DOLAR 32,5451 0.01%
EURO 34,9203 0.19%
ALTIN 2.429,590,27
BITCOIN 2061399-4,07%
Ankara
25°

PARÇALI BULUTLU

20:01

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90
Yaşamın Anlamı Var mıdır? (1)

Yaşamın Anlamı Var mıdır? (1)

ABONE OL
3 Temmuz 2021 21:55
Yaşamın Anlamı Var mıdır? (1)
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yazıda yaşamanın bir anlamı olup olmadığı sorusuna yer vermek istedim. Uluslararası literatürde yaşamın anlamına ilişkin soruşturmalar en seçkin soruşturmalardandır, ama dünya genelinde maddi refah ve statü tatmini yaşamış insanların sayıca azlığı nedeniyle bunlar özellikle gelişmekte olan ekonomilerde rağbet görmemektedir. Bunların yerine “kendini gerçekleştirme” türünden anlam arayışları iltifat bulabilmektedir. Bir başarı hikâyesi yazabileceğini öngören ve bunun için gerekli araçları bildiğini düşünen insanlar için yaşamın anlamı kendini ispatlamak ve kabul ettirmek mücadelesidir. Bu tür hikâyelerin sonunda sayısı az başarılı insanların bulabilecekleri yeni anlam genellikle başka insanlara tahakkümde bulunmak -bazen kötülük etmek- olmaktadır. Başarısız olmuş insanların kaderi genellikle kahretmektir. Sözgelimi Amerikan rüyası tam da bu başarı hikâyesi mücadelesini ve iki muhtemel sonucu temsil etmektedir. Ünlü İngiliz psikanalist yazar Christopher Bollas’ın analizi aşağı yukarı bu şekildedir ve o, bu döneme “şaşkınlık çağı” adını vermektedir. Ona göre, hayatın bu çeşit anlamlandırılışı veya başarı hikâyelerinde “biz” diye bir şey yoktur, bu nedenle “biz” diye bir anlamın olduğunu sanarak yaşayanlar hata ederler.[1] Bollas’ın bu analizinden anlaşılabildiğine göre, yaşamdaki anlam veya yaşamın anlamı toplumsal niteliklidir ve kendi gerçek dünyalarında yalnız insanlar için yaşamanın anlamı muhtemelen çok değişkendir.

Gelişmekte olan ekonomilerde –sözgelimi Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerde- yaşamın anlamına ilişkin bir merak meydana gelmişse veya gelirse, ancak başarı hikâyesine yönelik yukarıdaki kaygının geride bıraktıklarından kaynaklanabilir. Burada bir çeşit indirgemede bulunulduğu ve Bollas’ın bütün ABD vatandaşlarını incelemeksizin ve üstelik başka coğrafyaları da kastederek haksız bir genellemeye giriştiği itirazında bulunulabilir. Böyle bir itiraz isabetlidir, ama sadece sözel bir itiraz olarak, çünkü sözgelimi Hindistan’da sıradan bir bireyin Hinduizm’in esaslarına ilişkin tekrarı onun gerçekte ne için yaşadığına dair bir fikir vermez. Öte yandan evrimci biyolog David Addison Haig’in kitabına önsöz yazan Daniel C. Dennett, mahkûmlarda ortak tek bir amacın bulunduğunu, bunun “kaçmak” olduğunu, doğal seleksiyonun da her türde tek bir amacının bulunduğunu, bunun da “yeniden üretmek” olduğunu belirtmektedir.[2] Haig daha sonra insanların gerçek tabiatlarının evrim teorisi ile ortaya konulduğunu ve insanın toplumsallığında asıl olanın “biz” değil sadece “ben” olduğunu saptamaktadır.[3] Belki bu ana fikir, insanın evrensel ve gerçek doğasına ilişkin bir iddia olarak korkunçtur ve yanlıştır, ama yaşanılan dönemde insanın nasıl bir motivasyona sahip olduğunu anlayabilmek için önemlidir. Nitekim dünyanın önde gelen sosyal teorisyenlerinden birisi olan Amerikalı sosyolog Jeffrey C. Alexander’ın kitabı başta olmak üzere birçok çalışmada insanların genel davranış ve motivasyon verilerinin ve bunları düşünce evrenine aktarmış kavramların analizinden benzer sonuçlara ulaşılabilmektedir.[4]

Yaşamın anlamına ilişkin kişisel gelişim seviyesinde birçok çağdaş girişim mevcut olmakla birlikte ilk kez ve sadece kitabın üzerinde gördüğüm  “The School of Life”ın (Yaşam Okulu) kısa hacimli kitabı dikkatimi çekti. Bu kitapta, daha girişte, yaşamın anlamına dair arayışın seçkin insanlar için samimi bir gereksinim, sıradan insanlar için bir hırs olduğunu içeren bir ayrımda bulunulmaktadır. Ardından kitap sıradan insanlar için yaşamın anlamı olabilecek ve hırsları kesinlikle göz ardı etmeyen bir meşguliyet ve mücadele kategorisi içerisinde yaşamın yaslanabileceği bir seçenek çeşitliliği sunmaktadır. Kitabın içeriğinde yaşamın anlamının çağdaş olgu ve deneyimlerle tarifi ve analizine yer verilirken mümkün olduğunca gerçekçi bir üslup benimsenmektedir. Sözgelimi sevgi, bakım, hayranlık ve arzu kavramları altında sınıflanmış bir olgusal bakışla etüt edilmekte ve aile aidiyeti gereksinimi önce insan kayırma veya ayrımcılık duygusu (emotional nepotism) üzerinden olumsal bir bakışla gerekçelendirilmektedir.[5] Kitabın ilgi çekici yanlarından biri ve bu yazıda onu önemli kılan etken, bencilliğin iyi ve kötü örnekleriyle birlikte değerlendirilmiş olmasıdır: “Bencilliğin iyi ve kötü versiyonlarını ayırt edemediğimiz için risk altındayız.” İyi olan, başkalarına faydalı olmak için kendi ilgi, özellik ve gereksinimlerine güvenmek ve öncelik vermek; kötü olan ise, uzun vadeli ve zihne dayalı olmaksızın davranmaktır. Bencillik insani bir özelliktir ve yanlış yönetildiğinde zararlı olabilmektedir.[6] Çağdaş ve nitelikli bir öğüde benzeyen bu saptamalar ilk bakışta ve teorik seviyede saygıdeğerdir, ama yaşamın anlamına ilişkin maddi üretim kaynaklarını ve sözgelimi hangi insanların birbirinin ailesi olabileceğini anmamaktadır. İnsani hiyerarşi ve sınıflaşma ile ahlak arasındaki fay hatlarına hiç yer verilmemektedir. Ayrıca içsel yolculuk ve dinler bahsinde sadece Hıristiyanlıktan ve kiliselerden örnek verilmektedir.[7] Bollas’ın kavrayışıyla bakıldığında, sanki bu kitapta da yeni bir çeşit Amerikan rüyası girişimi sezilmektedir.

Anlayabildiğim kadarıyla, maddi refah ve statü tatmini yaşamamış insanların genelinde –istisnaların bulunduğunu inkâr etmiyorum- yaşamın anlamı ile doğal seleksiyon fikri veya ahlakı arasında bir özdeşleşme meydana gelmektedir. Başarılı olanlar başkalarının üzerinde tahakküm kurma yoluyla bu anlamı sürdürürlerken, başarısız olanlar ise, suçlama veya yaşamak için bir sebep bulamama gibi tepkilerle bu anlamı sonlandırmaktadırlar. Christopher Bollas’ın “şaşkınlık çağı” kavrayışı tam da bunları içermektedir. Bu vakıa, yaşamın anlamının bütünüyle maddi olduğuna alınamaz, ama maddi olanaksızlığı bulunanların anlam arayışlarında bir samimiyetin –istisnalar dışında- bulunamayacağına da yorulabilir mi? Yaşamın anlamının rekabette olmadığını ve doğal seleksiyonun insanın sadece biyolojik doğasını kapsadığını söyleyerek bu sorunun cevabını başka bir yazıya bırakıyorum.

[1] Christopher Bollas, Meaning and Melancholia: Life in the Age of Bewilderment, London and New York: Taylor and Francis Group, 2018, s. ix-xi.

[2] David Haig, from Darwin to Derrida Selfish Genes, Social Selves, and the Meanings of Life, Cambridge, Massachusetts, London: The MIT Press, 2020 (e-kitap), s. 15

[3] Haig, from Darwin to Derrida Selfish Genes, Social Selves, and the Meanings of Life, s. 18, 40-43.

[4] Bkz. Jeffrey C. Alexander, The Meanings of Social Life: A Cultural Sociology, Oxford, New York: Oxford University Press, 2003; John Cottingham, On the Meaning of Life: Thinking in Action, London and New York: Routledge, Taylor and Francis Group, 2003; Julian Young, The Death of God and the Meaning of God, London and New York: Routledge, Taylor and Francis Group, 2003; Terry Eagleton, The Meaning of Life A very Short Introduction, London, New York: Oxford University Press, 2007; Sean Carroll, The Big Picture: On the Origins of Life, Meaning and the Universe Itself, London: Oneworld Publications, 2016.

[5] The Meaning of Life, London: The School of Life, 2019 (e-kitap), s.  6-18.

[6] The School of Life, The Meaning of Life, s. 74.

[7] The School of Life, The Meaning of Life, s. 53-55.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort