DOLAR 32,3642 -0.38%
EURO 34,8383 -0.02%
ALTIN 2.393,89-1,17
BITCOIN 19207543,73%
Ankara
11°

KAPALI

04:16

İMSAK'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Orta Avrupa, Doğu Avrupa ve Türkiye

Orta Avrupa, Doğu Avrupa ve Türkiye

ABONE OL
14 Eylül 2019 18:53
Orta Avrupa, Doğu Avrupa ve Türkiye
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihçesini de dâhil edersek, modern Türkiye, 200 yıldan fazla bir zamandır Avrupalılaşmaya çalışmaktadır. “Bu ne kadar isabetli bir istikamettir?” sorusu öyle görünüyor ki, artık geride kalmış ve cevabı toplumsal gerçekliğe etkide bulunmayan bir sorudur. Bugün de bir cevap vermek beklenseydi, bence yeterli bir cevap verilemezdi. Çünkü evrensel kazanımlar bakımından Avrupalılaşmak, ama kültür ve yerel değerler bakımından İslâm medeniyetinden ödün vermemek ana fikri ile bir şekilde özdeşleştirilebilecek bütün yaklaşımlar da dâhil, yorumlarda gözlemlenen müşterek kusur, Türkiye’nin insan sorununa yönelik kapsayıcı ve yeterli bir çözümlemeden mahrum olmalarıdır. Son yıllarda yaşanılanlar, kafası çalışan ve ülkesini seven herkese bunu biraz gösterdi. Osmanlılarda Türkiye coğrafyasında eksik kalan neydi sorusuna aceleci, kolaycı ve indirgemeci bir cevap vermemek lazımdır. Ben bu yazıda daha kolay bir sorunla ilgilenmek istedim: Birbirlerine kıyasla Orta Avrupa, Doğu Avrupa ve Türkiye’de insan yaşamı nasıldır?

Avusturya, Macaristan, Çekya (Çek Cumhuriyeti) ve Slovakya ile Türkiye’yi karşılaştırmak istiyorum. Viyana, Budapeşte, Brno, Prag ve Bratislava ile Türkiye’deki şehirleri mukayese edeceğim. Bu mukayeseye Almanya ve Münih ile İsviçre ve Zürih’i de dâhil edebilsem yazı daha kapsayıcı olabilecekti. Çünkü bazen Viyana da içerisinde olmak üzere gezdiğim birçok kent Doğu Avrupa kentleri arasında sayılabilmektedir. G. W. F. Hegel’den beridir, Avrupa’daki ülkeler, “Doğu” kelimesiyle beraber anılmak istememektedirler. Nitekim Avusturya ve Viyana kadar Çekya ve Prag da kendini Orta Avrupa’dan saymaktadırlar. “Doğu” kelimesine yönelik bu olumsuz vurgu ne kadar yerindedir veya değildir, bunu birkaç cümleyle değerlendirebilmek kolay değildir. Bana göre, oryantalizmde de kabul edildiği üzere, Doğu ile Batı kavramları arasındaki entelektüel ve psikolojik sınır Avusturya ve Viyana’dan başlamaktadır. Metinlerde ismi yer alan sınır caddede bizzat yürüdüm. Çekya da Prag da Doğu Avrupa ülkesidir, ama zihniyet ve gelişmişlik bakımından Doğu Avrupa’nın en Batısında kabul edilebilir. Budapeşte ile Prag’dan ilkinin daha gelişmiş ve tatmin edici bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Binalar, şehirdeki hâkim renklerin çeşitliliği ve zenginliği, mavi ve yeşilliğin oranından insanların yaşam kalitesine kadar birçok kıstas bana bunu söyletmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa sınırları Viyana’da sonlanmasa idi, muhtemelen zihinsel ve psikolojik koşullar bakımından sınır orası olmayacaktı. Dini, siyasi ve askeri nitelikli heykelleri incelemiş her insan, Viyana’da, Osmanlılara yönelik bir bilinçaltının bulunduğunu görebilir. Doğru anladıysam, Viyana’dakiler için bugünkü Türkler ile Osmanlılar özdeş değildir. Osmanlı’dan korkmuşlar, ama Türk yurttaşlarımıza, Doğularındaki bütün milletlere baktıkları gibi, biraz yukarıdan bakıyor ve soğuk davranıyorlar.

Avrupa kentlerinden memnuniyet oranı, oralara giderken bulunan beklentilere ve adil bakış açısına göre çeşitlilik gösterebilmektedir. Ben Viyana’dan memnun kaldım, ama beklentilerim çok yüksek olduğu için şehre ve insanlarına hayran kalmadım. Prag, Budapeşte, Brno ve Bratislava ile kıyaslandığında Viyana gerçekten de kelimenin tam anlamıyla gelişmiş bir şehirdir. Şehrin mimarisinin imparatorluk başkenti olmasıyla alakası vardır, ama planlı yollar ve kentleşme ile parası olan her insanın şehirde kendini güvende hissetmesi modern dönemlere özgü bir gelişmeye işarette bulunmaktadır. Parası olan her insan, dünyanın her yerinde aslında güvendedir. Ama gelişmiş yerlerde hukukun ve kuralların sonuna değin ve tarafsız uygulandığıyla ilgili toplumsal durum insanların yüzlerinden her göze yansımaktadır. Bir turist gözüyle bakıldığında, Avusturya ve Viyana dışındaki ülke ve kentlere kıyasla Türkiye ve içerisindeki bütün illerin Doğu Avrupa’dan ileri ve güvenli olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de parası olan turistler son derece gönül rahatlığıyla her yeri gezebilirler.

Türkiye’de son on beş yıldır Prag’a özel bir hayranlık beslenmektedir. Ben bu hayranlığı hak edecek bir şehirle karşılaşmadığımı, eski binalardan sıkıldığımı, şehirde Yahudi mahallesini, sur içi ve kraliyet sarayını, bir de astronomi gözlem evini beğendiğimi söyleyebilirim. Nehrin iki yakası kuşkusuz tüm Avrupa şehirleri gibi etkileyicidir, fakat onca turistin neden o şehirde olduğunu açıklamak için yeterli değildir. Sanırım ergen ve ilk gençlik yıllarımda gitseydim, eğlence olanakları dolayısıyla şehre hayran olabilirdim. Budapeşte, Türkiye’de pek anlatılan bir şehir olmamakla birlikte Doğu ile Batı’yı birlikte içeren bir şehir görünümündedir. Saraylar bakımından Budapeşte zengin bir şehirdir. Viyana’da yeşil, gri, siyah ve beyaz renkler hâkim renk iken, Prag’da kırmızı, gri, beyaz ve turuncu hâkim renklerdir. Budapeşte’de yeşil, gri, siyah ve beyazın yanı sıra sarı ve kahverengi gibi birçok renk bulunmaktadır. Bununla beraber Budapeşte, Viyana’ya; Bratislava ise, Prag’a benzemektedir. Gül Baba Türbesi ve yerleşkesi, Budapeşte’ye olumlu bir önyargıyla bakmanıza sebep olabilir, çünkü Türkiye toprakları izlenimini insana vermektedir. Bratislava, bir Cizvit şehridir ve öğrenciler için en rahat ve konforlu şehirlerden biri görünümündedir. Sakin ve sessiz olan şehir, biri tarihi, diğeri modern iki yüzüyle nehrin iki yakasına oturtulmuştur. Benzeri Buda ve Peşte ile nehrin iki yakasına yayılmış Budapeşte’de de geçerlidir. Bu arada Brno, Moravya eyaletinin başkentidir ve sakin bir üniversite şehridir. İngilizcenin en az konuşulduğu yer diğerlerine kıyasla Brno’dur ve yerli halkta turistler hakkında olumlu veya olumsuz bir önyargı mevcut değildir. Kraliyet sarayına çıkarken Ergenekon Destanına benzer bir heykel çıkartma görünümün bulunduğu kısım Türkiye’den gelenleri şaşırtabilir.

Orta Avrupa ve Doğu Avrupa’da nehirlerdeki gemi yolculukları ve sözgelimi belediye otobüsleri yerine Bratislava gibi ufak bir şehirde bile şehrin her yerinde tramvayların bulunması Türkiye’den gelen insana şaşırtıcı gelebilmektedir. Seyhan, Ceyhan, Fırat, Yeşilırmak, Kızılırmak vs. birçok nehrimiz ile Tuna ve Prag nehrini mukayese ettim. Gemicilere Tuna ve Prag nehrinin derinliklerini ve akış hızlarını sordum. Her iki nehir de en az 5, ortalama 6 ve en fazla 8 metre derinliğindeymiş. Bratislava’da 500 metre kadar olan Tuna’nın eni Budapeşte’de 700 metreyi bulmaktadır. Prag nehrinin eni en geniş olduğu yerde 500 metreyi ancak bulmaktadır. Sözgelimi Kiev’den geçen Dinyeper nehri de Türkiye’dekiler gibi hızlı akan bir nehir olduğu halde onun üzerinde gemi yolculukları yapılabilmektedir, ama anlayabildiğim kadarıyla bizim nehirlerimizin alt toprak zemininin yolculuğa elverişli kılınmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bir de nehirlerimizin enleri ve üzerlerindeki köprülerin yükseklikleri gemi yolculukları için uygun olmayabilir. Tramvaylar, Viyana, Prag, Brno, Bratislava ve Budapeşte’nin her yerine yayılmıştır. Metro istasyonu ve güzergâhı tramvay kadar yaygın değildir ve bu durum, şehrin merkezinde trafiğin oluşmasına mani olabilmektedir. Türkiye’de son yıllarda yapılan yolların ve köprülerin niteliğinin Doğu Avrupa’da bulunamadığını da değerlendirmeye eklemek lazımdır. Şimdi ben de böyle bir mukayese yaptığıma göre, bilim ve teknoloji yönünden Avrupalılaşalım mı demiş oluyorum? Bence hayır, bir fikir edinmek için karşılaştırma yapıyorum. Aslında mukayese yerine isabetli ve öğretici olanı, her yerde olanı söylemektir. Ne var ki, bunda da ilişkisizlik gibi bir handikap meydana gelebilir.

Bence Avrupa ile Türkiye arasında binalar, nehirler, yeşil alan, parklar, müzeler, saraylar, kütüphaneler, ekonomi ve üniversitelerden önce insanları karşılaştırmak lazımdır. Esas itibariyle bu öğretici ve yol gösterici olabilir. Orta Avrupa insanı hayatından emin olmakla beraber yeterince memnun değildir, ama Doğuya bakarak teselli olabilmektedir. Doğu Avrupa insanı hayatından emin değildir, ama bir noktaya kadar memnundur. Doğuya baktığında o da kendini gururlu hissetmektedir. Benim görebildiğim kadarıyla, Orta Avrupa ve Doğu Avrupa’da on yıllardır oturmuş bir toplumsal yaşam vardır. Hukuk, ekonomi ve siyaset, bu oturmuşluğun etkisiyle olağan akışında yol alabilmektedir. Görüştüğüm insanlardan anlayabildiğim kadarıyla her yerin kendine göre siyasi, ekonomik ve kültürel sorunları vardır, ama tümünde bunlar küçük çapta kalmaktadır. İnsanların yaşamları kısa vadede büyük değişimlere gebe değildir. Yakın zamanda büyük değişimler gerçekleşse, muhtemelen Avrupalı insan kalp krizinden yaşamını yitirir. Çekya ve Macaristan’ın Avro yerine kendi para birimlerini kullanıyor olmaları, belli ki ülkelerinde enflasyonun yükselmemesi içindir. Esas itibariyle Türkiye, dünyada coğrafi şartlar, yer şekilleri ve iklim koşulları itibariyle en yaşanılabilir ülke konumundadır. Çünkü Orta Avrupa ve Doğu Avrupa’nın büyük bölümünde deniz yoktur. Denizin bulunmayışı, bir süreden sonra Türk turistini ilgili yerlerde sıkmaktadır. Oysa Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili, dört tane denizi bulunan bir ülkedir. Türkiye’de insan dokusunun oturmuşluğu ve insanların birbirleriyle ilişkilerine dair bir sorunlaştırmada bulunmak gerekmektedir. Birçok Türk turistin Doğu Avrupa’yı Türkiye’ye tercih ediyor olması üzücüdür. Bu insanların Türkiye’yi ve kendi kimliklerini beğenmediklerini sanmıyorum. Çünkü bu, akla ve tabiata aykırıdır. Sözgelimi Orta Avrupa ve Doğu Avrupa’da kaliteli ve lezzetli bal bulamadım. Ülkemizin sosyal politikalar bakımından çoğulcu, çeşitlilikçi ve zengin bir bakış açısını içselleştirmeye ihtiyacı vardır. Bunu da her şey gibi siyasetten beklememek lazımdır. Anlayabildiğim kadarıyla Avrupa’da günlük insan yaşamında siyasete fazla mesai kalmıyor.

Son olarak belirtmek isterim ki, Doğu Avrupa ile Kuzey Karadeniz ülkeleri birbirlerine insan yaşamı bakımından yakın görünmektedirler. Viyana gelişmiş bir şehir olmasına rağmen insanlarının gülümsemesi, sempatikliği ve müreffeh yaşamları bakımından sözgelimi Stockholm gibi değildir. Stockholm, Oslo, Kopenhag ve Helsinki başka bir kıstasa göre var gibidirler. Ayrıca Avrupa’nın her yerinde Yahudilere karşı bir özgüven eksikliği ve yardımcı olma telaşının bulunduğunu söyleyebiliriz. Sanırım İkinci Dünya Savaşı’nda Adolf Hitler’in yaptığı katliamların neticeleri yaşanmaktadır. Nitekim Hitler, Avusturyalıdır. Bu konuda Stockholm, Viyana, Prag ve Budapeşte dahi birbiriyle benzeşebilmektedir. Her şehirde Yahudilerin toplumsal yaşamlarını kolaylaştırıcı düzenlemelere rastlamak mümkündür. Şunu da belirtmeli ki, ilgilileri hariç Doğu Avrupa kentlerinde insanların yazarlar ve filozoflara dair bir aşinalıkları olduğunu söylemek zordur. Gerçi ünlü pop ve rock yıldızlarını her yer gibi buralar da yakından izlemektedir. Bu arada Prag sokaklarında gezinirken Fazıl Say konserinin afişiyle karşılaşmak hakikaten mutlu etti.

Bence Türkiye çok güzel bir ülkedir, ama insanlarımızın birbirlerine karşı keyfilik ve tahammülsüzlükten biraz kurtulmaları gerekmektedir. Orta Avrupa ve Doğu Avrupa’dan karşılaştığım insanlar Avrupa’daki en tarihi ve etkileyici kentin Roma olduğunu söylediler. İstanbul’u sorduğumda, özellikle tarihle ilgilenen insanlar, hep görmek istedikleri ve hayran oldukları bir kent olduğunu ifade ettiler. Bir gün tüm dünyanın Türkiye’ye turist olarak gelmek için yarışmasını dilerim.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort