DOLAR 32,4326 0.15%
EURO 34,6082 0.02%
ALTIN 2.383,830,17
BITCOIN 1884552-8,03%
Ankara
15°

HAFİF YAĞMUR

13:06

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Okan Karakoç

Okan Karakoç

23 Kasım 2019 Cumartesi

Geleceğim Ellerinde… Tut Elimi!

Geleceğim Ellerinde… Tut Elimi!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

aa_picture_20150622_5685622_highBu tarz bir yazıyı daha önce yazmak için çok düşündüm. Çok ikilemde kaldım. Ve hep vazgeçtim. Ama bir yanım hiç vazgeçmedi. Hep “acaba” dedirtti. Sonunda beni ikna etmeyi başardı.

Aslında beni ikna etmek çok kolaydır. Ama mantığıma yanlış gelen bir şeyler varsa olay tersine döner. Karakterimin inatçı özelliği ortaya çıkar. İşte bu kez, bu inadı yıkan ufacık bir detay oldu. Bir mektup…

Bu mektup ki, hayatımda aldığım en değerli mektup. Daha gördüğüm anda, “gözyaşları sel oldu” deyimini bana yaşatan bir mektup. Ama size olayın en ilgincini söyleyeyim mi? Gözlerimi yaşa boğan bu mektubun tek bir kelimesini dahi anlayamıyordum. Anlamak bir yana, okuyamıyordum. Tek anlayabildiğim şey, mektubun bir satırının başındaki 4 kalp işaretiydi.

Kilometrelerce uzaktan, hiç tanımadığınız ve normal şartlarda ömrünüz boyunca hiç karşılaşma ihtimalinizin olmadığı birinden, hiç beklemediğiniz bir anda size seslenen bir mektup aldığınızda nasıl karmaşık duygular içine girebileceğinizi hissedebiliyor musunuz? İşte bana şu an bu yazıyı yazdıran ne o mektup, ne de kilometrelerce uzaktan “bize”(*) seslenen o kelimelerin sahibi. Bana bunu yazdıran -birazdan da değineceğim üzere- duyduğum o hisler…

Mektup Gazze’dendi. Yazı halk dili Arapçasıydı. 3 yaşında bir yetimin ailesinden geliyordu. Günler, haftalar sonra tercüme ettirebildim. Ve sonra ben de bir cevap yazdım, şu an yeni mektup arkadaşıma ulaşmayı bekliyor.

Hani bazen Cuma’dan çıkarken “camiye yardım, camiye yardım” diye bağırır yaşları bizden büyük amcalarımız. Bazen cebimizde üç beş lira olur, o sepete biz de atarız bir şeyler. Sonra içimizden geçiririz, “bir caminin belki bir tuğlasında benim de katkım oldu” diye. O gönül rahatlığıyla güne devam ederiz. Ama bilmeyiz hiç hangi cami bu, hangi bölgesi için kullanıldı, ne kadar yardımım dokundu. Çünkü biz ile caminin arasında aracılar vardır, bizim bu yardımı yapmamıza vesile olan kişiler vardır. Allah razı olsun ki onlar var. Onlar olmasa bu gönül rahatlığını, bu duyguları, bu hisleri nasıl yaşardık?

Lakin…

İşte o mektubu aldığım gün var ya. O gün, aracı olan kim varsa hepsi aradan çekildi. Arada çok uzun bir köprü vardı. Bu köprünün bir ucu Ankara, diğer ucu Gazze… Köprü bağlıyordu bu iki noktayı. Köprünün üzerinde başka insanlar çalışıyordu harıl harıl, o iki uzak nokta arasında bağ oluşturabilmek için. Bir noktadan diğer noktaya haber gönderebilmek için. O gün, sanki o köprü yıkıldı. İki sınır kesişti. Yollar birleşti. Sanki o gün, o Cuma çıkışı yardım istenen yere ben gittim ve caminin yapımını gözlerimle gördüm, kendim şahit oldum, kendi tuğlamı da kendi ellerimle yerleştirdim. Benim de katkım olan o camide huzur içinde namaz kılanları görüp huzur doldum. Şükür doldum.

Artık o camiden haberdarım. Artık o aileden haberdarım. Ve artık, belki de fotoğrafları dışında hiç göremeyecek olsam da, manevi bir evladım var. Ya da kim bilir; belki bir gün bana uzattığı o masum, minicik eli gerçekten tutup Gazze sokaklarında birlikte yürüyeceğimiz, Kudüs’te özgürce dolaşıp Mescid-i Aksa’da birlikte namaz kılacağımız bir evladım var.

(*) “Bize” seslenen o kelimeler… Bu yazıyı yazmamdaki en temel konu, yukarıda tırnak içine aldığım bu zamir. “Bize” seslendiler çünkü. Bana değildi o mektup, “bize”ydi. Hepimize. Bu yazıyı okuyanlara, okumayanlara. İnsan olan herkeseydi. O mektup bana, Filistin’den haber getirmenin yanında aynı zamanda büyük de bir sorumluluk verdi. “Burada sadece ben yokum, bizden daha çok var, bizi bulun!” diyordu o mektup bana, her ne kadar içinde böyle bir ifade geçmese de. O yüzden paylaşmam gerekiyordu. Ben sadece aracıyım, bir sembolüm, ben değil başkası da olabilirdi o mektubun sahibi. Bu seferlik bana denk gelmiş. Bu kez de ben köprüyüm. Burada anlattığım her şey gerçek, aynı zamanda her şey sembolik. Filistin olmaz da Türkiye olur, Suriye olur, Somali olur. Yetim olmaz da engelli olur, hasta olur. Camideki amca olmaz da A derneği olur, B kurumu olur. Mektup olmaz da kalbine dokunan mahcup bir tebessüm olur, güzel bir söz, bir dua olur. Ben olmam da, sen olursun…

Artık sembolleri yerine oturtalım. Artık dünyaya neden geldiğimizin bilincine varalım. Biz neden yaşıyoruz, görevimiz ne? Kendimiz için nefes alıp, kendimize yaşayıp, öldükten sonra da geride bir mezardan başka hiçbir şey bırakmadan yok olmak mı? Bunun için mi geldik biz dünyaya? Düşünelim. Silkelenelim. Son nefesimize sıra gelmeden güzel bir şeyler yapalım. Arkamızda kalıcı eserler bırakalım. Hala nefes alabiliyorsak hala vaktimiz var demektir. Ahirete göçüp gittiğimizde, günahlarımızla baş başa kaldığımızda en azından dünyada bir dua’mız bir Fatiha’mız olsun; ateşimize su serpecek, hesabımızı hafifletecek…

Şu an seninle aynı anda bu dünyada nefes alan, ve elini uzatmış tutmanı bekleyen, elinin sıcaklığına muhtaç kaç milyon insan var biliyor musun? Kaç çocuk şu an parklarda sallanıp sokaklarda top peşinde koşması gerekirken hayat mücadelesi veriyor; bunu saymaya hangimizin gücü yetebilir? İşte bu insanlar, bu çocuklar ellerini uzatmış tutmamızı bekliyor. Biz ellerini tutarsak, onlar da geleceğe tutunacaklar. Artık o insanlarla aramızdaki engelleri yıkalım, köprüler kuralım. Diyanet İşleri’nin bu Ramazan’da belirlediği slogan gibi: “İnsanlık için atsın kalbimiz. Gelin gönüller yapalım! Bu Ramazan ve her zaman…” Bakarsınız bir gün, o köprüler de birleşiverir.

Ramazan-ı Şerif, ülkem ve tüm Müslüman alemi için hayırlara vesile olsun inşaallah. Dolu dolu yaşayabileceğimiz hayırlı ve huzurlu Ramazanlar…

İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort