DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
İslâm, Köylülük ve Şehirlilik Üzerine (1)

İslâm, Köylülük ve Şehirlilik Üzerine (1)

ABONE OL
25 Ocak 2018 23:48
İslâm, Köylülük ve Şehirlilik Üzerine (1)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’nin ve modernleşmede çağdaş Amerikancı modeli benimseyen ülkelerin umumi düzensizlikleri, on dokuzuncu yüzyıl Fransa’sını andırıyor. Kabaca bütün rahatsızlıklar ve talepler soyut ve hayali bir ‘eşitlik’ beklentisi etrafında temelleniyor. Örnek olsun diye anıyorum, iç dünyalarda dinsizlik (deizm) ve toplumsal değerlerden uzaklaşma hızla yayılıyor ve insanlar, büyük bir hatayla, bunun dinden, az okumadan ve eşitsizlikten kaynaklandığı vehmine kapılıyorlar. Oysa on dokuzuncu yüzyılda Fransa’da eşitliğin, Britanya’da ise adaletin tartışılıyor olması, bizim insanımızın teşhisindeki hatayı göstermeye yeterlidir. Çünkü düzenli ve sistematik bir toplumda insanlar emek vermeksizin bir kazanıma erişmeye alışmadıklarından beklenti, adalet etrafında şekillenir ve adalet demek eşitlik demek değildir. Adalet, toplumsal işbölümünde üst seçkin ve özendirici bir sınıfın bulunmasına itiraz etmez, sadece bu üst sınıfın veya onlarla iletişimi sağlayan orta sınıfın asgari ihtiyaçları göz ardı eden icraatlarına karşı bir düzenlemeyi talep eder. Oysa düzensiz ve daha açıkça görgülü bir zengin sınıfı bulunmayan toplumlarda insanlar sadece tanıdıklarıyla statülerin elde edebileceğini kabul etmeye alışkındırlar ve beklenti, dünyada imkânsız olan ‘eşitlik’tir. Hayali bir eşitlik fikrini icat edenler aydınlanmacı Fransızlar idi ve onların bu fikri yüzünden Osmanlı Devleti de yıkıldı. Kabaca bu fikir, köylü -coğrafi köylülüğü kastetmiyorum- zihniyetinin tasavvur ettiği bir mülkiyet paylaşımı ve toplumsal işbölümüne karşılık gelmekteydi. Kısaca İslâm, bir tarih, tecrübe ve din olarak, hiçbir zaman ‘sonradan görme’ insanların hayali olan gerçeklikten kopuk bir toplumsal yaşamı onaylamamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alıp da bedevilerin istikrarsız kişiliklerini tasvir eden ayetler bunun ilk akla gelen delilleridir. Bedevilik, Cahiliye Arapları ile sınırlı bir meslek veya kişilik tarzı değildir.

Türkiye’nin modernleşme pratiğinde sözgelimi yapısal bir tecrübe olarak Kemalizm, eleştirel birer tecrübe olarak mesela İslâmcılık ve solculuk, bir taraftan Avrupa-merkezci modernizme karşı çıkarken bir yandan da Türk toplumunda şehirliliği ve medeniliği mümkün kılmak adına görünür olmuşlardır. Bana göre, bunların her biri bir ölçüde başarılı da olmuşlardır. Nitekim Atatürkçülük, Cumhuriyet tarihinde ilkeli ve dürüst yaşayabilen, kurallı bir düzen fikrine aşina birtakım okuryazar insanlar yetiştirebilmiştir. ‘Allah’ın davası’ niteliğinde bazen yoksunluktan gelen toplumsal alışkanlıklarla özdeştirilebilmiş İslâmcılık ve ‘kapitalizm ve emperyalizm düşmanlığı’ niteliğinde kimi zaman mahrumiyetten kaynaklanan toplumsal alışkanlıklarla özdeşleştirilebilmiş solculuk da samimi temsilcileri arasında bir ölçüde medeni ve şehirli kişilikler yetiştirebilmiştir. Ne var ki, her üç örneğimizin de pratiklerinde ‘sonradan görme’, dünyaya kişisel bakarken toplumsal bir maskeyle amaçlarını örtbas edebilen karakter tiplerinin yarattığı hastalıklı tecrübelere mani olabilecek bir toplumsal rasyonalite yaratılamamıştır. Ehliyet ve liyakate dikkat edilmiyor oluşuyla ilgili eleştirilerin isabetli olan tarafı, bu tarz hasta ruhlu insanların kurumlardaki mevcudiyetlerine mani olunamayışıdır. Bence ekonomi, emniyet, din vb. tartışma bağlamlarından önce Türkiye başta olmak üzere tüm gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin özellikle bu sorunla yüzleşmeleri gerekmektedir. Kurallı ve yasal bir düzen fikri ve aidiyet duygusuyla davranabilen insanlar anlamındaki ‘kentli insan’ tipinin neden bir türlü toplumun ana profili olamadığı üzerinde düşünmek gerekmektedir. Zira Amerikancılık ve bunca rahatsız olunan küresel emperyalizm tam da bu açık üzerinden ülkeleri karıştıracak imkânlara erişebilmektedir. FETÖ cemaatinin Türkiye’de, onun benzerlerinin diğer İslâm devletlerinde, seküler türevlerinin de Hıristiyan geçmişe sahip başka toplumlarda zafiyet yaratabilmelerinin en önemli nedeni, din veya başka bir etken değil, kesinlikle bu kentleşememe sorunudur. Çünkü kentli bir sınıf yaratılamadığında toplumda tarihsel ve toplumsal bir hafıza ve akıl teşekkül edememektedir. Gerçek Atatürkçülük de, gerçek Müslümanlık ve gerçek solculuk da, faydalı ve verimli olacaklarsa ancak Türk toplumunu kentlileştirebilmeleri üzerinden faydalı ve verimli olacaklardır.

Coğrafi olarak köylü olanların önemli bir kısmı maalesef kentliliğin önemini ancak ileriki yaşlarında fark edebilmektedirler. Bu nedenle siyaset, eğitim, ekonomi, sağlık, bürokrasi ve din gibi birçok farklı ve önemli sahada öncelik -eğer mümkünse- birkaç kuşak boyu okuryazar olan kentlilere verilmelidir. Üzerinde düşünülüp geliştirilsin diye, bunu sadece bir öneri olarak öne sürüyorum. İnsanımız alıngan olabileceğinden ve yanlış anlama ve suiistimal konusunda istekli bir kişilik tarzı yaygın olduğundan bu cümlemi açmıyorum (keşke açabilseydim). Zengin olduktan sonra ülkesine daha da bağlanması beklenilen insanların içerisinden kimi zaman ülkesinin aleyhine çalışanların görülmesi, bir art niyet ve ahlaksızlıktan önce, varlığın ne olduğunun bunlar tarafından bilinemeyişi ve ‘sonradan görme’ olgusuyla ilgilidir. Hz. Peygamber, Taif’lileri İslâm’a davet ettiğinde hiç beklemediği kabalıkta bir saldırıyla karşılaşmıştı ve onların helâk edilmemeleri için tek bir gerekçeden söz etmişti: “Bilmiyorlar!” Buradaki bilmeyişten kastedilen az okumak vs. değildir, az görmüş olmadır. Çağdaş dönemde faydalı ve verimli fikirler üreten sözgelimi Frantz Fanon, Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve Edward W. Said gibi mütefekkirler hep aynı derde dikkat çekmişlerdir: ‘Görmemişlik’ ve ‘sonradan görme’ sorunu. Sonradan görme insanların yarattığı toplumsal maliyeti bertaraf etmek kolay değildir. Ayrıca ‘sonradan görme’ olgusunun ampirik ve objektif bir kıstasa bağlanması gerekmektedir ki, bu da, yaşanılan ve tecrübe edilenlerin fayda ve verimliliğidir. Dolayısıyla eksik tecrübeli insanlara sadece şu veya bu kıstasa bakılarak konumlar ve yetkiler emanet edilmemelidir. Eksik tecrübeli insanların, ‘sonradan görme’ eğilimi yüksek insanlar oldukları göz ardı edilmemelidir. Misal olsun diye söylüyorum, yalancılık, sahtekârlık, iftira ve kumpas gibi olumsuz vasıflar, ‘sonradan görme’ insanlarda, diğerlerine kıyasla daha yoğun gözlemlenmektedir.

Türk aydınının da en büyük sorunu, Namık Kemal ve başkalarının, özellikle Cemil Meriç’in işaret ettiği üzere, ‘sonradan görme’ sorunudur. Sadece misal olsun diye söylüyorum: Müslümanın da solcunun da köylü zihinlisinden uzak durmak gerekir. İki yıl önce “fakirlere selâm vermeyiniz” derken kastettiğim fakirler ‘sonradan görme’ insanlardı. Her şeyi yolda ve zamanla öğrenen insanlara bakarak karar verirseniz, sözgelimi Müslümanlığa da solculuğa da düşman oluverirsiniz. Aslında karşı karşıya olduğumuz sorunun temelde Allah, İslâm, Müslümanlar, Osmanlı, Cumhuriyet, solcular, para, ahlak vs. ile alakası bulunmamaktadır. Mesele kentli ve istikrarlı bir kişilik tarzının yaratılamamış olmasıyla ilgilidir. Yine sadece misal olsun diye söylüyorum, siyasi partiler arasındaki rahatsız edici üslup ve didişmeler bile özellikle bahsettiğim eksik tecrübe ve kentli olamama sorunuyla ilgilidir. Bu mesele üzerine düşünmemiz ve çözüm bulmamız gerekmektedir. Bu konuya devam edeceğim.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort