DOLAR 32,5451 0.01%
EURO 34,9203 0.19%
ALTIN 2.429,590,27
BITCOIN 2061399-4,07%
Ankara
25°

PARÇALI BULUTLU

20:01

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Mahmut Musa Timur

Mahmut Musa Timur

16 Haziran 2021 Çarşamba

Su-İ Zan İle Değil Hüsnü Zan İle Geldim

Su-İ Zan İle Değil Hüsnü Zan İle Geldim
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yazım da sizlere karşılaştığım ve yaşadığım beni derinden etkileyen, adeta ders niteliğinde olan iki olaydan bahsetmek istiyorum. Önceliği tabi ki evimizin en küçüğü ve hayatımıza yaklaşık üç yıl önce giren güzel kızımız/kedimiz Hıçkıdık Hanıma vermeliyim.

Hıçkıdık Hanım için evimizin en toleranslı ve en torpillisi diyebilirim. En toleranslı diyorum çünkü evdeki herkes tarafından şımartıldığı gibi ne kendisine kızılabiliyor ne de ceza verilebiliyor. En torpillisi diyorum sevdiği şeyler özenle seçiliyor ona göre tedarik ediliyor. Bizler öyle değiliz sevmesek de beğenmesek de hoşumuza da gitmese; kullanmak, yemek veya almak zorunda kalabiliyoruz. Bütün gün yiyip içip yatabiliyor mesela. 4 yaşında ki küçük kızım bile yapamıyor onu. Gözümüze batıyor ve hemen bir iş tertip ediyoruz kendisine. 🙂

Hal böyle iken Hıçkıdık Hanım; fazla hareket etmez uysal,  sakin,  uyuyarak, yavaş yavaş yürüyerek ve arada gelip sevmemizi isteyerek hayatını ikame eder. Dedim ya kendileri şanslı diye; en güzel mamalar kendisine alınır verilir önüne konulur. Onları bir güzel iştahla yiyip tekrardan sessiz dünyasına çekilir.

Yine böyle günlerden bir gün önüne konulan mamayı yerken, çiçeklerin arasından çıkan küçük bir sineği fark etti.  Gözler büyüdü, vücut yere doğru pozisyon aldı, kuyruğu hızlı hızlı yere vurarak amansız takip başladı. Artık tamamen sineğe kenetlenmişti. Bulduğu ilk fırsatta da hoplayarak zıplayarak kayarak sineğe sağ kroşeyi vurdu ve düşürdü. Yerde yatan sineği patisi ile yokladı ve hafif bir kanat çırpıntısında bulunan sineği dilini uzatarak mideye indirdi. Bu gözlemlediğim birinci olaya tekrardan döneceğim. Biz şimdi ikinci olaya geçelim.

Malum pandemi dönemindeyiz; camii, cemaat, vaktinde eda bunlardan uzak kaldık. Yine böyle öğle ezanın okunmasından bir saat sonra gibi camiye geçtim ve Allah kabul etsin öğle namazını eda ettim. Camiden ayakkabılarımı bağlamadan bahçede bağlarım düşüncesi ile çıktım ve gözüm boş bir bank aradı. ( O kadar rahatıma düşkünüm ki oturarak bağlamalıyım. ) Maalesef avlu içerisinde ki bankların hepsine iki kişi oturmuştu. Tam yere doğru eğilme düşüncesi ve sıkıntısını düşünürken bir kişinin oturduğu bankı gördüm ve ona doğru ilerledim. Yüzümde; bir kişide olsa boş bir bankın mutluluğu ve gururu ile ilerlerken, bankta oturan kişinin farklı farklı el kol hareketleri yaptığını onun bir meczup olduğunu anladım. Yavaş yavaş adımlarım kısaldı ve artık durma noktasına geldi. En fazla yarım adım daha atıp olduğum yerde ayakkabılarımı bağlamak için eğilirken, meczup yaptığı el kol hareketlerini bıraktı ve bana el hareketiyle gel gel demeye başladı.

Evet, geri çeviremem yapamam böyle şeyleri, davete icabet ettim ve bankın en köşesine meczuptan durabildiğim kadarı ile en uzağına oturdum. İlk adımı ona bırakmamalıyım düşüncesiyle “Yaşıyorsun bu hayatı” diye atıldım. “Yaşıyorum” diye cevap verdi. İçim rahatlamıştı sanki. İçimden tartmalıyım onu fikriyle “kaç yıldır yaşıyorsun” dedim. Birden ceketini çıkardı, gömleğinin kolunu düğmesini açmadan çekebildiği kadar yukarı doğru çekmeye başladı.  Avuç içi yere bakar şekilde bileklerine baktı ve “Yok, saatim yok” dedi.  Herhalde tarihe falan bakacaktı diye düşünürken içine kocaman bir nefes çekti ve bıraktı. Sonra bana döndü ve “ Bir tane daha aldım ve verdim” dedi. Sustum. Bir şey diyemedim. Sanki “bir tane daha alıp veremedim”.

İşte bu iki olay; o kadar farklı gözükse de benim düşüncemde birbirine o kadar bağlı. Neden mi dersiniz? Hıçkıdık Hanım’ın önüne en sevdiğinden, en güzelinden, en temizinden konan mama ve onun o mamayı bırakıp küçük, çelimsiz ve nerelerde gezdiği belli olmayan sineğe kayması. Aynı bizlerin nefsimize hoş geldiği için temizi, güzeli, doğruyu ve yararlı olanı bıraktığımız gibi. Yani kısacası Helal olanı bırakıp Haram olana doğru taklalar attığımız gibi. Bunun daha da vahim olanı ikinci olaydaki gibi bir nefes daha alıp vereceğimizin garantisi olmadan yapmamız. Günler, aylar, yıllar hesap ederken bir nefes alıp veremeyeceğiz gerçeğini unutarak.

Selahaddin KOCAASLAN; Erkam Radyo yayın yönetmeni kendisi. Her sabah Erkam Radyo da medya gündemine dair programı var. Bakmayın siz program adının Medya Gündemi olduğuna. Program içerisinde 24 saatlik bir radyo yayın akışın da neler bulmak isterseniz hepsi mevcut. Geçenler de yine yolda programını dinlerken, eksik fazla olabilir şöyle bir ifade kullandı. “ Uyuyan birisini uyandırmak kolaydır, uyuma numarası yapan birini uyandırmak çok zordur”. Evet, nefislerimiz uyumuyor, bizlere uyuma numarası yapıyor. Bu yüzden de Helal – Haram konusunda uyandırmakta zorlanıyoruz. O uyuma numarası yaptıkça bizim de uykumuz geliyor.

Velhasıl yaşadığım bu iki olay bende böyle bir etki oluşturdu. Kimin veya kimlerin ders vereceği belli olmadan nefsime uymuş gidiyorum. Yazıma burada son verirken yaşadığım bu iki olaydan sonra yazdığım küçük bir şiiri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Kalın Sağlıcakla.

 

Su-i zan ile değil hüsnü zan ile geldim Ey Nefis;

Sözüm yalın ve açık bir şekilde sana.

Sakın kızma, küsme ama imtihan burada.

Hem de her nefeste her anda.

 

Bir ikindi vakti kadar belki daha az,

Başlar önde Huzura varınca.

Önemi yok ahların, vahlarin,

Olsa da vezir veya şahların.

 

Her saniyeyi her nefesi fırsat bilelim,

‘BEN’ i beslerken unutmayalım ruhu, onuda doyurup öyle gidelim.

Devamını Oku

Şimdiki Nesil Çok Şanslı

Şimdiki Nesil Çok Şanslı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şimdiki gençlik çok şanslı. Evet, hemen hemen her neslin duyduğu bu cümle. O cümleye nail olmayan gençlik, nesil yoktur aslında. Bir ay kadar önce, yeni yaşımı alıp Cahit Sıtkı TARANCI’nın yolun yarısı dediği yeri geçtiğime göre artık bu cümleyi şimdiki gençlik için bende kullanabilirim. : )

Gerçekten çok şanslı şimdi ki gençlik. Neden mi çok şanslı durun anlatayım sizlere. Aynı düşünce de ve aynı yaşlarda isek muhakkak neden bahsedeceğimi çok iyi biliyorsunuzdur. Yok, hayır her meyveye ( muz, kivi, Hindistan cevizi, vs) anında ulaştıklarından her gün yiyebildiklerinden bahsetmeyeceğim. Evet, haklısınız sucuğa, salama, sosise, peynirin birkaç farklı çeşidine veya zeytinin sadece siyah ve yeşiline değil dört beş farklı alternatiflerine ulaşabildiklerinden de bahsetmeyeceğim. Evet, bunlara her gün ulaştıkları halde burun kıvırmalarından da bahsetmeyeceğim. Eee neden bahsedeceksin o zaman dediğinizi duyar gibiyim, hala fikir yürütenler olduğunu da düşünüyorum. Ama ayakkabıları yırtılmadan yeni bir ayakkabı alabildiklerinden hatta okul için ayrı spor için ayrı günlük için ayrı ayakkabıları olduğundan da bahsetmeyeceğim. İstedikleri zaman her bilgiye ulaşabilecekleri kitapları anında sipariş edebildiklerinden, farklı türde; hikâye, roman, polisiye veya şiir kitaplarına ulaşabildiklerinden de bahsetmeyeceğim. Aslında bahsedeceğim konuya gelmeden de ne kadar çok şanslı olduklarını görebiliyoruz değil mi?

Evet, şimdiki nesil, hatta bize söylenildiği gibi yeni yetmeler çok şanslı.  Bizim zamanımızda okula başlarken ailelerimiz öğretmenlerimize eti de kemiği de senin derlerdi. Şimdilerde böyle olmasa da biz de bu cümlenin hakkını verir öğretmenlerimize saygıda kusur etmez onları baş tacı ederdik. Öyle bir baş tacı ederdik ki öğretmen ne söylese haklı ne dese doğru idi. Anne baba aile bilmez öğretmen bilir. Ondan iyi de bilecek değillerdi ya zaten. Aksini iddia edecek ellerinde kitap, telefon, bilgisayar da yoktu zaten. Bizleri öğretmenlerimizin ellerine o kadar körü körüne bırakmışlardı ki; o şehrin bu semtinde ki şu okulundaki x şubeli sınıfında öğrenci mevcudu kadar yine aynı sınıfın sınıf öğretmeni tarzında aynı düşünce de bireylerin temeli atılıyordu.

Düşünmek; eski Türkçede tüş-mek fiilinden türemiş ve bir şeyin içine düşmek, içine nüfuz etmek anlamına gelmektedir. Bir öğrenciye sen düşünme; ben, biz senin yerine düşündük sen bu kalıbı kabul et deniyordu. Öğretmenlerin siyasi düşüncesi, tarihi yorumlayış biçimi, dine bakış açışı nasılsa o çocuklarda aynı şekilde yetiştiriliyordu. Ailelerin düşüncesi ile tam tersi bir anlayışta da olsa öğretmen haklıydı. O daha iyi bilirdi çünkü. Bu durumu sorgulayan ne bir aile ne karşı çıkan bir veli olabilirdi maalesef. Çok şükür şimdiki nesil çok şanslı dedik ya. Daha öz verili anne babalar ve öğretmenlerimiz sayesinde böyle problemlerle karşılaşılmıyor. Böyle bir problem olsa dahi anında müdahale edilip gerek idare ile gerekse rehberlik servisi ile sorunlar ileri dereceye taşınmadan çözüm noktasına ulaştırılıyor. Tabi bu şu demek değil; öğretmenler müfredata bağlı kalsın öğrencileri farklı düşünmeye sevk etmesin. Düşünmeye, anlatmak istediği konunun içine nüfuz etmelerine sevk etsin ama kendi düşüncelerini empoze etmesin.

Velhasıl “Açık Ufuk” kitabında düşünerek ayağa kalkmamız gerektiğini belirterek “Ayaklarınıza vurulmuş zincirlerden kurtulmak için önce zihninize vurulmuş prangalardan kurtulmak gerekir” diyor İbrahim KALIN. Çok şükür zihinlere vurulan prangalardan kurtulan bu şanslı nesil; bizlerin düştüğü hatalara düşmeyecek, sorgulayacak, hakikati arayacak ve ayağa kalkacak. Bizlerin sustuğu konularda gerekli cevabı verecek. Ne dersiniz belki bizden de hesap sorarlar.

Nasıl bu kadar duyarsız kaldınız?  diye.

Devamını Oku

Aşk İle Bağlan Hayata

Aşk İle Bağlan Hayata
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Ben Ay’ımı yerde gördüm, ne isterim gökyüzünde?
Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar.

Diyor Yunus Emre bu dizesinde. Yunus Emre’nin herhangi bir şiiri okunup da açıklanmaya gerek yok aslında. Kapat gözlerini gir o şiire ve yaşa o duygusallığı. Kendisinin de ifade ettiği birçok mısralarında ilim bilmediğini tamamen Allah’ın ona bahşettiği aşk ile yazdığını. Aşk ile yazılan aşk ile yaşanır. Yaşanan bu aşk olayı ise kolay kolay anlatılmaz işte.

Bir çiftçi okusa bu dizeleri hemen kapılır toprak hayaline. “Doğru söylemiş ne işimiz olur Ay’la; bizim yüzümüz yerde toprakta, ondan gelecek rahmette berekette.” O rahmet o bereket iş olur, aş olur, düğün olur, ev olur, yuva olur, aile olur. Kısaca olur da olur.

Bir derviş okusa “ne de güzel söyletmiş Allah bizim Yunus’a. O ( c.c.) ki yeryüzünü mescit kıldı bizlere ayetini yansıtmış” diyerek. Eee bağrı yanıklık, aşk ile dolmak bunu gerektirir her bir ayetin muhtevasını dile getirerek.

Belki de Yunus Emre kapıldı “Secde et ve Yaklaş” ayetinin sıcaklığına. Gönlü doldu Rabbine yaklaşma aşkı ile. Ne ayı gördü ne gökyüzündeki her bir yıldızı. Ne istedi güneşin sıcaklığını. Hepsini yere yaklaştığında secde ettiğinde buldu. Secde etti her bir yıldızdan daha büyük bir ışığı, Secde etti güneşten daha parlak içini ısıttığı sıcaklığı, Secde etti ayın nurunu söndüren Rabbinin Nur’unu buldu. Secde etti ve yaklaştı Rabbine. Kısaca Rabbine yaklaştı rahmet yağdı. Rabbine yaklaştı o söylediği tasvir ettiği Aşk’ı buldu…

Yunus Emre işte kapattırır insana gözlerini buldurur bulmak istediğini. Buldurur durmadan arayıp istediğini. Biz ne bulduk acaba veya ne arıyorduk… Aradığımız ve bulmak istediklerimize ulaşmak dileğiyle ama AŞK ile temennisiyle…

Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort