DOLAR 32,5451 0.01%
EURO 34,9203 0.19%
ALTIN 2.429,590,27
BITCOIN 2061399-4,07%
Ankara
25°

PARÇALI BULUTLU

20:01

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Küresel Toplumun Mağduru Olmaktan Toplumsal Mimarlığa Amerikan Rüyası

Küresel Toplumun Mağduru Olmaktan Toplumsal Mimarlığa Amerikan Rüyası

ABONE OL
1 Temmuz 2022 00:48
Küresel Toplumun Mağduru Olmaktan Toplumsal Mimarlığa Amerikan Rüyası
0

BEĞENDİM

ABONE OL

London School of Economics and Political Science’ta (Londra Ekonomi Okulu) coğrafya ve çevre bölümünde görev yapmakta olan Jessie Speer’in 2018 yılında savunduğu “Losing Home: Housing, Displacement, and the American Dream” (Evin Kaybedilmesi: Yuva, Yerdeğiştirme ve Amerikan Rüyası) başlıklı doktora tezinde, Birinci Dünya coğrafyasında yaşayan Üçüncü Dünyalı bir babanın oğluna kurduğu şu cümlenin analizini yapmaktadır: “Hayat adil değil.” Speer’in yorumuna göre, daha iyi bir dünya arayışıyla gelişmiş bir coğrafi merkeze yapılmış göçün ardından oluşmuş öyküler, gelinen merkezdeki Üçüncü Dünya koşulları ile Amerikan rüyasının birbirini karşılıklı olarak kurduklarını göstermektedir.[1]

Kenton Card, geçmişteki talihsiz öykülerinin ardından Amerikan rüyası ile merkeze davet edilmiş yoksul insanlar üzerinden yürütülen bir toplumsal mimarlıkta bu insanlardan beklentileri analiz eden bir çalışma kaleme almıştır. Henüz genç yaştaki Card’ın 2011 yılındaki analizine göre, toplumsal mimarlık ile emperyalizm arasında bir ilişki mevcuttur. Çünkü toplumun inşasına yerli kültürlerin doğal etkenlerinin yerine dışarıdaki bir merkezin ekonomik gereksinim ve hesapları karar vermektedir.[2]

Birbirlerine yakın yaşlarda iki genç araştırmacı olarak Jessie Speer ve özellikle Kenton Card’ın sözgelimi Kenyalı bir göçmenin ABD’ye gelişini bir başarı niteliğinde olumlayan ve onun yaşamdan memnuniyetsizliğini ise bütünüyle onun yaşam standartlarını yaratmış 400 yıllık bir modern dünyanın üzerine üstelik suçlayıcı bir üslupla bırakan bir anlamlandırma içeriğini tercih ediyor olmaları hatalıdır. Çünkü bu şekilde kurulmuş bir argüman, söylem ve temsil, görece başarılı mutsuz göçmenin kişisel sorumluluklarını tartışmaktan kaçınmakta ve bu arada modern Batılı temsillerin yarattığı indirgemeleri ters yönden bir indirgemeyle dengeleyerek Üçüncü Dünyalıların düşünebilmelerinin önünü kapatmaktadır. Bu yanlış, önce başarılı göçmene öyküsü kadar değer vermeme ve sonra da göçmenin kendi öyküsüne olduğu kadar sorumluluk bilincine yabancılaşmasıyla sonuçlanmaktadır. Tam bu noktada indirgeme ve kolaycılığın göçmen tarafından da paylaşılarak yeniden üretildiğini ve esas itibariyle göçmenin dünyayı kendinden ibaret algıladığını saptamakta fayda vardır. Çünkü burada hâlâ ortak hafıza ve göçmenin kimliğinde bir aklın teşekkülüne yönelik bir birikim söz konusu olmamakta; çok basitçe örneğin Hollanda’ya gelmiş bir göçmenin evinden olma öyküsü etkileyici bulunurken, aynı göçmenin evinden getirdiği homofobik davranışlarından ölçüsüz bir biçimde şikâyet edilebilmektedir.[3]

Burada birbirini besleyen gerçek hataların birçok tarafça paylaşıldığını saptamak ve Amerikan rüyasının insan aklını bulandıran “başarı” sözcüğünden titizlikle kaçınılarak mağdur niteliğinde işaretlenen insanların sorumluluklarına da yer vermek gerekliliği kabul edilmelidir. Çünkü örneğin New York, Londra ve Paris’in merkezi alanlarını dolduran başarılı göçmenlerin birbirlerini bağlamak kaydıyla bir toplumsal mimarlık sergileyebildikleri, ama söz konusu merkezlerin kendileriyle ilişkisinin hiçbir toplumsal mimarlığa açık olmadığı belirgindir. Öte yandan merkeze gelinen post-kolonyal veya çevre coğrafyada kamusal merkezi dolduran göçmenlerin tüm coğrafyayı bağlayan toplumsal mimarlığa girişmeleri meşru gösterilebilmektedir. Burada gören, gösteren ve izin veren elbette Batılılar veya daha somut olarak sermayedir. Ama bu etkinliğin gerçekleşmesine iştahlı bir koşullanmayla katılan yerli insanlardır. Bu vakıa, sürekli olarak metropolitenin lehine ve post-kolonyalin aleyhine dönen istikrarlı ve asimetrik bir aritmetik kod yaratmaktadır. Bu kodun en belirgin görünümü ise, göçmenden ziyade yerli insanın hayattaki her şeye olumsuz yaklaşmasının gerisinde hep bulunan mutsuzluktan izlenilebilir.

Amerikan rüyası hem bir vaha, hem bir huzur, hem bir yanılsama, hem bir kumar ve hem de bir sirk gibidir. Onda fırsat eşitliği bir sınıra değin saklıdır ve bu, uzun zamanlar göçmenler açısından özgürleştiriciydi. Fakat New York ve başka merkezlere yerleşen göçmenlerin bu fırsat eşitliğini kendi benzerleri için yeniden yorumlamalarının ardından özgürleştirici olmaktan ziyade tutsaklaştırıcı olmaya başladı. Peki, bu dağınık ve felsefi nitelikli yazının sonucu nedir? Sonuç şudur ki, yerliyi ve göçmeni temsil edecek söylem, onun mahrumiyetlerini içeren zaten yanlış gördüğü öyküsü merkeze alınarak var kılınırsa; bu söylem, onunla birlikte daha yeni insanların da acıya katılacakları bir toplumsal mimarlığa yol açar. Böylece hayatın adil olmayışı duygusu her insanın doğup ömrünü tamamladığı ortak bir tema olmaya devam eder.

[1] Jessie Speer, “Losing Home: Housing, Displacement, and the American Dream”, Basılmış Doktora Tezi, Syracusa University, 2018, s. 104-105.

[2] Kenton Card, “Democratic Social Architecture or Experimentation on the Poor? Ethnographic Snapshots”, Design Philosophy Papers, Cilt 9, Sayı 3, s. 218-220.

[3] Örnek bir rapor niteliğinde bkz. American Psychological Association, Crossroads: The Psychology of Immigration in the New Century, 2012, https://www.apa.org/topics/immigration/immigration-report.pdf (Erişim Tarihi: 11.04.2021/124 Sayfa, e-kitap).

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort