DOLAR 32,5451 0.01%
EURO 34,9203 0.19%
ALTIN 2.429,590,27
BITCOIN 2061399-4,07%
Ankara
25°

PARÇALI BULUTLU

20:01

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90

Burçlar ve Alışkanlıklar Üzerine

ABONE OL
25 Mayıs 2017 22:03
1

BEĞENDİM

ABONE OL

İslâm düşüncesinin çığır açıcı yüzlerce düşünüründen biri olan Ebû Hâmid el-Gazzâlî, yıldızlarla ilgili özel bilgilerin eski Peygamberlerden sonra kaybolduğunu ve burçlara dair konuşulanların büyük bir kısmının mesnetsiz olduğunu belirtmektedir. Bu değerlendirmeden anlayabildiğimize göre, yakın zamanlara kadar ancak bir mit olarak görülüp aşağılanan astrolojinin isabetine Gazzâlî de olumsal yaklaşmaktadır. Günümüzde burçların bilgisi adlandırmasıyla görece daha dar bir alana sıkıştırılarak popüler kılınmış olan bilme tarzının içeriğinin meşru oluşu şöyle somut bir akıl yürütmeden ilham almaktadır: İklimlerin insanların karakter oluşumunda ve yazgısında nasıl etkisi varsa, benzer şekilde, dünyanın varlık koşullarına tesir eden göksel hareketlerin de (felekler) yeryüzündeki oluş ve bozuluşlarda (el-kevn ve’l-fesâd) etkisinin olması lüzumludur. Bazısı söz konusu akıl yürütmeyi hatalı bulsa da bir kısmı ikna edici bulmaktadır. İbn Haldûn’un “el-Mukaddime” adıyla ünlenmiş eserinde gördüğümüz iklimler kuramı ne denli makulse burçlar kuramı da o denli makul bulunmalıdır denilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de burçların geçtiği buna eklenmektedir. Ne var ki, Kur’ân-ı Kerîm’de birer göksel hareket merkezi olarak burçlara yemin edilmekle yetinilmektedir. Aynı burçların insanların hareketlerini ve yeryüzündeki tüm oluş ve bozuluşları etkilediği ise insanların ayetin manasına kattıkları bir fazlalıktır. İlgili birkaç ayetin hiçbirinde görünmeyenin bilgisi (“gayb âlemi”) ile burçlar arasında bir ilişki ima bile edilmemektedir (Burûc, 85/1). Ne var ki İbn Sînâ, hem Kitâbü’ş-Şifâ adlı hacimli eserinin “el-İlâhiyât” kitabında, hem de Kitâbü’l-İşârât ve’t-Tenbîhât adlı eserinde Aristotelesçi filozoflara, “aklının almadığı şeylerin aslında varolmadıklarını sanma!” cümlesiyle uyarıda bulunmaktadır. Daha özel olarak ise -genellikle Türkiye’de adları çok az duyulmuş bazı eserlerde- aklımızın almayacağı tahliller bulunmaktadır (“ben böyle bir eseri okumak istiyorum” diyenlere mesela Suyûtî’nin “Enîsü’l-Celîs” adlı eserini ve Abdülaziz ed-Debbâğ’ın “Kitâbü’l-İbrîz”ini önerebilirim). Hepsinden çıkan ortak neticeye göre, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde onaylanan rüya tabirleri ve İbn Haldûn’un onayladığı iklimler nazariyesi gibi en azından göz önünde bulundurulması gerekli olacak nitelikte bir çeşit burç olgusu mevcuttur. Ayrıca bu konuda meşru görüldüğü takdirde ulaşılabilecek –yüzlerce yıl önce yazılmış- binlerce Arapça eser bulunmaktadır (Mesela Devlet-i Âliyye-i Osmâniyye’nin klasik döneminden kalma bir el yazması tılsım kitabı eski bir hocamın elinde bulunmaktadır ve o eser hiç kimse tarafından bilinmemektedir).

Meselenin özüne dair bütünüyle açık bir tahlilde bulunduktan sonra şimdi bizim burçlarla ilişkimizin temelleri üzerine yoğunlaşabiliriz. Ardından burçlarla ilgili kişisel tasarrufumu önereceğim. Olgusal verilere ve geriye doğru yakın coğrafyalardaki insanlık tarihine bakıldığında söz konusu temeller için bir hareket noktası bulunabilir. Burçlarla ilgili bilme tarzının (“astroloji”), sosyologlar ve bilim tarihçileri tarafından “geri insanlık dönemleri” olarak nitelendirilen Ortaçağda önemliyken sonradan aşağılandığını, ardından akıl ve bilimin de yetmediğinin anlaşılmasıyla yeniden popüler hale evrildiğini görmekteyiz. Yalnız ilginç bir şekilde reddedilen Ortaçağdaki anlamların geri getirilmediği, yerlerine ise modern anlamların eski sözcüklere yedirildiği bir popüler astroloji ikliminde yaşamaktayız. En azından Türkiye söz konusu olduğunda astrologların Arapça bilmediklerine ve Batı tarzı astrolojiyle kendilerini sınırlandırmış olduklarını hiç sorun etmeyişlerine tanık olmaktayız. Astrolojinin popüler muhatapları da –en azından Türkiye’de-, astrologların işaret edilen bilinçsizliklerini sorun etmemektedirler. Burada iki bilinçsizlik halini astrolojinin Ortaçağla ilişkilendirildiği söylemlerin tarihine eklemlediğimizde, zorunluluktan ziyade yine tüketim için icra edilen bir eylem ile karşılaşırız. Çünkü bilinçsizlik sayısı üçe çıkmaktadır: 1- Akıl ve bilimi sahiplenenlerin önce reddederken sonra gerekçesiz edindikleri ve popüler hale getirdikleri bir astroloji, 2- Arapça bilmeyi önemsemeyen ve hiçbir Arapça eserden haberdar olmayan astrologların Hıristiyan Teolojik Geleneğine bile ne denli bağımlı olduğu belli olmayan modern örneklerden bilinçsizce kopyaladıkları bir astroloji ve 3- Müşterileri olan insanların astrolojinin hangi gelenekte nasıl olduğuna dair hiç sorunsamadıkları bir astroloji. Demek ki en azından Türkiye’de insanların astrolojiyle ilişkisinin bilinçli, dini ve felsefi bir temeli bulunmamaktadır. Ancak psikolojik (merak ve meşguliyet ihtiyacı) ve sosyolojik (popülariteyi tüketerek yer işgal etme ihtiyacı) gerekçelerle kurulmuş bir ilişkiden söz ettiğimizi ve aslında alışkanlıklarla ilgili yeni tartışmalar açmak gereğini görüyoruz. Oysa bütün bunlar bir önceki paragrafta işaret edildiği tarzda astrolojiyle ilgili seviyeli bir bağlam varken ve üstelik benim gibi uzman olmayan birinin erişimine açıkken vukubulmaktadır. Anlayabildiğim kadarıyla herkes müşteri durumundadır ve cehaletlerin (bilgi eksikliği) ve gafletlerin (bilinçsizliklerin) zaman zaman söz konusu olan varlıkları otistik suistimallere zemin hazırlamaktadır.

Benim burçlarla ilgili önerime gelince, 2003-2005 yılları arasında gerçekleştirdiğim ve aslında herhangi bir disiplin içerisinde görülmemesi gereken aykırı çalışmada binlerce deneğimden edindiğim tecrübeden biriktirdiklerime göre, ancak eksik tümevarımsal çalışarak eski hükümleri onlara uyarladığımızda kandırılmadığımızdan emin olabiliriz. Bunun için bir de somut ölçüt bulmamız lüzumludur. (Bu arada detayda bulunan ve görece önemli olan “yükselen”leri ihmal etmiş bulunuyorum, onun yerine “ikinci tabiat”ı yerleştirdim) Ben şu soruyu sordum: Bir devlet kuracak olsaydım söz konusu devlette görevlerin dağıtımında burçlar ne işime yarardı? Bu soruyla ulaştığım neticeleri birleştirdim. Öncelikle oğlakların ve başakların harekete açık olmadıklarına (kötücül bakıldığında “uyuz”), kovaların dağılmaya müsait olmadıklarına (kötücül bakıldığında “zeki ve inatçı”), balıkların ve yengeçlerin olduğu gibi anlamaya elverişli yaratılmadıklarına (kötücül bakıldığında “fevkalade alıngan ve ağlamaklı”), koçların oldukları gibi olmaktan hoşnut olmaya müsait yaratılmadıklarına (kötücül bakıldığında “yalancı”), boğaların ev koşulları dışında yaşamaya elverişli donatılmadıklarına (kötücül bakıldığında “cimri ve evcil”), ikizlerin tek bir değişkenle düşünmeye eğilimli olmadıklarına (kötücül bakıldığında “dengesiz”), aslanların ve yayların önce kendilerini güvene almayı düşünmek dışında yeterince diğerkâm olmadıklarına (kötücül anlamda “satıcı”), terazilerin kararlaştırılmış normlara uymak konusunda yeterince donanımlı kılınmadığına (kötücül bakıldığında “pazarlamacı”) ve akreplerin kuralsız ve ödülsüz yaşamaya elverişli yaratılmadıklarına (kötücül bakıldığında “diktatör”) ulaştım. Pek çoğu için saçma (kendilerinin alıştırıldıkları tarzlara büsbütün ilişiksiz ve aykırı olması anlamında) gelecek söz konusu neticelerden eriştiğim siyasi vargım ise şöyle oldu: Benim kurguladığım devlette koçlar siyasetçi, yönetici ve öğretmen kadrolarında, akrepler askeri kadrolarda, oğlak ve başaklar özel kalem, sekreterlik, müsteşarlık, memurluk ve yardımcılık gibi bürokrasi kadrolarında (başak ve oğlaklar verilen her işi mükemmel icra ederler; fakat kendileri bağımsız bir şey yaratamazlar), kovaların matematik, mühendislik ve tıp gibi dikkat isteyen kadrolarda, aslan ve yaylar büyükelçi kadrolarında (kendisini çok düşünenler bir başka ölçüt üzerinden kendileriyle ilişki halindeki kavram, olgu ve kişileri daha iyi düşünürler), balık, ikizler ve yengeçlerin sanatçı kadrolarında, boğaların çiftçi ve akademisyen kadrolarında ve terazilerin pazarlamacılıkla ilişkili kadrolarda (tüccar, iletişimci, aydın vs) istihdam edileceklerdir. Daha önce düşünülmemiş olanı düşünmek anlamında güzel bir örnek olduğu ölçüde insanlara karşı davranışlarımı örgütlememde kendi çıkarımlarımın isabetli olup olmadıklarını denemeye devam ediyorum.

Bu yazıda alışkanlıklar üzerinde de kapsamlı durmaya niyetlenmiştim; fakat vakit ve yer olmadı. Çok az değerlendirme yapabildik. Başka bir yazıda da alışkanlarımızı tahlil etmeyi taahhüt ediyorum. Tertullianus’un (160-220) ünlü bir sözü vardır: “Saçma olduğu için inanıyorum”. Ben de onu şöyle değiştirmeyi uygun buldum: “Kendime ait kılabildiğim –bilinçli oluşumu temellendirebildiğim- için inanıyorum/kandırılmayı geciktiriyorum”.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort