DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Türkiye’de Sünnilik ve Aleviliğin Fay Hatları Açısından Eş’arîlik ve İbn Rüşd

Türkiye’de Sünnilik ve Aleviliğin Fay Hatları Açısından Eş’arîlik ve İbn Rüşd

ABONE OL
21 Mayıs 2017 00:26
Türkiye’de Sünnilik ve Aleviliğin Fay Hatları Açısından Eş’arîlik ve İbn Rüşd
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ibni_rusd_b7b16ecf8ca53723593894116071700cBu yazının amacı, modern Türkiye’de isimlendirmelerin yapılması bakımından bir Sünnilik-Alevilik meselesi olmadığına ve bu arada oryantalizmin yarattığı Türk entelijensiyası açısından Mâtûrîdîlik’in Sünnilik’ten fazla ve Avrupâî bir inanç sistemi olarak anlaşıla geldiğine dikkat çekmektir. Türkiye’de okuryazarların Sünnilik ve Alevilik’ten anladıkları ile okuryazar olmayan veya okuryazarlarca cahil olarak nitelendirilen halkın anladıkları aynı değildir. Okuryazarlıkla bilinçli veya bilinçsiz modernistlik ve cahillikle kimi zaman modernizm karşıtı olmak aynı anlama gelmektedir. Okuryazarların ağızlarındaki ve yazılarındaki Sünnilik, Ehlisünnet vel-Cemâat değildir. Bir bakıma İbn Rüşd de bilinen ve konuşulan İbn Rüşd değildir.

Biraz izah edeyim: 1- Modern Cumhuriyet’ten önce Devlet-i Âliyye Osmâniyye’de sırf Alevi olmaktan kaynaklanan bir toplumsal kırılma hattı vardı. Modern Türkiye’de bu kırılma hattı rejimin eliyle ayrı ve halkın eliyle ayrı bir istikamette gelişti. Osmanlı tarihçisi olmadığım için devlet ve halk arasında Sünnilik ve Aleviliğe yaklaşım bakımından önceden de bir ikilik olup olmadığı hakkında bir şey söyleyemem, ama Sünni-Alevi meselesinde ülkemizde devlet için ayrı ve halk için ayrı iki meseleden söz ediyoruzdur. Son zamanlara değin devlet için Batılılaşmayı temin ettiği ve bu gayede işe yaradığı ölçüde bazen Mâtûrîdîlik ve bazen de Alevilik önemli idi. Halkın Alevi olanı için tarihi hafıza ve Sünni olanların soğuklukları, halkın Sünni olanı içinse, Hz. Muhammed (S)’e bağlanan tarihi hafıza ve Türkiye’de Alevilerin, İran’da Şiilerin ve Suudi Arabistan’da Vahhâbîlerin soğuklukları belirleyiciydi. 2- Modern Türkiye’de Alevilerin okumuş olanlarının Sünnilik’ten kastettikleri genellikle Hanefilik ve Mâtûrîdîlik’tir. Sünnilerin okumuş olanları ise, farkında olarak veya olmayarak, genellikle Şâfiîlik ve Eş’arîlik’i kastetmektedirler. Bu durumda  -daha kolay anlaşılabilmesi için söylüyorum- mesela muhterem ve merhum bir İslâm âlimi olan Ömer Nasuhi Bilmen, okumamış veya cahil bir Sünni oluyor, çünkü ona göre –tıpkı Türkiye’de halk kesiminin de kabul ettiği üzere- Ehlisünnet vel-Cemâat’in iki itikadi fırkası bulunmaktaydı ve biri Mâtûrîdîlik ve diğeri Eş’arîlik idi. 3- Modern okuryazarlarca modern anlamda bir rasyonalist olan İbn Rüşd, “el-Keşf an Minhâci’l-Edille” veya “el-Keşf an Menâhici’l-Edille” adlı eserinde İslâm’daki merkezi Kelâm fırkalarını sayarken Mâtûrîdîlik’i anmamakta ve aktarmamaktadır. İbn Rüşd’e göre Ehlisünnet vel-Cemâat ile aslında Eş’ariyye kastedilmektedir. İbn Rüşd’ün böyle söylemesinin gerekçesi, hem o dönem İspanyasında mesela Mâtûrîdîlerin bulunmayışıdır ve hem de felsefi kelâm denildiğinde Mâtûrîdîlerin önemli bir katkılarının bulunmamasıdır. 4- Oryantalistler, İbn Rüşd’ü, modern anlamda rasyonalist ve aydınlanmacı ilan etmişler, onlar da Sünnîlik dediklerinde Eş’arîlik’i kastetmişler ve onların izinden giden tüm yerel yazarlar, aydınlanmanın ancak İbn Rüşd’ün fikirleriyle mümkün olabileceğini işlemişlerdir. Fauzi M. Najjar’ın “Ibn Rushd (Averroes) and the Egyptian Enlightenment Movement” (İbn Rüşd ve Mısır Aydınlanma Hareketi) adıyla 2004 yılında İngiltere’de yayımlanan çalışması bunun bir örneğidir. Kabaca Ebû Hâmid el-Gazâlî ile İbn Rüşd arasındaki “Tehâfüt” meselesinde oryantalistler ve yerel okuryazarlara göre, Gazâlî, geri kalmış Ehlisünnet vel-Cemâat’in temsilcisidir ve İbn Rüşd ise modern, aydınlanmacı, ilerlemeci ve rasyonalisttir. Biraz tuhaf olan, modern olanın en güçlülerinde aydınlanma ve rasyonalizmin yerine deneycilik ve başka kavramların bulunmasıdır. Modernist, aydınlanmacı, ilerlemeci ve rasyonalist olanlar, Batı Avrupa ülkelerinden özellikle Fransızlardır. Nitekim İbn Rüşd’ü modern dünyaya Müslümanların tek aydını olarak sunan da bir Fransız olan Ernest Renan idi. Bu arada belirtmek gerekir ki, fıkıhta derinleşmiş tüm Müslüman âlimler rasyonalizmden uzaktırlar, çünkü meselelere göre içtihatta bulunurlar; bu nedenle aynı zamanda iyi bir fakih olan İbn Rüşd’ün modern anlamda rasyonalist olması mümkün değildir. Nitekim o, “Tehâfütü’t-Tehâfüt” adlı eserinde, bizim insan olmayı sonradan ve taklitle öğrendiğimizi belirtmektedir. Felsefeden anlayanlar için söylüyorum, bir rasyonalist böyle bir cümle kurmaz.

Türkiye’deki Sünni-Alevi meselesini vakıa haliyle idrak edebilmek ve çözüm yolunda mesafe alabilmek için mümkünse cahillerin tasavvur ve kavramlarıyla düşünmeye başlamak gerekmektedir. Çünkü aslında okuryazarlar daha cahildir ve cahil olarak gösterilenler vakıayı idrake daha yakındır. Cahillerin önlerindeki yegâne engel, maişet derdi ve ruhsal kuşatılmışlıktır. Aksi takdirde onların kavramları, sözgelimi “sevgi” ve “hoşgörü” gibi modernist tınısı fazla ve vakıanın daima üzerini örten kavramlara kıyasla daha faydalıdır. Sevgi ve hoşgörüden bahsettikçe esas meselelerin üstünü örtüyorsunuz. İlle de sevgi ve hoşgörü olacaksa, tanıma ve bilme geliştikten sonra olacaktır. Oysa birçok meselede ve özellikle burada temas ettiğimiz örnek meselede, bilen ne bildiğinden emin değildir, bilmediği iddia edilenin de neyi bilmediği açık değildir. Sünni-Alevi meselesi bu açıdan bakıldığında tarihi bir vakıa olduğu ölçüde günümüzde aslında yapay, oryantalist ve maalesef çoğunlukla yerel okuryazarların yarattığı bir meseledir. Meselenin İbn Rüşd ve Eş’arîler ile de ilişkisi vardır, çünkü İbn Rüşd’ün fikirleri modernizm ve rasyonalizm lehine tahrif edilerek, güya ilerlemek için Eş’arî düşmanlığının tedavüle sokulduğu ortamlarda Alevilik de tıpkı Mâtûrîdîlik gibi suiistimal edilmektedir. Üstelik okuryazar Aleviler, Sünnilik ile mücadele ettiklerini sanarak hayali bir Mâtûrîdîlik ile karşı karşıya gelmekte, aslında ise, modernizmle tahrife uğratılmış Mâtûrîdîlik’in lehine olacak şekilde Eş’arîlik ile savaşmaktadırlar. Cemil Meriç’in “Bu Ülke” adlı eserinde uzaktan dokunduğu ve benim de araştırmalarımda ekseriyetle tahlil ettiğim üzere, aslında olan, şu veya bu fırka ve mezhebin tercih edilmesi, diğerine de haksızlık yapılması değildir; olması için uğraşılan şey, İslâm’ın unutturulması veya hiç değilse değiştirilmesidir. Aynı zamanda itikadi olarak Mâtûrîdîlik ile ve tasavvufi olarak da Alevilik ile benzeşen Eş’arîlik’in unutturulmasıyla, Devlet-i Âliyye Osmâniyye ve ondan önceki ilmi gelenek unutturulmuş olacaktır. Devlet-i Âliyye Osmâniyye’nin mevcudiyeti bir sevgi, hoşgörü veya nefret meselesi olmaktan önce bir vakıa, bilgi ve tarih meselesidir. Maalesef o da anıldığında aynı kavramlar işbaşında olmakta ve insanlar esas meselelerinden uzaklaşmaktadırlar.

Oryantalizmin ne olduğunu Türkiye’de bilen tek kişi kuşkusuz ben değilim, fakat maişet ve prestij derdiyle iyi niyetlerini paranteze alan birçok kişi görebildiğim kadarıyla, tıpkı sevgi ve hoşgörü kavramlarının kullanımında olduğu gibi, “oryantalizm kötüdür ve bize zarar vermiştir” dediklerinde meselenin halledildiğini düşünüyorlar veya düşünmek istiyorlar. Vakıaların haritası ve detayı ortaya çıkarılmalıdır. Hayat, iyi ve kötüden ibaret değildir. İyi ve kötü bilgisi, ergenliğe ulaşmamış çocuklar için faydalı, ergin, genç ve yetişkin bireyler içinse sınırlandırıcıdır. Sünniler ile Ehlisünnet vel-Cemâat karıştırılmamalı ve Eş’arîlik’ten ayrıştırılarak Fransız aydınlanmacılığı ve bugünlerde Amerikan liberalliğiyle eşanlamlı hale getirilmiş Mâtûrîdîlik İslâm’ın iyi yüzü olarak görülmemelidir. Ayrıca Türkiye’de okuryazarlık ve cahilliğin yeniden tanımı ve tarifi yapılmalıdır.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort