşikardır…

İster toplum-bilim’de “dinsel bireycilik” deyin; ister insan-bilim(Psikoloji)de “bireysel dindarlık” deyin; kavram önemli değil ortada “bunalımda olan bir beşer profili” var. Sözü burada çok uzattım. Max Weber Amca’ya tekrar dönmek istiyorum…

Söylediğinde doğruluk payı vardı kanaatimce… Ama bir değeri veya bir doğruyu, yanlış zeminde ifade ediyordu. Ve zaten sorun da burada başlıyordu. Weber Amca, bile unutuyordu bu söylemiyle ruhsal yönünü insanın… Çünkü insanı vahiy penceresinde anlamak, salt Hristiyan söylemler üzerine bina edilmemeliydi. Hristiyan inanç anlayışı insanı anlamada tek yol gibi anlaşılmamalıydı.

1800’lü yılların batı bilimciliği o kadar kendine güveniyordu ki bir psikolojik varlık olan insanı incelemek içinlaboratuar bile açma yarışında idi…

Hem bir metod hem de bir çıkış noktası hatasının farkına varamayanlar “kilisenin savaşı kaybettiğini ve Tanrının ölüm haberini” sevinçle yayıyordu ruhu hasta, bedeni sömürü öznesi o günün Avrupa insanlarına…

Kurumsal dinler dediğimiz üç kardeşler; bakış açıları geçmiş tarihe, tabiat olaylarına ve psikolojik varlık olan insanın iç dünyasına davet ederken; Katı Deterministler, üç kardeşin esaslarını ele almanın bile saçmalığını dillendiriyordu.

Bütün bunlara karşılık sürekli ötelenen duygular, anlaşılmaya çalışılmayan davranışlar ve kendisine yabancılaşan beşerin eylemlerini “oedipus kompleks”le açıklamaya çalışıyordu Freud amca…

İnsanı anlamanın, davranışlarını anlamaktan geçtiğini dillendiren Watson dayıya “Peki ya duyguları ne olacak insanın? İnsan, sadece davranışlarıyla anlam kazanacaksa duygularını nasıl açıklayacağız?” diye sormak isterdim… Davranış merkezli bir insan psikolojisi savunurken batı, yüzyıllar önce “psikolojik bir boyut ve derinliğe sahip insanın anlaşılması, kalp merkezli bir insan psikolojisi ile çözülür” diyordu Fahreddin er-Razi amca… Lakin onu ne duyan, ne anlayan ne de onun bu önerisini önemseyen vardı… Çünkü beşerin manevi yönü bir araçtan öte bir amaçifade etmesi gerektiğini anla(ya)mıyordu birileri… Bizim burada gerek Batı ve gerekse de seküler anlayışla ilgili ifade ettiğimiz bir eleştiri olarak algılanmamalıdır. Biz sadece tasvirci bir anlayışla insanın Batı kaynaklı bunalımını anlamaya çalışıyoruz.

Ruhunu kaybeden modern insanın kutsala ve/veya tabiatüstü bir varlığa inanma, sığınma ve bağlanma ihtiyacı, akıl veya bilimle doyurulamıyor ve öyle görünüyor ki doyurulamaz da. Sürekli bir buhran ve sürekli bir bunalım yaşıyordu ve yaşıyor beşer… İster kurumsal boyutunu koruyarak bireysel dindarlık deyin; ister kurumsallıktan kopuk bireysel maneviyatçılık deyin ama ortada ifade edilmez bir sığınma ve bağlanma gereksinimi vardı insanın…

Yoksa kendini “aidiyetsiz” hissedemezdi ki “inanma duygusu” olan insan… Hem anlam arayışı hem de inanma duygusuna karşılık hayatta karşılaştığı mutsuzluk, depresyon, umutsuzluk, tükenmişlik, intihar ve daha birçok şeyi sayabileceğimiz insanın pençesinde olduğu buhranlar… Bütün bu olumsuzlukların etkisindeydi duyguları, davranışlarına şekil veren insanlık…

Elbette ki mesele “içeriği ve inanç esasları” Voltaire’in deyimiyle “belirsiz” olan Hristiyanlık değildi; asıl mesele vicdanı çürümeye yüz tutmuş; ruhu ölüme terkedilmiş insan ile insanın davranışlarını belirleyen, biçimlendiren ve yönelten değerlerin ciddi bir krizle karşı karşıya kalmasıydı… Yukarda saydıklarımız, insan hayatının nihai problemleri idi ve çözüleceğe de benzemiyor maalesef…

Ruhsuzluğun doğurduğu acımasızlık ve bunun da getirdiği kavga, savaş, ve cinayetler…

Ne demeli, nasıl anlamaya çalışmalı bilemiyor insan…

Mesela “Özgecan”ın katledilmesini açıklayamıyorsun, veya Suriye’de hayalleri, umutları Özgecan gibi acımasızca yok edilen nice Özgecanlar’ın gözyaşlarına, feryatlarına kulak veremiyorsun… Ve tam bu anda anlıyorsun maddetenolmasa da manen içine düştüğü buhranı insanın…  Anlamsızlık duygusu yoktur insanda ve zaten olamazda. Bütün uğraş yalnız da olsa hatta saçma da olsa teselli veren anlam arayışı değil mi?

Çok sonraları birileri, “savaş açılan metafizik alanın işlevselliği” yönünü dile getirdi. Dinin fonksiyonelliğini savunmaya başladılar bu güruh… Lakin bilmiyorlardı; dinin fonksiyonelliği bir amaç değil; bir sonuç olabilirdi ancak…

Yine sarmıştı düşüncelerin dört bir yanını pragmatist yaklaşımlar… Ve zaten insan kendini düşündükçe; diğer insanları birer birer ihmal etmeye başlamadı mı?

İnsan hiç de eskisi kadar gelenekselci değil; buna karşın hiçbir zaman da modernitenin istediği gibi modernolamayacak da… Olsa da ruhî yanı hep eksik kalacaktır çünkü modernite, bir değerler savunucusu değil; bilakis birdeğerler düşmanı olma huyunu devam edecektir. Sağlıksız bireylerle, kendince sağlıklı toplumları asla oluşturamayacaktır modernite…

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort