DOLAR 32,2234 -0.11%
EURO 34,9331 0.17%
ALTIN 2.445,790,57
BITCOIN 1966487-3,25%
Ankara
17°

HAFİF YAĞMUR

16:59

İKİNDİ'YE KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Terör Örgütleri İle Klasik İslâm Dogmaları Arasında Bir Münasebet Var mıdır?

Terör Örgütleri İle Klasik İslâm Dogmaları Arasında Bir Münasebet Var mıdır?

ABONE OL
24 Eylül 2017 01:16
Terör Örgütleri İle Klasik İslâm Dogmaları Arasında Bir Münasebet Var mıdır?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Amerika Birleşik Devletleri’nde Dallas Üniversitesi’nde görev yapmakta olan siyasetbilimci Daniel E. Burns’un iddiasına göre, klasik İslâm filozoflarından birisi olan Ebû Nasr el-Fârâbî, İslâm’ın itikat ve pratiklerine yönelik doktrinlere katılmadığı halde özgür bir siyaset felsefesi çerçevesi için Yunan mirası ile İslâm arasında bir uydurma/uzlaştırma girişiminde bulunmuştur. Burns’un çalışmasının daha girişinde İran’ın Şii devrimci lideri Humeynî, Mısırlı ünlü müfessir ve mütefekkir Seyyid Kutub ve son zamanlarda Suriye’de Müslüman toplumların aleyhine çalışan terörist bir örgütün liderliğini yapan bir şahsı anarak Fârâbî’yi İslâmî liberalizm ve diğerlerini de özgürlük düşmanı klasik İslâmî doktrinin savunucusu olarak işlemesi, İslâm felsefesi ve felâsifenin nasıl bir art niyetle modern araştırmalarda suiistimal edildiklerini ele vermektedir (Bkz. Daniel E. Burns, “Alfarabi and Creation of Islamic Political Science”, The Review of Politics 78 (2016), © University of Notre Dame, s. 365-366).

Fârâbî’nin kendi döneminin aktüelliğiyle doğrudan ilgili olmayan siyaset felsefesi metinlerinin nispeten nakilci ve kavramcı üslubunu küreselleşmeci Amerikan liberalizminin lehinde ve bu yeni sömürgeciliğin karşısında görünen klasik İslâm dogmalarının da aleyhinde yorumlayan Burns, böylelikle Müslümanları çağdaş emperyalizme tutsak yapabileceğini hesaplamaktadır. Kur’ân-ı Kerîm, Sünnet, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kelâm ve özellikle hepsinin bir umumi zemini olan modern öncesi İslâm Medeniyeti, tüm yerleşik anlamlarından ve bağlantılarından arındırılmalı ve Burns’un liberal Fârâbî yorumuna uydurulmalıdır; aksi takdirde tüm Müslümanlar, Humeynî, Seyyid Kutub ve Suriye’deki cani gibi terörist olacaklardır. Burns’un söylemeye çalıştığı budur. Oysa Fârâbî’nin gayesi ve bağlamı, nasıl daha önce Fransız menşeli oryantalistlerin iddia ettikleri gibi rasyonalist ve aydınlanmacı bir din inşâ etmek değil idiyse, benzer tarzda, bu defa rasyonalizm ve aydınlanmaya karşı olan Amerikan liberal küreselleşmeciliğinin lehinde bir din yaratmak da değildi. (Bu arada Suriye’deki malum bir örgütün mensupları İslâm’ı ağızlarından düşürmemelerine rağmen haksız yere öldürdükleri insanlar ve sürdükleri topluluklardan dolayı hiç şüphesiz teröristtirler, ama Humeynî ve Seyyid Kutub için terörist denilirken belli ki başka bir şey kastedilmektedir). Pekiyi de, İslâm filozoflarının bu tarzdaki suiistimalleriyle ne beklenmektedir?

Aslında Türkiye’de zaman zaman televizyon programlarında denk geldiğimiz tartışmalarda İslâm ile münasebet halinde gösterilen terör sorununun arka planında yer alan emperyalist hesaplar ve ülkemizdeki bazı yanlış ezberler ile Daniel E. Burns’un makalesinde yapmaya çalıştığı şey arasında bir benzerlik bulunmaktadır. Terör sorununu sömürge süreçleri, emperyalizmin hesapları ve bölgesel fakirlikler yerine önce İslâm ile ilişkilendirerek tartışanlar, insanların modern öncesi İslâm dogmalarından arınarak, sömürge tebaası olmalarını hedeflemektedirler. Frantz Fanon’un eserlerinde sözünü ettiği ve maalesef Homi K. Bhabha gibi küreselleşmeci ve Amerikancı bazı yeni post-kolonyalist yorumcuların ise sakıncalı bularak reddettikleri, bizim bu işaret ettiğimiz vakıadır. Bir dönem, Özer Ozankaya da demokratikleştirme ve insan haklarının uygulanmasını evrenselleştirme adı altında yeniden sömürgeleştirmenin gerçekleştirilmeye çalışıldığını yazmıştı. Klasik İslâm dogmaları ve mesela cihat ile Suriye örneğindeki terör arasında herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır, çünkü teröristlerin İslâm’dan söz etmeleri dışında elimizde bir veri bulunmadığı gibi, başka ülkelerdeki teröristler de mesela Marksizm’den, Hıristiyanlıktan ve Almanlıktan bahsedebilmektedirler. Marksizm, Hıristiyanlık ve Almanlık nasıl tanımlanırsa tanımlansın, bunların suiistimal edilebilecekleri her yerde bunlardan mülhem teröristler bulunabilecektir. İsrail’in Filistinlilere reva gördükleriyle Yahudilik arasında zorunlu mantıksal bir ilişki varsa, İslâm ile de terör arasında zorunlu mantıksal bir ilişkiden söz edilebilir. Başsavcı Preet Bharara’nın işaret ettiği şekilde, mesele, Amerika’nın taraftarı/sömürgesi olmak veya olmamaktır. Taraftar olmayı reddeden herkes terörist olarak tanımlanmaktadır ve şayet Amerikancı olursa İslâm da makbul, muteber ve iyi olabilir. Ona göre, sözgelimi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı kötüdür, çünkü Amerikancı değildir.

Klasik İslâm dogmaları, herhangi bir şekilde günümüzdeki yaşamı olumsuz bir tarzda etkilememektedirler. Hatta onların sadece ahlaka etkisi vardır ve onlara bağlı insanlarda kişisel gelişim eksikliği veya görgüsüzlük gibi bir sorun yok ise, dünyanın en vicdanlı, adil ve fedakâr insanları ‘geri kafalı’ tabir edilen Müslümanlardan çıkmaktadır. Çünkü maalesef Müslümanlar günümüzde küreselleşmenin birer paydaşı gibi yaşamaktadırlar ve sosyallik, hukuk ve iletişim alışkanlıkları bakımından İslâm’dan etkilenmemektedirler. Onlarda ahlak, vicdan ve adalet kavramları dışında ‘Allah korkusu’ kavramının gerçekçi bir işlerliği de kalmamıştır. Vakıa böyleyken neden klasik İslâm tarihi ve düşüncesi her seferinde yeniden yargılanmaktadır? Bir de bunu aydın olduğunu sanan veya iddia eden insanlar çok önemli bir iş yapıyormuş gibi yapmaktadırlar. Bunun bir nedeni, aktüel sorumluluktan kaçıp kolay yola sığınmaktır ve bir diğeri ise, aslında sorgulama ve düşünmenin karşısında durmaktır.

Ülkemizde ve başka Müslüman toplumlarda İslâm’ın yanlış, eksik veya katı öğrenilmesinden kaynaklanan terör sorunu var ise de, az ve nadirdir. Çünkü İslâm’ı öğrenmeyi genellikle başka bir hesabımıza/çıkarımıza dayandırmaktayız. Keşke meselemiz İslâm olsa! Rahatsız edici olguların meydana gelişi ise, Müslüman toplumların genelde fakir, her şeye muhtaç, görmemiş ve kimi zaman sonradan görme olmalarıyla ilgilidir. Bir sorun üzerinde düşünülecekse, özellikle bununla nasıl mücadele edilebileceği üzerinde düşünülmelidir. Ayrıca şu soru bakidir: Popüler bütün Amerikan dizilerinde insanla ilgili birçok mağduriyet işlendiği halde Filistin, Myanmar ve başka yerlerden Müslümanların sırf dinlerinden dolayı maruz kaldıkları hak ihlalleri neden hiç işlenmemektedir? Eşcinseller, Siyahiler, kadınlar ve solcular kadar Müslümanlar da insan değil midirler? Müslümanın insan olması için ille de Amerikancı küresel vatandaşlık tarzına biat etmiş sol görüşlü bir kişiliğe sahip olması mı gerekmektedir? (Burada solculuğu olumsuz ve ille de Amerikan taraftarı göstermek değildir hedefimiz, belli ki solculuk da suiistimal edilmektedir). “My Name is Khan” gibi yapıtlarla bu soru geçiştirilemez. Belli ki, İslâm ile terör arasında irtibat kurmak birilerinin işine ve hesabına gelmektedir ve aslında herkes meselenin İslâm’a ilişiksiz olduğunun da gayet farkındadır. Bu nedenle “benim dediğim tarzda klasik İslâm dogmalarını reddeden insanlardan olmazsanız, siz de terörist oluverirsiniz” diyen herkese akıl sağlığından başka bir şey dilenmemelidir.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort