DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Dilsizlik mi, Dinsizlik mi?

Dilsizlik mi, Dinsizlik mi?

ABONE OL
21 Mayıs 2017 19:39
Dilsizlik mi, Dinsizlik mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

AdsızBirkaç gün önce muhterem bir hocamı kaybettim. Henüz 59 yaşındaydı ve sert mizacına rağmen kurallı yaşamı dolayısıyla Mersin’de ve Güneydoğu illerinde nüfuzlu insanların takdirini kazanmıştı. Özelim olması bakımından bizzat kendisini paylaşmayacağım. İnsanlara özelinizi açmakla yalvarmak alışkanlığı arasında genellikle ihmal edilen psikolojik bir ilişki vardır. Oğlunun bizzat bana anlattığına göre, hayatını kaybetmesine yol açan hastalıkla ilgili doktora ilk muayeneye gittiği esnada, odaya girerken “selâmün aleyküm” diyerek selam vermiş. Doktor bey, selamı hocamın beklediği şekilde almak yerine “buyurunuz, şikâyetiniz nedir?” diye sormuş. Günlük yaşamımızda denk gelebildiğimiz ve üzerinde pek durmadığımız olaylardan bir tanesi. Hocam üstelemiş: “Ben size Allah’ın selamını verdim. Selamımı alır mısınız?” Doktor bey, “size şikâyetinizi sordum, neyse söyleyin, selamınızı almayacağım” diye cevap verince, hocam da “selamımı alıyor musunuz, yoksa muayene olmayacağım?” şeklinde tekrar talepte bulunmuş. Doktor bey, “almıyorum” deyiverince, hocam, “o halde ben de muayene olmuyorum, haydi sağlıcakla kalınız” diyerek poliklinikten ayrılmış. Birkaç ay sonra ani bir kol uyuşmasıyla tekrar hastaneye başvurmuşlar ve devamı geldiğinde “geç kalmışsınız” denilmiş. Onlar kimseyi suçlamadılar, ben de suçlamıyorum. Ölüm, Allah’ın emridir ve onu hoşnutlukla karşılamak lazımdır. Allah rahmet eylesin.

İnsan felsefeyle ihtiyaca binaen meşgul olduğunda, mevcut olan bir şeyi reddetmek veya ona hakarette bulunmak yerine nasıl mevcut olduğuyla ilgili samimi bir merak hissi ediniyor. Bir noktadan sonra prestijiniz değil de öğrenme tatmininiz sizin için yeterli oluyor ve kendinizle konuşarak düşüncede yol almayı deniyorsunuz. Herhangi bir yerde pek denk geldiğim bir felsefeci alışkanlığı olmasa da felsefeden kişisel olarak böyle faydalandığımı söyleyebilirim. Yukarıda ikinci elden aktardığım vakıada selamın nasıl varolduğunu ve neden tarafların memnuniyetsizliği ile neticelendiğini incelemek istiyorum. İnsanlar art niyetle davranmadıklarında bile nasıl oluyor da günümüzün sözcüğüyle iletişimsizlik meydana gelebiliyor? İletişimin kurallarını belirleyen toplumsal bütün veya soyut sisteme din, söz konusu sistemin yarattığı hafızayı aktarma işini ve günlük alışverişi temin eden somut araca da dil diyeceğim. Benim iddiama göre, toplumsal yaşamın bir amacı varsa ve bu amaç, toplumu oluşturan bireyler tarafından paylaşılabiliyorsa bir din, anlaşılabiliyorsa bir dil vardır. Paylaşılma ve anlaşılma yoksa hem dinsizlik, hem de dilsizlik vardır. Dinler ve diller ile ilgili bir çokluk, görecelilik ve lüzumsuz bir rekabet bir arada varsa, bu takdirde de topluma yayılmış bir bünye bozukluğu vardır. Bünye bozukluğuna da kabaca toplumsal akılsızlık diyorum. Nitekim Batılı araştırmacılar, içerisinde Çin, Hindistan, Pakistan, İran, Brezilya, Mısır ve Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin insanlarını risk hesabı yapmaktan yoksun kişilik türleriyle betimlemekte ve bunların tesadüfen hayatta kaldığı iddiasında bulunmaktadırlar. Bazı yazarlar Japonya’yı da bu kategoriye dâhil etmektedir. Aşağısında Kenya, Afganistan ve Bulgaristan gibi ülkelerin bulunduğu, üzerinde ise Viyana’nın batısındaki ülkelerin bulunduğu bu kategoride temyiz kabiliyetinin toplumsal olarak gelişmemiş olduğu iddiasını eklemektedirler. Bunları daha önceki yazılarımda birçok kez dile getirmiştim. Şimdiyse dilsizliği dinsizlik ve kişilik bozukluğuyla birleştirmek istedim. Kelimelerdeki olumsuz anlam çağrışımlarına kapılmamanızı dilerim; çünkü olumsuz ithamlara hakkından fazla itibar etmek, özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Toplumda herkes kendi yerine bir diğerinin hayatındaki iyilikle ilgileniyor ve kendinden önce sebepsiz yere ona yardım etmeye çalışıyorsa ortak bir özgüven sorunu da mevcuttur. Benim iddiam, başkalarının iddialarının tersine, toplumsal olarak kaybedeceğimiz değildir; farklı olarak, pek kazanamayacağımız, hiç değilse kazancımızın müşterek olmayacağıdır. Aksi takdirde kimsenin akli yeterliliği beni ilgilendirmiyor. Kimse bana karışmasın, ben de kimseye karışmayayım.

Hocamla doktor arasındaki diyalogdan edindiğim izlenim, tarafları bağlayan ortak bir dilin ve dinin bulunmadığıdır. Ortak bir dil ve din bulunmadığında saygı, vazife, sorumluluk ve terbiye gibi pek çok sözcük hem gerekçesiz hem de hayali kalmaktadır. Bu dil ve din, bazen bir Tanrıya inançtan kaynaklanabilir, bazen O’nunla ilişiksiz olabilir ve bezen de doğrudan O’na inançsızlıktan beslenebilir. Diyeceğim o ki, dinsizlikle Tanrıtanımazlık aynı şey değildir. Bir dilin tanınmayışıyla o dilin yetersizliği de aynı şey değildir. Sözgelimi Türkiye’de Kürtçe resmi bir yazışma dili olarak tanınsaydı da onun kullanıcıları arasındaki dilsizlik son bulmayacaktı. Belki sadece Türkçeye, Arapçaya ve Farsçaya karşı bir rahatsız edicilik ve rekabet hissi edinilebilecekti. Fakat İngilizceye göre iddiasız ve hiçbir zaman da iddiası olmayan bir dil olmaya devam edecekti. Türkçenin yetersizlikleri Kürtçeye onun kullanıcılarının talep ettikleri soyut içerikte izin verilmeyişiyle ilgili değildir. Nitekim iki dilin gelişimine de Kürtçenin resmi çerçevesine de karar veren Türkçe ve onun kullanıcıları değildir. Burada dil örneğindeki basit bir detayın bile temenni ve kişisel intikam hırsıyla hesaplanmasına benzer şekilde din ve kişilik durumları da temenni ve kişisel intikam hırslarıyla koşullandırılmaktadır. Böylece hiç kimsenin sağlığı, dili ve dini olmamaktadır.

Bu tahlilime, “neden sözgelimi Zerdüştlük veya Budizm değil de İslâm ile ilgili bir çağrışım?” şeklinde bir içerikle itirazda bulunulabilir. Fakat söz konusu itirazın gayesi, öğrenmek veya çözümlemek için bir argüman geliştirmek değildir. Hayali dil ve dinlerle rüyalardaki sağlıklar birleştirilerek talep edilen mesafeler alınamaz. Ya talepten vazgeçilecektir, ya da gidilen yoldan. İnatla dayatılan hayalilikler ve çocuksu takdir beklentileri yüzünden insanlar birbirlerini anlamaktan vazgeçmeye başladılar. Güçlüysem bir zayıfı neden anlamak isteyeyim ki? Üstelik zayıflığında bir hak bulup bana dayatacak kadar inatçı bir akılsızlığa da sahipse? Son üç yüzyıldır kapitalizm, daha önceleri de başka sistemlerin asıl ilgilendikleri dil ve dinlerin şu veya bu olması değildir. Onların ilgilendikleri, hangisinin nasıl işe yarayacağıdır ve böyle bir hesabı görece daha kapsamlı ve geniş yaparak bedelini ödeme konusunda sabırlı davranan toplumlar karşılığını almaktadırlar. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri’nde bir Amerikalı olarak yaşamak, Türkiye’de bir Türkiye vatandaşı olarak yaşamaktan görece daha kolaydır. Yani hayat her yerde aynı zorlukta değildir. Dolayısıyla ortak hafızaya daha çok gönderme yapma ihtimali varsa gerçekten de mesela Hıristiyanlık tercih edilebilir. Ya da semavi dinler yerine daha işe yarar bir hafıza tarihten günümüze taşınabilirse, neden olmasın? Önemli olan sadece hayatta kalmak ve ihtiyaçların giderilmesidir. Bu arada kelime-i şehâdeti bir milyon defa tekrarlayıp da her gün 1000 rekât namaz kılındığında benim kastettiğim manada bir dindarlık gerçekleşmiş olmayacaktır. Benim kastettiğim, asgari bir anlam birliğidir. Aksi takdirde İslâm veya onun Tanrısı varolmadığında benden bir şey eksilmez. Hafıza, hesap, haddini bilme ve sabır önemlidir. Dilsiz ve dinsiz toplumlarda bunlar sadece konuşmak için bulunabilirler, birileri kendini dilli ve dindar sansa bile. Nitekim Türkiye’deki Müslüman Türklerin de bir dili ve dini –benim kastettiğim manada- var değildir. Bunu, kastettiğim, verdiğim örneklerden hareketle bazı politik hesaplarla karıştırılmasın diye söylüyorum. Benim için önce ben, sonra ailem, sonra çevrem, sonra yaşadığım şehir ve sonra da ülkem önemlidir. Çıkarlarından başka insanlar için sahiplenmelerini önerdiğim daha önemli herhangi bir mevcut var değildir. Bir selamın taraflardan birinin hafızasında hiçbir anlam ifade etmeyişi, bütün bu detaylarla ilişki halinde vardır.

Babanız sizin için hesap yaparak ömrünü heba etmediyse sizden varlıklı ve görgülü bir beyefendi veya hanımefendi olmaz. Çocuğunuz için siz hesapla ömrünüzü mahvetmediyseniz soyunuzun olmasını beklemeyiniz. İnsan “ben soyluyum” deyince maalesef soylu olmuyor. Soyluluk, hesap ve sabırla biriken ve kuşakların ortak emeğiyle meydana gelen değerli bir niteliktir. Nitekim günümüzde her soyadı aynı özgül ağırlığa sahip değildir ve başkalarının iddialarının tersine bu aslında bizzat adalettir. Dil, din ve kişilik sağlığı insana hesapla yaşamayı ve sabretmeyi, bu arada haddini bilmeyi ve ihtiyatlı yaşamayı öğretir. Söz konusu erdemler getireceklerinden dolayı değerlidir, bizzat kendilerinde bir değer yoktur. Bu yaklaşım da bazılarının lehte veya aleyhte sandığı ve iddia ettiği üzere, materyalizm değildir. Türkiye’de ve Türkçede her şey her şeyle kolaylıkla eşleştirilebiliyor ve her şey her şey sanılabiliyor. Bir şey neyse odur ve hayatta ihtiyaçların temini ve yüksek bir amaçla yaşama alışkanlığı, soyluluk varolduğundan beri vardır. Adalet önce eşitliğe karşı çıkar ve emekle orantılı ekonomik bir karşılıklılığı esas alır. Herkese emeğinin karşılığı kadarı vardır ve nitekim herkese yeteri kadar verilmiştir.

Dil ve din bağlamında William Downes’un “Language and Religion A Journey into the Human Mind” (Cambridge: Cambridge University Press, 2011) adlı çalışmasının okunmasını öneririm.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort