DOLAR 32,5055 -0.12%
EURO 34,7782 -0.5%
ALTIN 2.495,390,45
BITCOIN 20728290,40%
Ankara
20°

PARÇALI BULUTLU

04:46

İMSAK'A KALAN SÜRE

Esra Ekinci

Esra Ekinci

22 Ocak 2021 Cuma

Refleks Yahut Esaslı Bir Boykot

Refleks Yahut Esaslı Bir Boykot
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Whatsapp, öne sürdüğü sözleşmeden kullanıcıların farklı bir uygulamaya geçiş şeklinde yaptıkları boykot neticesinde; geri adım sayılabilecek birtakım kararlar almış. Aklıma gelen iki düşünce var, paylaşayım. Hanımlar arasında olan katıldığım birkaç Zoom toplantısında bir davranış çok dikkatimi çekti.

Online buluşmalara evimizden katılıyoruz ama ortam evimiz değil. Hanımlar arası buluşmalarda tesettürümüzü, başörtümüzü neden bırakıyoruz kıymetli kardeşlerim? Hangi üreticinin iyi niyetine güveniyoruz bilemiyorum ama ev hali ile evden katılmak, ortamın internet olduğu gerçeği karşısında elimizi ayağımızı titretmeli değil mi? “Amaaaaan kim görecek biz bizeyiz” anlayışı dijitalleşmeye karşı hazırlıksız yakalanmanın ve bir süre sonra hayıflanılacak anıların müsebbibi.

Henüz tam idrak edemedik neyin içine düştüğümüzü. Ve biz kullanıcı pozisyonundayız, kullandıklarımızın normlarını ve kullanım şartlarını biz belirlemedik. Hal böyle iken en azından bu kadar savunmasız olmayalım. Bir çok ihtimal var ev hali ile katılmanın sonuçlarına dair… Kazara bile yaşanan durumlar varken, tedbirsizliğimizi neyle açıklamamız gerektiğini ben bilemiyorum.

Bu bulanıklığa ne gerek var, sonradan dahil olduğumuz her oyunda bocalamak durumunda mıyız? Her olası sonucu bizzat tecrübe ederek öğrenmek durumunda mıyız?

Whatsapp meselesinde de gördük ki, kimse bu insanlar güzel güzel irtibat kursun diye çalışmıyor. Bir çıkarı var. Bir değil sürekli çıkarı peşinde. Arakanlı Müslümanları bugün bir adaya terk edip dünya ile irtibatını kesen dünya mı biz iletişim kuralım diye çabalayacak? Biz kimiz? Dünyadan izole edilmiş, farklı ülkelerdeki aile bireyleri ile telefonla bile konuşmaları yasaklanan, Uygurluların; açık hava hapishanesinde yaşayan Filistinlilerin dindaşı. Denizin kıyısında yaşayıp açlıktan ölen insanların yurdu Yemen’i kendi haline terk eden, bir avuç su vermeyen, insanların kitlesel olarak hayat ile iletişimleri kesilirken (ve hatta iletişimi bizzat kesen) “aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor” uyarısı veren Dünya, biz iletişelim diye gece gündüz uyumuyor, hem de ücretsiz bir hizmet 7/24…
Dünya masallarından seçmeler…

Köleliği farklı formlarda sunan Batı, bugün de bizi dijital köle haline getirmek istiyor. Ne kadar çabuk teslim olduk? Whatsapp verilerimizi verecekmiş diye dertlenirken, kendi rızamız ile verdiğimiz veriler bizim durup düşünmemiz gereken bir çelişkimiz.

WhatsApp konusunda ikinci olarak gördüm ki boykot, hafife alınacak bir mesele değil.
“Bir benle mi olacak…” diye başlayan cümleler, “evet bir senle olabiliyormuş” yanıtını tecrübi bir bilgi ile öğretti bize. Hayır, zaten Allah bizi sonuçtan değil de gidişattan, sorumlu tutuyor ama içimizde;
amaaan bir benle mi diye başlayan,
alışkanlıklarından vazgeçmeye dirençli,
rahatın kolaylığına düşkün,
hazır sofraya hemen oturan, yeni bir sofra açmak için ölümüne yorgun
direnç kırıcı birtakım söylemlerimiz var.

Boykot sadece almamak gitmemek… değildir. Kendi yaşam alanını kurmaktır.  Şu an olan ise bize “güvenlikli” yaşam alanı kurma çabalarıdır. Peki biz mi istedik?
Hem evet hem hayır ama onlar buna alışkın. Özgürlük de götürürler, güvenlik de; dünyanın fedakar koruyucuları çünkü onlar (!)
Bu sebeple WhatsApp bugün geri adım atar yarın başka bir ayar koyar, şu anda bile doğruluğunu teyit edemeyeceğimiz hayalet bir güvenlik sözü içindeyiz. Whatsapp sadece bir örnek… Tek sorunumuz güvenlik de değil. Tüm kuşatılmışlıklarımızdan, kullanarak bağımlı kaldığımız her parçadan söz ediyorum. Çünkü boykot, bağımlılıklarından kurtulmaktır, harekete geçmek için ittirici bir güçtür. Boykot; acil bir çözüm yolu değildir. aciliyet yahut his değişikliği ile vazgeçilecek bir eylem değildir. Ara sıra birtakım olaylar gündem olunca gerçekleştirilen vicdan rahatlatma unsuru hiç değildir, olmamalıdır. Boykot meselesine red edilenin yerine daha iyisini koyma bilinci olarak değil de refleks bir hareket olarak baktığımız günden beri zaten; bizzat boykot edilenler tarafından adeta gaza getirme ve havasını alma eylemi olarak kullanıldığını düşünüyorum. Bir haftalık bir öfke yahut tepki kimseye bir zarar vermez değil mi?

Ülkemizin ve Müslümanların tam bağımsızlığı için ise bizim kendi yaşam alanımızı kurmamız gerek. Alternatifleri çoğaltmamız, sunum ve içerik konusunda kaliteyi hep bir üste taşımamız gerekir ki; boykot edilenin tercih edilme sebepleri elensin. Ayrıca topluma boykot çağrısı yaptığımızda halkta alternatif olarak kabul edilebilir bir seçenek yoksa bu çağrı karşılık bulamıyor.

Bunlarla birlikte, boykotu basite indirgeyen “öğrenilmiş sonuçsuz eylemler” olarak nitelendirilen düşünceye karşı çıkıyor; o düşüncenin bize “öğretilmiş çaresizlik” olma ihtimaline dair düşünmeye davet ediyorum. “İbrahim tek başına bir ümmetti” (nahl, 120) ve İbrahim (as) ateşe atılırken bir damla su ile ateşe yürüyen karınca, benim gücüm bu, safım belli olsun demiştir bir mesele göre. Küreselleşmenin ve üretim sermaye gibi ilişkilerin girift bir hâl aldığı ortamda kurtuluş boykotta dememekle beraber, bunun yöntem olarak takip edilebilirliğini söylüyorum. şunu da söyleyim: boykot sadece terk ediş değil dedim. terk ediş ama başını sokacağın mekanı da inşa ediş süreci. bu anlamda whatsapp meselesinde bilgimiz facebook’a direk verilecek diye kaçarken kendimizi Rusya’nın kurduğu telegram barınağına attık, boykot bu değildi. Bu bir durum tespiti ve bir süreci gözümüzün önüne koymak alternatiflerin azlığını, mevcutların yetersizliğini göz önüne getirmek istedim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için; hava durumumuzu da tedbirimizi de akıbetimizi de kimsenin insiyatifine bırakamayız. İşte boykot, bu işin hareket motoru.

Şu an aklıma gelen iki tane de tarihi bilgi paylaşayım. İslam tarihinde boykot yılları diye başlı başına bir başlık olan o yılları bir daha okuyalım. Boykotun etki gücüne dair Mekkeli müşriklerin Müslümanlara uyguladığı boykot nelere mâl olmuş bir bakalım. İkinci örnek de Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde ilk işlerinden biri yeni bir çarşı/pazar kurmak olmuştur. Peygamberimiz Yahudilerin kurduğu pazara ve sisteme bağlı kalmamış, red etmiştir bir anlamda da. Bu sebeple Peygamberimizin kurduğu pazar yakılmış ve Peygamberimiz ikinci kere kurmuştur. Pazar yakılınca Peygamberimiz “yaptığımız iş Yahudileri kızdırdı, demek ki doğru bir iş yapmışız” buyurmuştur. Bu örnekten sonra şunu diyorum: Boykot sadece tüketmemek değil üretmektir, üretme alışkanlığını kazandırmalıdır bize. Çünkü boykot bu yönüyle de, iktisadi bağımsızlık arayışıdır.

Devamını Oku

Biblo Tanışıklıklar ve UDEF

Biblo Tanışıklıklar ve UDEF
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın…(1)

Bildirim sesi ile heyecanlandım. Youtube vs platformlardan gelen videoların çoğunun yazgısı, ertelenmişler; yeri,  daha sonra izlenecekler listesi olsa da, bu bildirim farklı idi. Videonun verilmiş sadakası varmış, hemen izlenecekler listesine aldım. Böyle bir şey var mı bilmiyorum ama meslektaş kanı çekti herhalde:) Daha meraklandırmadan açıklayayım: gelen video KİSA WEB(2) kanalından “Türkiye Mezunlarından Hatıralar” programına ait bir bölümdü. Mehmet Gündüz’ün konuğu, Etiyopyalı diş hekimi Nasredin Abdurehim HOJELE idi. Meslektaş:)

Bir çırpıda izledim, bunu yazmam lazım dedim. Zira, Nasredin hocamız (Yazı boyunca, Nasreddin hoca ilgisi zihne gelse de, diş hekimi olduğu için “hocam” diye bahsedeceğim. Ayrıca Nasreddin değil; Nasredin)  memleketine uçmuş ama sözleri kalsın, “bir sabah gelecek kardan aydınlık”(3), bu yazı onun müjdelerinden biri olsun, bir de umudunu yitiren olursa dünyanın gidişatına dair; okusun da bugün olmazsa yarın bir gün mutlaka”(4) inancına sarılıversin istedim.

Etiyopya, Bilal-i Habeşî’nin (ra) memleketi, diyerek söze girdi Nasredin hoca. Bunu hatırlamaya öyle ihtiyacım varmış ki… Sınır ötesi bir ortaklık çünkü bu. Binlerce km var aramızda Etiyopyalı kardeşlerimizle ama Bilal-i Habeşî  deyince aynı iklimi yaşayıverdik bir anda. Konuşmasının sonlarına doğru hayretler içinde bırakan bir anısından bahsediyor Nasredin hoca. Sonra o olayla da ilgili olarak Allah Rasulü’ne (sav) getiriyor sözü. Ahh Peygamberimizi (sav) bir anlayabilsek… Onun yaptığı her hareket dünyaya rahmet, hareketinin hedefi, tüm dünya… Ve İslâm herkes için en iyisi. Bu, hamasetin de ötesinde bir iddia. İspatları ise pek çok. 1400 lü yıllarda yaşanmış bir hayat ve ortaya koyduğu ilkeler, bugün; 2021 de hâlâ çok anlamlı, ve hâlâ dünyanın geneli bu anlamı idrak edemedi. Sınırlar ile ifade edersek, Hicaz’da geçmiş bir ömrün dünyaya üflediği diriltici soluk, bugün Etiyopya’da anıldı, Anadolu’da içime çektim ben. “O kadar beyaz varken, saygın insanlar varken bir siyahı müezzin yapması bir hikmettir. Özellikle Müslümanlara bir eğitim” diyor Nasredin hoca. Ve bu kadar da net basit ve anlaşılır işte İslâm. Dil, renk fark etmeksizin ana fikrin yakalanabileceği bir sadelikte. Akademik tartışmalardan, ihtilafları ön saflarda yarıştırmaktan yorulan ve kimi zaman can veren kardeşliğimiz, Rasulullah’ın bu tercihini ne zaman hatırlayacak? Kendimizi farklı mecralara kabul ettirmek için özümüzün üzerini örtüp, kılıktan kılığa girerken biz; o toplumda eşyadan farksız değerlendirilen insan kimliklerinden biri olan Bilal-i Habeşî’nin (r.a.) olduğu gibi kabul edilmesini yahut dil renk gibi farklılıklarından dolayı ötekileştirilmeyip en yüksek seviyeden ona değer verilmesini, İslam’ın sesi yapılmasını ne zaman konuşacağız?

Nasredin hoca Etiyopya hakkında bilgi verirken şaşkınlık verici bir bilgi paylaştı. Takvimleri farklı imiş. Şu an orada yıl, 2013’müş. Hayret doğrusu ama takvimden bağımsız bizim bir zaman ortaklığımız var bizim. Günde beş vakit belirlenmiş bir zaman diliminde yaşıyoruz hepimiz ve her günümüz Hz Bilal’in ses verdiği ilk çağrı ile aynı dilimlere ayrılıyor. Böyle olunca aslında zamanlar üstü olan bu çağrıya yüklediğim anlam, daha da farklılaşıyor.

Kahvenin memleketi Etiyopya, “Kahve Yemen’den gelir” diye bilsek de yanlış değilmiş. Zira önceden Yemen, Etiyopya’nın bir vilayeti imiş. “Eskiden Yemen vilayeti imiş” deyince aklıma geldi, Etiyopya’yı fiilî olarak sömürülemeyen bir Afrika ülkesi olarak biliyoruz. Tek parça yutamadıklarını parçalamışlar, kopmuş Yemen, ülke olmuş; şimdi hepimizin içini parçalayan ölümlerin ülkesi Yemen…

Mehmet Gündüz abi Türkiye hikâyesinin nasıl başladığını sorduğunda, Etiyopya’daki tarih öğretmeninin Osmanlı hayranı olduğunu ve o sebeplerden Türkiye’ye geldiğini söylüyor ve iyi ki gelmişim diye de ekliyor. Biz de iyi ki gelmişsiniz diyoruz hocam. İyi ki geliyorsunuz.

“Türkiye’de biz bir aile gibiydik, (duygulanıyor) önce SADER(5) sonra Bab-ı Âlem(6) için okul bitse de oraya gitsek dediğimiz yerlerdi. Tam da denildiği gibi ‘Biz bir milletiz’ “ diyor. Öyle hissetmiş ki bunu Türkiye’de, Nasredin hocanın sözleri de kendi de ışıl ışıldı tüm konuşma boyunca.” İçimize nasıl bir sevgi tohumu attılarsa…” diyor o da hayretlerini gizleyemiyor. Kardeşlik sınır tanımaz derler, hakikaten öyle. Ben de UDEF(7) ve uluslararası öğrenci olgusu ile tanıştıktan sonra farklı bir dünyaya adım attım, dünyanın döndüğünü fark ettim de diyebilirim. Kendim de o yıllarda öğrenci olduğum için de olabilir bana çok farklı geldi hep hikâyeleri. O idrak ile aynı dünyada, aynı göğün altında biz niye bu kadar ayrı kaldık diyorum kendi kendime. Bizim adımıza konuşan birileri bizi birbirimize tanıtıyor. İyiyi kötüyü, dostu düşmanı bize öğreten birileri var. Biz de kanaatlerimizi ona göre ediniyoruz. Buğz meselâ. Gerçeği yansıtmayan ama böylesinin gerçek olması istendiği için biblo tanışmaların bir sonucu. Evet bir insanın başka bir insan hakkında başkalarının tarifi ile bir kanaat sahibi olmasına “biblo tanışıklıklar” diyorum.

Balmumundan bir şehir arkadaşlar ülkesi
İçinde yanar durur yalanın lambaları
Benim hakkımda yalan, senin hakkında yalan
Kapadılar sonunda sana çıkan yolları

Yine de suç benimdir, onların değil benim
Karanlıkları delen bir ışık olamadım
Akıtamadım ayağına gönlümün pınarını
Senin gönül kentine bal ve sütten bir nehir(8)

Biz buna niye razı oluyoruz Allah aşkına? Neden atlayıp gitmiyoruz, neden atlayıp gelmişlere hoş geldiniz demiyoruz, soframıza almıyoruz, başını okşamıyor, onunla oturup bir çorba içmiyoruz? Adeta biblo gibi, herkes uzaktan… Uzaklara dokunmaya dokunmaya uzakları da unuttuk. Şükür ki dokunanlar varmış, uzakları yakın eden, uzaktakileri yakınımıza getiren birileri varmış.

Ve UDEF “kardeşlik sınır tanımaz, yeryüzü hepimizin toprağı” sloganlarını sloganda bırakmayanların adresi. Ben bulunduğum ilde öyle güzel anılar biriktiriyorum ki, öyle hikayeler var ki, aile ne demek onu yeniden yaşıyorum. Biz, yani dönen dünyanın sakinleri birbirimizden habersiz kocaman bir aileymişiz. Halbuki bir araya gelmek için ille bir acı mı yaşamamız lazım?  Hani dedim ya yukarıda dünyam değişti uluslararası öğrenci olgusu ile karşılaşınca diye, değişir tabi.  Bayramlarda mesela evimiz elçilikler gibi olur. Her milletten öğrenci. Bi dünya ile bir çatı altında bayramlaşma. Klasik bir söz vardır, yaşamayan bilmez diye. Öyle işte,  bilemiyorum, bu hizmet lezzetini bu tanışıklıkların kalbimizde değiştirdiklerini anlatabilecek alfabeyi bilmiyorum.

Nasreddin hoca ülkesine döndüğünde ilk mezunlar derneğini kuruyor. Yurt dışında kurulan ilk mezunlar derneği. Amaçlarının;

Türkiye’de kazandıkları tecrübeyi Etiyopya’ya aktarmak,
Türkiye’ye daha fazla öğrenci göndermek,
Türkiye’den Etiyopya’ya gelenler için doğru bir adres yeri olmak, öncelik verilmesi gereken yerleri tespit etmek ve yönlendirmek,
Ülkelerinin balık yemek değil de artık balık tutmasını öğrenmesine katkıda bulunmak,
Etiyopya’dan Türkiye’ye gelenlere oryantasyon eğitimi vermek,
Ve daha fazlası olduğundan bahsediyor. Ve bunları yapıyorlar.

Bu mezun derneği ile TİKA, büyükelçilikler gibi kurumların muhatapları konumundalarmış.

Nasredin hoca bir de diyor ki: “Türkiye, hak ettiğinin altında anlatılıyor Afrika’da ve Türkiye’nin sesi oluyoruz burada, gerçek Türkiye’yi anlatıyoruz. Türkiye’nin büyüklüğünün sınırlarından ibaret olmadığını daha da büyük olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.”

“Derneğimizde sosyal yardımlar, eğitim faaliyetleri ve sağlık hizmetleri veriyoruz. Avrupa’daki Türklerle bir okul yaptık onu açıyoruz şimdi.” Su kuyuları bir başka çalışma alanları.

Böyle anlattıkça anlattı, anlatıkça anlattı, siz de alt alta okudunuz. Bazen insanın içi kabarır ya yahut içi içine sığmaz, dilinden dökülür senin/sizin Allah’ına kurban diye, şu an aynen öyleyim. Yaşamak bu işte. Hayat dediğin kendi dertlerine bakamayacak kadar kardeşlerinle dertlenmekti değil mi anne? Ve tüm bunları yaparken dünyaya düşülen not: seve seve…

“Etiyopya’da zengin Müslümanlar da var. Ama fakirlere yardım etmek diye bir eylem burada yok, biz bunu Türkiye de kazandık” diyor Nasredin hoca. İki sözünün biri Türkiye, samimiyetle. Sadece Nasredin Hoca da değil onun verdiği anlamı Türkiye konusundaki sevgi ve idraki çok daha fazla misafir öğrenciden dinleyebilirsiniz. Peki, Türkiyelilere düşen hamaset mi sadece? Hayır Türkiye’de atılan bu tohum dal veriyorsa yeryüzüne, o adanmış insanlar sayesinde. Misafir öğrencileri başının üstünde taşıyan, ellerini üzerlerinden çekmeyen kendi çocuğunda ayırt etmeyen o geniş gönüllü, dünyayı gönlüne sığdırabilen insanlar sayesinde.  O insanlar ki, hareket ediyorlar “biz bir milletiz” bilinciyle. Bireyselleşme ve ‘bana ne’ciliğe bir meydan okumadır bu. Biblo tanışıklıklara inat, yüreğinle musafahalaşmaktır. Ve en önemlisi karşılıksız yapıyorlar. Şahit olduğum bazı sözler: “siz bu öğrencilere niye bakıyorsunuz, niye destek oluyorsunuz, oturun biraz dinlenin evinizde, sizin kendi çoluk çocuğunuz yok mu (o çoluk çocuklardan biri olarak söylemek isterim ki; şöyle inanıyorum: annem uluslararası öğrencilere de anne oldukça Allah annemin öz çocuklarını himayesine alıyor. Hayatımızda bir bereket, anlam veremediğimiz ummadığımız güzel işler oluyorsa ya da korunduğumuzu hissettiğimde; işte o annemin o öğrencilere anne abla olma gayretine bağlıyorum. Ayrıca ufuk denen muhteşem bir anlamlandırma genişliğine sebep oluyor. Basit bir örnek: En küçük kardeşim isim şehir oynarken o  kadar aşina ki tanıştığı öğrenci ablarının abilerinin isimlerinden yazıyor artık.?) , yarın koyup gidecekler bu öğrenciler, kazandığını sana mı verecek, niye?” Niye?

  • Somalili bir kız öğrenci. Bu süreçte UDEF’e bağlı 68 dernekten biri olan ilimizdeki dernek ile tanıştı. Her şeyi oldu sonra dernek. Hanımlar birimi başkanına “annemden sonra annem” diyordu. Mezun olamadı. Özel üniversite diplomasını vermedi parası yetmediği için. Dernek, diplomasını aldı. Kendisine teslim etti. Türkiye’den ayrılmadan önce bir kına yaptık kendisine, ne diyeceğini bilemedi ağladı. Şimdi ülkesinde TİKA ile beraber hizmet ediyor.
  • Malili bir kız öğrenci. Onun da diplomasını dernek alıp kendisine teslim etmişti, yine özel üniversite durumu vardı. Ses kaydı atmış hanımlar birimine. Evlenmiş, eşi diyormuş ki; neden hep aynı kıyafeti giyiyorsun? O da demiş ki: çünkü bu kıyafeti bana “abla” aldı. Tesettüre girmişti burada.” Ama benim hiç örtülü kıyafetim yok” demişti. Kendisine baştan aşağı tesettürüne uygun kıyafetler alınmıştı. O gün bugündür de giyiyormuş vefa ile…?
  • Mezun olup Türkiye’den ayrılan Ganalı bir kardeşimizdi. Geçenlerde konuşmalarını duydum. Diyor ki: “Abla, şu an şu ülkedeyim, size hep dua ediyorum ve aklımdan çıkarmıyorum. Aklıma hoş olmayan bir şeyi yapmak gelse, abla görse çok üzülürdü deyip vazgeçiyorum.”
  • Pandemi döneminin şehirlerarası ulaşımın da yasak olduğu zamanlarıydı. Öğrencilerden birine babasının ağır bir vaziyette Mısır’da yattığı bilgisi geldi. Uçak İstanbul’da kendisi başka şehirde, şehirlerarası ulaşım yasak. Otobüs vs yok. Dernek sorumlularından, öğrenciye denildi ki biz seni götüreceğiz. Sadece elçiliğinden ulaşım izni al. Gitmiş elçiliğe, elçi demiş ki sana bu izin belgesini veriyorum ama sen İstanbul’a nasıl gideceksin (umutsuz bir vaka olarak)? “Beni götürecek bir aile var demiş o öğrenci.” Elçi, gülmüş, abesle iştigal bir hareket gelmiş ona. Sonuç: Öğrenci babasına kavuştu.
  • Taylandlı kızlar… Uluslararası öğrenci derneğimiz bulunduğumuz ilde aylık, dernek yurdu veya evinde kalan öğrenciler hariç de öğrencilerin erzak yardımlarını yapıyor. Öyle hikayeler var ki; yazı buzdolapsız geçiren ama şikayetsiz evli bir aile ile tanışıldı geçenlerde bu sebeple ve dört bir koldan tüm eksiklikleri giderildi. Perdenin bile olmadığı evler buralar, Taylandlı kızların balkonlarının kapısı bile yokmuş ziyaret edildiklerinde, tehlike bile hafif kalır çaresizlikten her türlü ihtimale açık yaşıyorlarmış. Dernek kendilerini bulunca öğrenci evlerine aldı. Onların memnuniyetlerini unutamam. Nelerden korunduklarını ise Allah bilir. Güvenle yaşadılar, dernek sıkıntılarını giderdiği için derslerine odaklanabildiler. Taylandlı kızlardan biri ülkesine üniversite birincisi olarak döndü. Onlara ortam hazırlayan zihinlerini huzura erdiren herkesin makamı cennet olsun. Ben kendi ilimde sayısız şahit olduklarımdan birkaç tane bahsettim sadece. Niye bu uluslararası çalışmalar var? Belki fikir verebilir diye.

Niye anlattığımı dedim ama ikinci bir amacı da şu: sen destek vermezsem ben destek vermezsem ,işin içine girmezsek; bu işlerle uğraşanlar nasıl çıkarlar bu işin içinden?  Nasredin hoca UDEF başkanı Mehmet Ali Bolat’tan program boyunca kaç kere, aklına hangi anılar geliyorsa artık; içi içine sığmayarak bahsetti. Gıpta ettim hayırla anılmak ne güzel çünkü Türkiye’ye gelen her öğrencinin sorumluluğunu hissediyor bu insanlar. Ama yetişilemiyor güzel kardeşlerim. Uluslararası öğrenciye kendi ülkesi için bir çıkar gözü ile bakan veya misyonerlik faaliyetlerinin öznesi olarak gören kurumlar da yok mu sanıyorsunuz? Sahipsizlikten, tutunacak dal bulamamaktan; burada onları farklı şekillerde istismar eden insanlar ile karşılaştıklarından, Türkiye’ye Müslüman gelip meselâ onlara burs veren yerler sebebiyle din değiştirenlerden, Avrupa’ya bir umut diye göçmen botları ile geçmeye çalışan uluslararası öğrencilerden… daha bahsetmedim.

“Türkiye’den başka bir yere gitseydim okumak için, bunları yapacağımı zannetmiyorum. Türkiye bizi kendimize getirdi SADER bizi kendi ülkemizde hizmet etmeye teşvik etti, Türkiye’de karşılaştığımız iyi insanların katkısı çok büyük, Allah onlardan razı olsun” diyor yine gönülden. Burada çok mühim iki noktayı söyledi Nasredin hoca. Bizi kendi ülkemize hizmet etmeye teşvik etti diyor. Yani amaç ülkelerinden koparmak değil. Onlarda görülen cevher Türkiye’de işleniyor ama ülkelerinde değerlendirmeleri için gönderiliyorlar. Zihniyet bu. Kendi ülkelerini imar etmeye, burada kazandıkları donanımı oraya da taşımaya teşvik ediliyorlar. Ülkelerinin öncü mimar kuşakları onlar. Ülkelerine döndüklerinde de UDEF irtibatı kesmiyor. Abilik ablalık görevini devam ettiriyor. Ve bir gün bu dünya harabesi ihya olacak ise işte bu zihniyet sebebi ile, bu zihniyeti içselleştiren uluslararası öğrenciler ile olacaktır inşaAllah. Düşündükçe umutlanıyor; umutlandıkça düşünüyor, bu tatlı kısır döngüye girmek isteyenleri uluslararası öğrenci çalışmalarına davet ediyorum. İkinci olarak da Türkiye’den başka yere gitseydim… dedi Nasredin hoca. Yani Türkiye seçeneklerden bir seçenek değil sadece.

“Türkiye’de dokuz sene kaldım ama canımı sıkan yabancı olmamdan kaynaklanan fazla bir şey yaşamadım. Ve sizlerin iyilikleri de onları da unutturuyor tabi ki. İki yıldır Türkiye’ye gelemedim. Ama sanki Etiyopya yabancı ülkede kendi memleketimi özlüyor gibiyim. Öyle özlüyorsun ki Türkiye’yi… İnsan kendi memleketinde oturup da yabancı bir ülkeyi özler mi, bu nasıl oluyor Allah’ım” diyorum. (ben de anlayamıyorum. Bizler de uluslararası öğrenciler ülkelerine döndüklerinde özlüyoruz. Sanki kendi kardeşim gitmiş. Nasredin hoca konuşurken neler anımsadım, renk değil, dil değilmiş önemli olan, özü aynı olanı özlüyor insan.)” Bab-ı Alem’in sonra UDEF’in sayesinde dünyanın her yerinde tanıdığımız insanlar var, bu kolay bir hadise değil” diyor ve yakın zamanda İsviçre’ye gidişini ve yaşadıklarını anlatıyor. “Türkiye’de yaşadığımız bu ilişkilerin güçlenerek devam etmesi lazım” diyor ve mezun derneklerinin bu konudaki önemine dikkat çekiyor Nasredin hoca. Ben de mezun çalışmalarını ateşini Türkiye’den alan öğrencilerin kendi ülkelerinde bir meşale yakma ve dünyayı iyi niyetle ısıtma ve aydınlık günler için bir ışık olma girişimleri olarak görüyorum.

“Mesela Azerbaycan deyince yabancı gelmiyor aklıma birileri geliyor” diyerek bu durumun muhteşemliğini anlatıyor hâl dili ile de. İnsan bilmediğine düşman olmaz mı? Sınırın öte tarafı uçurummuş gibi birbirimizden ayrı değil miyiz? Birbirimize bir biblo muamelesi yapmıyor muyuz? Uzaktan, dokunmadan kanaat sahibi olma. İnsan bir züccaciye dükkânı değildir. Züccaciye dükkânına girildiğinde dokunmamaya dikkat eder insan zira kırabilir. Ama insan? İşte ona dokunman gerekir. Dokunmazsan kırarsın, kırılırsın. İşte UDEF çabası birbirimize dokunabilmeye, daha fazla iyi iz bırakmaya yönelik.

Söze Mehmet Gündüz abi giriyor. Türkiye’de kurulan Türkiyeli mezunlar derneğinden (TUMED), UDEF’e bağlı 68 dernekten bahsediyor. İlmek ilmek iyiliğin nasıl işlendiğinin tarifi bence bu ifadeler. Gönüllü olan, çalışan herkese ihlas dilerim.

Nasredin hocanın o mütebessim yer yer duygulu konuşması “Etiyopya’da bir kardeşiniz var. Türkiye’de bize bakan tüm abi ablalarımıza, Türkiye’yi sevdiren güzel insanlara, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.” diyerek biterken; Mehmet Gündüz abinin bitiş sözleri de son vuruş gibiydi: “Evine (Nasredin hoca’nın) misafir olalı 2 yıl oldu, sanki dünmüş gibi samimiyetimi korusam da sanki yıllardır görüşmüyormuş gibi de özlüyorum.”

Benim de son sözlerim bir şiir olsun. Ülkemizde okuyan uluslararası öğrencilere ve onların mihmandarlarına ithaf ederim.

Gün olur toprak uyanır ağaç uyanır uyanır böcekler
Sarı bozkır titrer çıplak ağaçlar yeşerir gök yıkanır kirli dumanlardan
Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler
Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından.

Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu
Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.(9)

 ————————————————————————

  1. Birazdan Gün Doğacak, Erdem Bayazıt
  2. https://www.youtube.com/channel/UCs41K9Ye7Kj2h6igeJ9mEXw
  3. Aydınlık, Abdurrahim Karakoç
  4. Bir Gün Mutlaka, Aykut Kuşkaya
  5. UDEF’in 2004 yılında Türkiye’de kurulan ilk derneği.
  6. Uluslararası Öğrenci Derneği, İstanbul
  7. Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu
  8. Simya, Sezai Karakoç
  9. Birazdan Gün Doğacak, Erdem Bayazıt

 

 

Devamını Oku

Eşikten Geçenin Ardından, Geride Kalanlara (mektup)

Eşikten Geçenin Ardından, Geride Kalanlara (mektup)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu mektup, ahirete uğurladığımız Çilek ablamın, akrabamızın ardından  geride kalan bizlere yazılmıştır. Kendisine öncelikle bir Fatiha göndermenizi rica ederim.

Bir ölümün arkasından bize düşen, sadece fotoğraflarına bakıp, eski günleri anmak olmamalı. Dün Çilek ablamın ölüm belgesi elimde idi. Dedim ki, bir gün senin için de hazırlanacak bu belge, sen gideceğin yer için ne hazırlıyorsun? Her gerçekleşen ölüm, bizim için bir ibret olmalı. Keşkelerimizin fayda vermeyeceği bir yolculuk ölüm..Ve şu an biz keşkelerimizin, pişmanlıklarımızın fayda vereceği bir hayattayız. Ve rahmeti günahlarımızı geçmiş bir Allah’a iman ediyoruz. Hâlâ kalbimiz atıyor ve demek ki Rabbimiz bizden bir hareket bekliyor. Her gün coronadan ölümler oluyor, hadi onları geçelim, bu kadar yakınımızın ölümü bize, en azından namaz kılmamız gerektiğini hatırlatmıyorsa, kalan iki çocuğuna üzülmeye gerek yok. Asıl haline üzünülmesi gereken biziz. O iki çocuğun velisi Rabbimizdir ve onları koruyup kollayacak, çünkü onlar artık tıpkı Peygamberimiz (sav) gibiler. Peygamberimiz de annesizdi ama Rabbimiz “seni yetim bulup barındırmadık mı” demiştir kitabımızda. İslam sadece namaz olmadığı gibi namazsız da olmaz. Bu dünyada Rabbimiz yok gibi davranıyoruz hâşa ama görüyoruz, Çilek ablam için artık sadece Rabbi var. Hesabını kolay eylesin onu, cennetlerinde ağırlamasını umarız.

Bugün annem sabah namazına çağırınca koştum yani, tabi şu an algılamam ve idrakim çok açık, devamlı olsun dilerim, ama dedim ki belki son namazım olur, belki son namazımdan cennete girerim, bilinmez… İslam pek güzel bir din böyle içine girdikçe içim içime sığmıyor. Namaz, İslamın tek isteği değil bizden, indirim de yapamayız, şu an sadece bir başlangıç için yazmak istedim. Çünkü din çatımızın direği.

“Her insan oruçlu doğar ölümün iftar sofrasına” demiş Adil Erdem Bayazıt. Hepimiz bir gün orucumuzu açacağız ve isteriz ki cennet nimetleri ile açalım yine bir sofrada buluşalım. Başka türlü ihtimale dilim varmıyor… Eğer bana yürürsen, ben sana koşarak gelirim diyen bir Rabbimiz var, daha ne olsun… (bu, bir hadis)

Ölüm beni doğru düzgün bir Müslüman etmeyecekse, bilmem ki nefsim neyi arıyor? Her gün coronadan ölürken insanlar onların ölümü istatiksel bir değerden daha fazlasını anlatmalı değil mi bana?

Birazdan okunacak öğle namazı ilk ve son fırsatımız olabilir.. Kazananlara ne mutlu ?(mektubu yazdığımda vakit öğle idi)

Muhabbetle?

Esra…

Devamını Oku

Bir Miraç Gecesi Mektubu

Bir Miraç Gecesi Mektubu
0

BEĞENDİM

ABONE OL

21.03.2020

Yıllardır karantina altında olan, Peygamberimizi ağırlamış Kudüs ve aslında hediye olarak kabul edip, gözümün nuru olması gereken namaz… Mahcubum sizlere karşı; ama sizleri çok seviyorum ?

Sizlerle aramın açılmasından korkuyorum. Size olan sevgimin kuru bir iddia olarak kalmaması için Allah’tan kendime samimiyet ve gayret diliyorum. Sizi seven çok. Sizi bırakırsam muhakkak ki kayıpta olacak olan benimdir. İlkokulda yaptığımız belirli gün ve haftalar gibi sizi böyle günlerde gündem ediyor olmaktan utanıyorum aslında. Bilincimi ve idrakimi belirli gün ve gecelere hapsetmek, çok iyi biliyorum ki benim aldanışımdır. Bu miraç biraz daha farklı. Namaz mesela, aklıma daha çok geliyor. Çünkü gözle görünmeyen bir korku kol geziyor sokaklarda. Ne ilginç değil mi? Namazın sahibini de görmüyoruz ama virüs denen gözle görünmezden daha çok korkuyoruz. Ve virüs aslında kendi sahibini hatırlatıyor bana, hepimize… Ve belki avazı çıktığı kadar bağırıyor, “acizsiniz; ilahlık iddiasındaki Firavun’un sinekle ölümünü ne çabuk unuttunuz, Rabbimin emri ve izni ile işte ben geldim. Ve size unuttuğunuz sahibimi hatırlatmaya geldim. O, hepimizin Rabbidir. Hayatı ve ölümü yaratan ve süresini takdir eden O’dur.” Virüs haklı. “Hiçbir virüs alacağımız tedbirlerden daha güçlü değildir” deniyor, bu doğru ama ben zihnimde şöyle tamamlıyorum hep: “Ve hiçbir günah Rabbimin rahmetinden büyük değil.” Aramıza gönderdiği şu virüs var ya, ben onu da rahmetine bağlıyorum. Bana Rabbim ölümü gösteriyor, ölümden sonrasını hatırla diyor ve bunları hatırlarken şu an hâlâ yaşıyor olduğunu fark et diyor. Evet şu an hâlâ nefes alıyorum. Hâlâ benim için kapı kapanmadı. Kapının kapanmasına ne kadar kaldı bilmiyorum ama an itibariyle hâlâ açık. Ve şu an önemli olan bu ve yeterli bir bilgi. Canım namaz kılmak istese hep… Tadı damağımda kaldı derler ya, izi alnımda kalacak namazlar ihsan et ya Rab. İslam topraklarında çiçekler açacak, topraklarımızı zalimlerden; kalplerimizi zalime duyulan muhabbetten temizle, onlara karşı öfkeyi öğret. Aklımıza zalim ile mazlumu ayırt edecek bir bilinç ver. Başa dönüp mektubumun sonuna gelirsem, herkese selam, Kudüs’e hasret…

Devamını Oku

Gençler İspat İstiyor I Röportaj

Gençler İspat İstiyor I Röportaj
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Kurtuluş İstasyonunda Konuşmalar” onuncu röportaj…

Röportaj: Esra Ekinci

Konuk: Merve Betül Çelikkaya

Ey Rabbimiz, bize işimizde bir kurtuluş yolu hazırla*…

Sizi uzun bir röportaj bekliyor. Çünkü sorudan kısmadım. Çünkü, Dünya, öyle çok yönlü kuşatıyor ki bizleri, bu kuşatmayı kaldırmamız lâzım. Bu konuşmalar biraz da bunun çabası. Konuklarım çok kıymetli gençler. Genç demek ise hazine demektir. Şimdi gündem hazinelerimizin altın değerinde sözleri.

  • Kendini nasıl tanıtırsın?

 Bir Kadir-i Zülcelal’in irade ve yaratmasıyla Yokluk karanlıklarından varlık alemine çıkarıldım, ilk olarak hayat nimeti ile rızıklandım ve sonra maddi ve manevi sayamadığım pek çok nimetler ile kuşatıldım. Ailemin dört kızından birinci numarayım. Annem ve babamdan gençliğime gelinceye kadar pek çok şey öğrendim. İnsanın birinci muallimi annesiymiş, annem de bana ilmin tohumlarını atmıştı, Allah ondan razı olsun. İlkokul, ortaokul, lise de okul eğitimi ve yanında iman ve Kuran hakikatlerini öğreneceğim ortamlar nasib etti Rabbim. Üniversitede marifetullah ilmine bir pencere olarak gördüğüm tıp ilmini tahsil etmeye başladım. Aldığımız derslerde sadece “nasıl” sorusunu sorduruyordu eğitim sistemi. Niçin bu kadar hikmetli ve sanatlı yaratılmış sorusunu sormak da bize kalıyordu. Bu sebeple tıp tahsiline başlayan arkadaşlarıma şunu tavsiye ederim, tahsiliniz boyunca manevi ilimleri de kendi çaba ve gayretiniz ile alın ki maddiyatta boğulmayın. Gördüğünüz derslerin hikmetine de vakıf olun. Tıp derslerimizin yanı sıra fakültemizde “Osmanlı Medeniyeti”  topluluğunun  başkanlığını yaptım .Üniversitemizin yerleşkelerinde isteyen arkadaşlarımıza tarih ve medeniyetimizin kaynağı olan  Osmanlı Türkçesi eğitimi vermek üzere kurslarımızı açtık, gündemde olan ve gençliğimizin ihtiyaç duyduğu konularda fakültemizde seminerler düzenledik. Bu sosyal faaliyetler içerisinde hem insanları tanıma hem de kendimi daha yakından tanıma fırsatı buldum. Son olarak hayat dersim olan şu hakikati paylaşmak isterim; Yapmak istediğimiz hayırlı bir işi kalben niyet alarak isteyip ve o yolda çaba sarfedersek  Cenab-ı Hak bizlere tahmin ve hayal edemeyeceğimiz güzel kapılar açıyor. Bize düşen bu hayattaki gayemizi belirlemek ve o yolda güzel bir sabır ve çaba ile çalışıp hayırlı kapıların açılması için kalbi ve fiili duamızı yapmak..

  • “Arkadaş”ın senin için anlamı nedir ve arkadaş ortamlarını hangi kriterlere göre belirliyorsun?

Arkadaşın benim için anlamı; destek olan, sevincini paylaşarak arttırdığın, üzüntünü paylaşarak azalttığın, karşılık beklemeden yapılan fedakarlıklardır. Çevrenin insan üzerinde çok önemli bir etkisi vardır. Güzel kokulu bir yere girdiğinde kendin güzel kokmasan da o güzel koku senin üzerine siner. Kötü kokulu bir ortama girdiğinde ise sen güzel koksan bile o kötü koku ya senin güzel kokunu alır yada daha kötü kokmana sebep olur. Bu misali arkadaşlıklarımı belirlemede esas tutmaya çalıştım . Peygamberimizin “Kişi arkadaşının dini üzeredir” hadisi de arkadaşlığın ne kadar mühim olduğunu bize gösterir. Bu sebeple imana ve İslamiyet’e yakın bulunan kişiler ile samimiyetimi artırmaya çalıştım. Sadece dünyevi nazar ile olay ve hadiselere bakan ve hakkı kabul etmeyip, insanları küçük görmek olan kibri hayatının felsefesi yapmış olan insanlarla samimiyet dereceme dikkat etmeye çalışıyorum.

  • Kendini Müslüman olarak tanımlayan gençlerin zaman zaman farklı eğilimlerle gündeme gelmesi ve bu durumların gündem yapılması hakkında ne düşünüyorsun?

Öncelikle ben şunu söylemek istiyorum bu gençler bizim gençlerimiz. Bizim yurdumuzun bizim milletimizin gençleri. Belki onlardan biri; bir akrabamız, belki biri komşumuzun kızı, belki biri kardeşimiz… Öncelikle bizim bu gençleri bu eğilimlerinden dolayı dışlayıp onlara kötü muamelede bulunmamamız gerekiyor. Evet bu eğilimler dinimize, kültürümüze hatta insanlığa, insanlığın fıtratına zıt meseleler.Fakat gençler bilmiyorlar. Aklıma Peygamber Efendimiz (asm)’ın bir sözü geliyor; “Bilselerdi yapmazlardı.”

Peki bize düşen görev ne, onları ayrıştırıp azarlayıp “sen nasıl bunu yaparsın” deyip kapının dışına atmak mı yoksa onların görüşlerini dinleyip akli ve mantıki deliller ile onlara hakikati anlatmak mı?

Bu tarz eğilimlerinin sebeplerinden biri gençlerin sorgulamak istemesi ve yaptığı şeyleri neden yaptığını bilmek istemesi, körü körüne yapmak istememesi olabilir. Asrımız akıl, mantık, ilim, fen asrı. Gençler ispat istiyorlar. Eğitim sistemimiz de pozitivist bir sistem iken  bu gençlere ispatsız delilsiz bir anlatım ne kadar etkili olur?

Deizmi savunan bir genç ile samimane bir sohbet ederek Allah’ın bu kainatı yaratıp bırakmadığını, ilahlığında nasıl birlik olduğu gibi, bu kainatı işleyişinde de birlik olduğu ve şeriki olmadığını delilleriyle anlatmadıkça; saçları onun güzelliğinin temsili olan ve onunla topluma kendini  fark ettirmeye çalışan genç bir kıza tesettürün ona katacağı değerleri, tesettürün aslında kendi fıtratının isteği olduğunu anlatmadıkça, onlara oturduğumuz yerden kızmak kolaya kaçmak olmaz mı?

Medyanın gençlerin bu eğilimlerini sürekli gündeme getirmesinin zararı olduğunu düşünüyorum. Bâtılı tasvir etmek saf zihinleri bulandırır. Bu haberlerin sürekli gündem yapılması, bu eğilimlerin bir müddet sonra normalleşmesine sebep olabilir. Ahlaki açıdan medyanın büyük bir yeri var.

  • Bugün, kendini Müslüman olarak tanımlayan gençlerin enerjisini sömüren ve kimi zaman da şahsiyetini hedef alan şeyler sence neler?

Her gençte bir potansiyel var, herkes kendi alanında kendi kapasitesine göre içinde büyüyüp sümbüllenecek bir ağacın tohumunu taşıyor. Bu tohumu ağaca dönüştürmek için iki etken var biri; gencin hayatını kıymetli kılacak bir idealinin olması diğeri ise onun kendini geliştireceği bir ortamın olması. Gençlerde var olan bu potansiyeli engelleyen en büyük etmen; gencin onu harekete geçirecek bir idealinin olmaması. İdeal , gaye kişiyi harekete geçirir. İdeali olmayan kişinin  enerjisi azdır. İdeali olan bir genci ele alırsak bu gencin de  ideallerine doğru koşmasını engelleyecek, zihnini dağıtıp enerjisini sömürecek pek çok şey var; bunların başında telefon, internet, sosyal medyanın bilinçsiz kullanımı geliyor. İdeali olan ve ideallerine kavuşmak için engelleri aşmaya çalışan bir genç için bir diğer önemli faktör ise potansiyelini açığa çıkaracağı bir ortamın olması. Bu ortamı sağlayacak  yetişkinlerin olması. Bu gencin eğer uygun ortamı yoksa , çevresindeki yetişkinler ona yol açmak yerine onu engelliyorsa, hayallerini ideallerini küçümsüyorsa, gencin enerjisini sömüren bir diğer faktör de bu oluyor. Bu sebeple gençlerin bu sürecinde bence yetişkinlere düşen görev, gençlere değer vermek, onların görüşlerini hayallerini küçümsememek ve o hayallerini gerçekleştireceği ortamları hazırlamak ve onları engellememek. Bunun haricinde davranmaları gençlerin enerjisini sömüren etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum.

  • Büyüklerin gençler ile iletişiminde hangi üslup ve içerikler yıpratıyor?

Böyle sorular ile karşılaşınca aklıma Hz.Ali geliyor. Hz Ali çocuklarını yetiştirirken onlar ile 7 yaşına kadar oyun oynarmış, 15 yaşına kadar arkadaşlık edermiş, 15 yaşından sonra ise onlarla istişare edermiş. Evet, çocuğuyla istişare edermiş. Biriyle istişare etmemiz onun düşüncelerine önem verdiğimizi, ona değer verdiğimizi gösterir.

Büyüklerin ortak bir konuda özellikle gencin kendisini ilgilendiren bir konuda gencin görüşünü almaması, “sen nerden anlayacaksın” tarzında bir ifadesi, bir şey beceremediğini söz ve davranışlarıyla göstermesi genç ile büyük bir iletişim bozukluğuna neden olduğu gibi aynı zamanda gencin haysiyetine de dokunmuş olur. Genç yapmak istediği  planlarından, hayallerinden bahsederken büyüklerin onun hayallerini küçümseyici üsluplar kullanması; gencin  işlerinde yaptığı hatalarda büyüklerin aşırı tepki verip onur kırıcı sözleri de iletişimi bozuyor ve gençte “ne yapsam olmuyor, ben bir şey beceremem” ki gibi düşüncelerin oluşmasına sebep oluyor.

  • Toplumda kadınlar ve erkekler arasında fay hattı oluşturulmasını ve bu hattın üç boyutlu derinleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsun? Ayrıştırma neden kaynaklanıyor?

Bunun sebebinin fıtratlara yabancılaşmak olduğunu düşünüyorum. Fıtrat, yaratılış demek, Allah’ın bizleri yaratırken bizlere koyduğu özellikler. Allah kadını ve erkeği belli özelliklerde yaratarak toplumda onlara bir yer ve vazife vermiş. Bizler bu yaratılışa aykırı hareket ettiğimizde toplumun yapısında sarsılmalar oluyor. Kadın kendi fıtratına yabancılaşıyor, erkek kendi fıtratına yabancılaşıyor. Bu durumda toplumsal bir karmaşa çıkıyor.

  • Bir genç olarak aile ve aile kurmak hakkında nedir düşüncen?

Aile dendiğinde aklıma direk huzur kelimesi geliyor. Bence aile insanın huzurunun, mutluluğunun vesilesi. Bir genç olarak şöyle düşünüyorum; Aile kurmak için kadın ve erkeğin bencil olmaması, birbirinin isteklerine ,düşüncelerine saygı göstermesi en temelleri. Acı günlerinde destek olmak, mutlu günlerinde mutluluğunu paylaşmak. Ailenin fertleri birbirlerinin hem bu dünyada mutluluğu hem de ahirette mutluluğu için çabalamalı, gerçek sevgi bunu gerektirir çünkü.

  • Müslümanların sosyal hayattaki ilişkilerine, 10 üzerinden kaç verirsin? Hangi ahlâki değeri ıskaladığımızı düşünüyorsun? Ve en büyük ihmalimiz nedir?

10 üzerinden 7 veririm. Bu konuda karamsar değilim, Müslümanlar olarak bence bu asırda yapılan yanlışlara karşı doğrulara yapışıp kenetlendiğimiz çok durumlar oluyor. Birbirimizin gücünü arttırıyoruz. Bence yapılan en büyük ihmal; Müslüman bir kardeşimizde gördüğümüz yanlışı ve eksiği alelade, o kardeşimizi kıracak şekilde üslubunu bilmeden söyleyebiliyoruz. Tabi ki kardeşimizin yanlışını ona söylemek, ona farkettirip doğruyu tavsiye etmemiz gerekir; fakat bunu yıkıcı bir üslup ile değil yapıcı bir üslup ile yapmak Müslüman ahlakına yakışıyor.

  • “Bana göre” anlayışının artmasını ve eleştiriyi reddeden “sana ne”ci ve “bana ne”ci bu günlerimizi nasıl yorumluyorsun?

Her insan kendi hayatını yaşıyor ve bu hayatında benliği ile pek çok şey öğrenip hayatını şekillendiriyor ve kendisine göre fikirler üretiyor. Bizler Müslüman olarak fikir dünyamızı, iman ve Kuran hakikatleriyle inşa etmeliyiz. Bir hakikat karşısında bana göre demek hakikatsiz olur, nefsin enaniyetini gösterir. Bunun haricinde kişinin yaşamında kendi zevkleri, renkleri ayrı olabilir, bu konuda tartışmayı çok mantıksız buluyorum. Çevremde böyle olaylar ile karşılaştım; yanındaki arkadaşının gittiği mekanları kendi zevkine uymadığından “sen ne kadar zevksizsin” diyor. Halbuki birinin sevmediği yerleri diğerinin güzel bulması onu zevksiz yapmaz, sadece onların farklı olduğunu gösterir.

Eleştiri ikiye ayrılıyor; biri müsbet eleştiri diğeri menfi. Müsbet eleştiride tenkid eden kişinin tenkid ettiği kişiye karşı bir art niyeti yoktur, yapıcı  bir eleştiri yapar ki yapılan iş güzel olsun. Menfi eleştiride ise eleştiren karşısındaki kişiyi küçük düşürmek veya kendisi büyüklenmek için yapar, yapıcı değil de yıkıcı bir eleştiridir bu. Eleştiriye bu yönde baktıktan sonra günümüz insanı, karşıdaki kişinin eleştirisinin arkasındaki niyeti tam olarak anlamıyor olabilir. Çok fazla menfi eleştirilere maruz kalmış biri kendisine yapılan her eleştiriyi kötü niyetli algılayabilir veya karşısındaki eleştirinin iyi niyetli olduğunu anlasa bile nefsin gururundan kendi yanlışını kabul etmez ve yine sananeci bir tavır takınır.

  • 28 Şubat gibi dönemleri yaşamış ve kamusal alanda var olmak konusunda mağduriyetler yaşamış bedel ödemiş Türkiyeli Müslümanların bugün, hayat standartları ve sahip oldukları imkânları göz önünde bulundurduğunda, kamusal alanda var olma deneyimlerini nasıl yorumluyorsun?

O zamanlar bedel ödeyip şimdi o direnilen şeylerden taviz verilmesi beni üzüyor. Bu tavizlerin sebebi rahatlığa erip dünyaya dalmaktan geliyor olabilir. İnancımızın gereğini doğru yapmaya çalışıp, inancımızı yaşamak yolunda dik durmayı unutmuş olabilir miyiz?

  • Müslümanların sivil kalma becerilerini ve siyaset ile ilişki biçimlerini nasıl değerlendiriyorsun?

Bu konuda Müslümanlar olarak doğru tutumu gerçekleştiren kişilerin olduğunu düşünüyorum. Gerek çevrem gerek karşılaştığım kişilerde şöyle bir tutum var; parti seçimi konusunda hangi parti ülkemizin selametine, birliğine, dinine, imanına hizmet edecek kapasitede ise buna göre seçim yapılıyor. Seçtiği partinin yaptığı yanlışları da desteklemiyor. Bir Müslüman olarak tutumumuzun böyle olması gerektiğini düşünüyorum.

  • Kelimelerini dediğimde aklına gelen ilk kelime?

cemaat:birlik  

radikal:keskin                       

modern: yeni                    

terör:zulüm                     

fıtrat:kabiliyet                            

istişare:görüş                       

bereket: bolluk                      

küresel:dünya                    

şehadet: Hakk’a koşmak                

konfor:rahatlık                 

itidal: denge                           

teşhir: göstermek                           

moda:gösteriş                    

teslimiyet:huzur             

kariyer:makam                  

  • Muhammed İkbal “Müslümanlardan kaçın Müslümanlığa sığının” der. Sence de İslam’ın bir temsil sorunu var mı? Cevabın evet ise tesir eden bir temsil nasıl gerçekleşecek?

İslam’ın bir temsil sorunu var, bunun pek çok sebebi var. Benim aklıma gelen sebep; Müslüman kişilerin Kuran ilminde ve İslami ilimlerde eksik olması ve İslam’ı yaşamayı kendine dert edinmemiş olması. Tesir eden bir İslami temsilin, her Müslüman’ın iman ve Kuran ilimlerini öğrenip yaşamayı dert edinmesiyle olacağını düşünüyorum. Ek olarak ahir zamanda olmamız sebebiyle yanlışların sayısı çok, doğruların sayısı ise az. Yanlışların çokluğuna aldanmayıp doğrularda kenetlenirsek İslami temsili gerçekleştirebiliriz inşallah.

  • Müslümanlar birbirinden neden kopuk? Bir olamayışımızı, vahdetin gerçekleşememesini neye bağlıyorsun? Nasıl “bir” olabileceğiz?

Müslümanlar olarak pek çok ortak olan inanç ve değerlerimizi bırakıp aramızdaki farklılıklara odaklanarak o farklılıkları büyüttüğümüzde birbirimizden ayrılıyor ve bir olamıyoruz. Pek çok ortak inanç ve değerimiz var dedik; neler peki bunlar; Müslümanlar olarak inandığımız Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, yaşadığımız dünya, inandığımız dinimiz, yöneldiğimiz kıble bir… Bu birlerin değeri elmas kıymetinde, diğer farklılıklarımız ise çakıl taşları gibi. Bizler çakıl taşlarıyla uğraşmayı bırakıp elmasın değerini anladığımızda Müslümanlar arasındaki bu ayrılık da bitecek diye inanıyorum.

  • İslam coğrafyaları ile tanışıklığı nasıl artırabiliriz?

Oralara giderek, ziyaretlerde bulunarak. Bir cümle duymuştum çok hoşuma gider “Gitmediğin yer senin değildir” Ferd olarak bu ziyaretleri yapamasak bile sivil toplum kuruluşları temsilen bu görevi yapabilir diye düşünüyorum. Şu zamanda Türkiye olarak bu konuda ileri seviyedeyiz. Hem devlet olarak hem sivil toplum kuruluşları olarak İslam coğrafyalarına pek çok ziyaretler, yardımlar yapılıyor elhamdülillah.

  • Dünya, Müslümanları neden “tiye almıyor”? (soruyu değiştirmiyorum; lâkin röportaj usulü açısından koşullandırılmış bir soru olduğunu dönütlerden sonra anladım. Öğreniyorum ben de :))

Cevabı çok net; ”Müslüman “olduğu için.. Ne kadar fikir –inanç özgürlüğü de deseler bu ayrım yapılıyor maalesef.

  • Müslümanların sosyal medya imtihanı… Teşhir konusundaki sınavı nasıl görüyorsun?

Sosyal medya aracılığıyla pek çok şey paylaşılabiliyor. Kendi hayatında yaşadığın karşılaştığın şeyleri bir anda herkesle paylaşma durumun oluyor. Bir yere mi gittin paylaşıyorsun bir anda herkes senin nerede olduğunu görüyor. Bir yemek mi pişirdin, paylaştığında herkesin haberi olabiliyor. Sosyal medya bir tık ile pek çok kişiye haber ulaştırma mekanı. Her şeyde olduğu gibi sosyal medya paylaşımlarında da bizlerin ölçülü ve niyetimizin iyi ve halis olması gerektiğini düşünüyorum. Mesela bir yemek paylaşılmamalı, göz hakkı var, o anda ona sahip olamayanlar var, belki imkanı olamayanlar var. Gidilen yerler paylaşılıyor, öğrenilen bilgiler paylaşılıyor, bu noktada kişinin niyeti devreye giriyor. Hadisi şerifte “ameller niyetlere göredir” buyuruluyor. Kimi gösteriş niyetiyle paylaşır kimi de bu gördüğüm yerleri, öğrendiğim bilgileri paylaşayım ki bilmeyenler öğrensin, görmeyenler görsün. Bu konuda niyetimizi halis tutmalıyız.

  • Medya, yeryüzündeki zulüm ve adaletsizlikleri neden olduğu gibi göstermiyor ya da belli zamanlarda görünür kılıyor olabilir? Medyanın algıda seçiciliği hakkında ne düşünüyorsun?

Bu zulümleri ve adaletsizlikleri yapanların medya üzerinde de tesiri olduğunu düşünüyorum. Fikir-düşünce özgürlüğü maskesi altında ülkemize medyatik saldırı yapanlar aslında en çok özgürlüğü kısıtlayanlar..

  • İsmail L: Çakan bey sinemanın amacını, “bir gönlün İslam ile aydınlatılmasına vesile olmak” der. Bu anlamda düşündüğümüzde Müslümanlar sinemayı bir tebliğ aracı olarak kullanabiliyor mu, neler söylemek istersin?

Sinema gençler arasında çok yaygın ve maalesef kötü içerikli pek çok film var. Bu filmlerin yerini İslam’ı, İslam ahlakının güzelliğini verebilecek filmler alsa çok güzel bir proje olur. Şimdiye kadar bu amaçla adımların atıldığını gördük, inşallah daha güzel ve amacına uygun eserler ile karşılaşırız.

  • Sınırlarımıza sadık kalarak sınırları olmayan bu dünyada nasıl ayakta kalabiliriz?

Öncelikle kendime bir sınır koyuyorsam bu sınırı neden koyduğumu çok iyi bilmeliyim. Eğer sınırı neden koyduğumu bilmezsem sarsılmam çok kolay olur. Bu sınırı koymamın sonucunda ne gibi kazançlarım olacak bunu belirlemeliyim ve son olarak bu sınırı önce kendim korumalıyım. Eğer kendim o sınırı korumada sebat gösterirsem diğer insanlar benim bu azmim ve  dirayetli duruşum karşısında sınırlarımı geçemezler.

Bir örnek vermek istiyorum. Mesela koymak istediğim sınır; Allah’ın yasakladıklarından kaçınmak olsun. 1)bu sınırı neden koyuyorum 2)kazancım ne olacak ve 3)bu süreçte sebat göstermek için benim kuvvet aldığım kaynak nereden gelecek? bu soruları soruyorum kendime.

1)Allah’ın yasaklarından neden kaçınmak istiyorum?-> Beni yoktan var eden , baştan aşağı maddi ve manevi nimetlerle donatan bir zat var ve ben bu zatın misafiriyim. Nasıl ki bir misafirliğe gittiğimde bana pek çok şey ikram eden misafir sahibine ihsanlarından dolayı minnettar kalırım ve onun razı olmayacağı şeyleri yapmak istemem. Aynen onun gibi beni bu kainata getirip pek çok nimetler ihsan eden Allah’ın  benden razı olmayacağı şeyleri yapmaktan kaçınmalıyım ki misafirliğimi güzel yapıp iyi bir kul olayım.

2)Allah’ın yasaklarından kaçınmak için koyduğum sınırlarda, kazancım ne olacak? -> En önemlisi; bu kainatın yaratıcısını razı etmiş ve sevgisini kazanmış olacağım, dünyaya gelme amacıma uygun hareket edip hayatımı su-i istimal etmemiş olacağım ve sonsuz hayatta bir cenneti kazanmış olacağım. Bu kazançlarım benim sınırlarımı korurken aklıma getirip şevk aldığım, beni kuvvetlendiren faktörler olacak.

3)Bu sınırımı korurken sebat göstermek için nereden güç almalıyım? ->Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınmak Allah için yaptığım bir şey ise bana bu yoldaki kuvveti ve dirayeti veren kişi de Allah’tır. Allah en büyük olup, kudreti sonsuz bir zat olduğu için benim sınırlarımı korurken aldığım güç de  Şüphesiz Allah’tan gelir. Allah kendisi için bir yola çıkmış kulunu yolda bırakmaz. O zaman benim güç kaynağım Rabbime olan inancımdan geliyor.

Bu düşünceler ile sınırları olmayan bu dünyada sınırlarımızı koruyacağımıza inanıyorum inşallah. Bu yolculuğumuzda sınırlarımızdan fire verdiğimiz zamanlar da maalesef oluyor, ama bu zamanlarda ümitsizliğe kapılmadan yine yeniden sınırlarımıza riayet etmeye gayretli olmalıyız. ”Düşeceksen bile yolun dışına düşme. Yolda düş, yolda kalk.”

  • Dünya başımızı döndürecek kadar bizi etkisi altına almış iken, başımız dönmeden duruşumuzu nasıl sergileyebiliriz?

Bediüzzaman Said Nursi’nin bir temsili ile bu konudaki fikrimi söylemek istiyorum.

Her insanın kendi hayatında alakadar olduğu birbiri içine geçmiş daireler vardır. İnsanın alakadar olduğu en küçük daire “kalp ve mide” dairesidir. Sonra cesed ve hane, sonra mahalle ve şehir, sonra vatan ve memleket , sonra küre-i arz ve dünya dairesi olarak genişler. İnsanın bu daireler içinde vazifeleri bulunur. En küçük daire olan kalp ve mide dairesinde en büyük, en ehemmiyetli ve daimi vazifesi bulunur.En büyük daire olan dünyayı alakadar eden meselelerde ise en küçük ve geçici vazifesi bulunur. En ehemmiyetli olan daireyi bırakıp az ve geçici vazifemizin bulunduğu dünyaya ait meselelerde çok fazla meşgul olmak ömür sermayemizi boşa geçirmemize neden olur. Bu sebeple dünyaya dair meselelerin bu kadar revaçta olduğu ve sizin de tabirinizle dünyanın başımızı döndürmeye niyetli olduğu bu zamanda en büyük vazifemizin bulunduğu  dairemizdeki vazifelerimizi aksatmayarak dünyadaki duruşumuzu sergileyebiliriz.

  • Senin için güzel birer örnek olan üç kişi?

Tüm Müslümanlar için hem ahlaken hem hayatın her safhasında en güzel örnek olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)
İffet ve teslimiyetle Hz Fatıma
Ümmetin imanının kurtulmasını dert edinen ve iman hakikatlerini delilleriyle açıklayan Bediüzzaman Said Nursi
Çalışma ve azminin kuvvetiyle Prof. Dr. Fuat Sezgin

  • 21. yüzyılı yaşayan biri olarak seni, ne öfkelendiriyor?

Bu zamanda özellikle gençler arasında gördüğüm ve öfkelendiğim şey; Güçlünün zayıfı fiilen, kavlen, hakaret ederek ezmeye çalışması. Bu güçlü dediğim kişiler makam-mevki sahibi olup maddeten iyi bir yaşamları olduğundan kendilerini güçlü görüyorlar. Ama bilmiyorlar ki hakikat nazarında güç ne makamdan ne paradan gelir. İşte bu kişilerin gururları ve bu gururlarıyla çevresindekilere verdiği zarar beni öfkelendiriyor.

  • Okuduğun bir kitap ismi ve altını çizdiğin bir satır?

“İnsan Olmak- Engin Gençtan”

“Yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır.”

  • En büyük hayalin nedir?

Bir hidayete vesile olmak ☺

  • Gençken yapılacak 2 şey?

Hayatında ilmin temellerini sağlam atmak, hakikate olan iştiyakını arttırmak

Uhuvveti hissettiğin kardeşlerin ile bu dünya meşgalesi arasında vakit bulup güzel vakitler geçirmek, birbirinin yardımına koşmak, üzüntü ve sevincini paylaşmak.

  • “Huzur keşke dememektir” diye bir söz var. Öldükten sonra “keşke” dememek için bir genç olarak nelere dikkat etmeye çalışıyorsun?

Ebedi hayatıma zarar verecek şeylerden kaçınmaya çalışıyorum, pek çok hatalarım oluyor fakat bunlar için de mağfireti sonsuz olan zattan son nefesten önce mağfiret dilemeye çalışıyorum ki keşke demeyeyim…

Esra’nın notu: Betül kardeşime, merhametli ve bilge bir hekim olarak, hem bedenlere hem gönüllere dokunacak ve en büyük hayalini gerçekleştirebilecek (hidayete vesile olmak) bir ömür dilerim. Mağfireti sonsuz Rabbimiz… Onun iki dünyasını da mamur, iki dünyada da yüzünü ak et.

*”Hani o genç yiğitler mağaraya sığınıp: ‘Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla’ demişlerdi.” 

(Kehf Suresi, 10)

Devamını Oku
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort