DOLAR 32,5451 0.01%
EURO 34,9203 0.19%
ALTIN 2.429,590,27
BITCOIN 2061399-4,07%
Ankara
25°

PARÇALI BULUTLU

20:01

AKŞAM'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90

3 Mayıs 1999 Pazartesi Sabahı Neler Oldu?

ABONE OL
25 Mayıs 2017 21:54
1

BEĞENDİM

ABONE OL

George Orwell’ın ünlü “1984” adlı romanında insanı uzaklara götürücü bir söz vardır: “Geçmişteki bir olayın gerçekleştiğine dair tek kayıt sizin belleğiniz ise, insanları, söz konusu olayın vuku bulduğuna nasıl inandırırsınız?” Olayların varlığına dair evrensel ölçütlerde tanıklara sahip değilseniz, insanlar anlattıklarınızın genellikle hayal gücünüzden kaynaklandığını düşünürler. Oysa her şey siz yaşıyorken meydana gelmiştir ve sizin tanıklığınız bile yeterince çarpıcıdır. Tanıklıkların geçerliliği dâhi insanların size olan mecburiyeti ve muhtaçlığı ölçüsünde olgusallaştığına göre hangi hakikati nasıl anlatabilirsiniz ki? Çok fazla hâdiseye şahitlik ettim. Mesela bir tanesinde 2001 yılı İlkbaharında bir İlahiyat Fakültesi’nde gerçekleştirilen demokrasiye dair bir konferansta ünlü bir akademisyen yazar, Hz. Muhammed (S)’in durumunu anlatmak üzere, “Baldırı çıplak Arapların arasında Peygamberlik yapmak kolaydır. Onu Roma’ya Peygamber olarak gönderselerdi, bakalım orada da ona öyle kolay Peygamberlik yaptırırlar mıydı?” şeklinde bir soru sormuştu ve bir partiye 1986’dan beri oy vermediğini söylediği için protesto edilen konuşmacı bu çıkışından dolayı neredeyse alkışlanmıştı. Edward William Said’in “Antropolojinin Muhatapları” hakkındaki yazılarını her alıntıladığımda bana sinirlenerek tepki gösterenler ve hamam böceği psikolojisine her değinişimde bana kapıyı gösterenler, bizzat kendilerine bu olayları nasıl izah ettiler bilmiyorum. Zira sözgelimi andığım olaydaki akademisyen yazar, İlahiyatçıların demokratik bilinçlerini artırmak ve onları aydınlatmak üzere davet edilmişti ve sonunda ben hep aynı soruyu sormuştum, bugün de sorduğum gibi: “Bir insan kendini nasıl bu hale düşürür?” Şimdi, hazır tanıkları da yaşıyorken şahit olduğum olaylardan önemli birini paylaşacağım. Türkiye’nin böyle paylaşımları olgunlukla karşılamaya yaklaştığını düşünüyorum.

Mersin İmam Hatip Lisesi’nden 1999 yılında mezun oldum. Liseye başladığım yıl, bizim 4 yıl sonra mezun olacağımızı söylediler ve mezun olacağımız (dördüncü yılı okurken) yıl da liseyi 3 yıla indirdiler. Böylece biz iki defa son sınıf olduk ve okul, aynı yıl iki kuşak mezun verdi. 2 Mayıs 1999 Pazar günü yapılacak ilk ÖSS iptal edildi ve bir sonraki günün sabahında bayrak töreninde alışılmamış olaylar cereyan etti. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi binasından çalınan ÖSS soruları yüzünden –daha sonra 2003 yılında bu üniversite ve fakülteden mezun oldum- 1 Mayıs 1999 Cumartesi akşamı saat 18.30 sularında iptal edilen ÖSS’nin mevcut durumunu ilk defa yaşamanın verdiği hayal kırıklığının etkisinde Pazartesi sabahı bayrak törenine 15 dakika kadar -07.45 gibi- geç geldim. Okulun dışında her şey normaldi ve sıra dışı birileri yoktu. Törene kilitlenmiş binlerce öğrenciye -3000 civarında öğrenci- yaklaştığım sırada yuhalama seslerini işittim. Biraz sonra meslek dersleri öğretmenlerinden bir tanesi sakin olunması gerektiğini söyledi mikrofondan. Sırama geçtiğimde ne olduğunu sordum ve müdür beyin biraz önce söylemiş olduğu cümleyi duydum: “Başını örten birinin damarlarında Türk kanının dolaştığından şüphe ederim.” Şimdilerde “Türk” isimlendirmesini fazla önemsemiyor görünen birçok arkadaşım için bile bu isimlendirme çok önemliydi ve hepsi çıldırmıştı. Ben de onlara katıldım ve yuhalamaya başladım. Öğrencilerden bir tanesi, müdür beyin bulunduğu tarafa doğru birkaç ufacık çakıl parçası atınca ortalık karıştı ve nasıl olduysa tüm öğrenciler okulun toprak sahasına doğru çekilmeye zorlandı. Bu zorlanmanın sebebi, bir anda Mersin İmam Hatip Lisesi’nin yerleşke alanına girmiş olan birkaç emniyet panzeri ve onlarca polisti. Aşağı yukarı 2000 m2lik bir alana hapsedilen erkek öğrenciler, hep bir ağızdan, “başörtüsüne uzanan eller kırılsın” diye bağırmaya ve slogan atmaya başladılar. Ben de içlerindeydim ve son derece sinirle karışık bir korkuyla katılıyordum onlara. Biraz sıkıştırıldıktan ve slogan attıktan sonra kendi okulumuzun içinde polis tarafından ayrıştırıldık ve bazılarımız gözaltına alındılar. Gözaltına alınan arkadaşlarımızın terörle mücadele şubesinde neler yaşadıklarını ve hangi öğretmenlerimizin gelip önlerinde bizzat nasıl tanıklık ettiklerini kendilerinden dinledim. Terör örgütü liderliğiyle ilgili sorguları duyunca gerçekten çok şaşırdım. Şaşkınlığımın sebebi de bana kalsın. Hem masum olup yediği hakaretlerden sonra meydana gelenlerden korkmuşken, hem de insanın aptal yerine konulup terörle birlikte anılması bugün bile şaşırtıcı geliyor bana. Olaylar meydana geldiğinde ben 18 yaşını doldurmamıştım, erkek kardeşim de 17 yaşını doldurmuş değildi. Bir arkadaşımızın ATV kameramanına yumruk atmış olduğunu öğrendik ki, o arkadaş da 17 yaşını doldurmuş değildi. Daha sonra bu olayı ne bir yerde okudum, ne de bize ilişkin bir üzüntü veya teselli ile karşılaştım. Böyle bir olayı, sosyal medyanın veya başka türlü olanakların olmadığı ve cinayetlerin tanıkların gözlerinden bile kaçırıldığı bir tarihte ve ortamda siz yaşasaydınız insanlara nasıl bakardınız? Dünyaya hiçbir şey bilmeksizin gelen bir bebeği düşünün ve onun masumiyetine hakaretleri ve suçlamaları ekleyin. Dil bile bilmeyen bir bebek tokatlardan ve hakaretlerden ne anlarsa bizim de meydana gelenlerden anlayabildiklerimiz o kadardı. Benim o günlerdeki çok fazla korkuyla karışık şaşkın tepkilerimin benzetilebileceği tek örnek herhalde budur. Edward William Said’in “Kış Ruhu”nda belirttiği gibi, yaşanılanları anlamak için edebiyat ve sanatın sizlere sağladığı mütevazı sığınaklar yeterli değildir.

Yeniden düşündüğümde hepsinin ne kadar normal olduğunu anlayabiliyorum. Son derece dramatik bir olaydı; ama anormal değildi. Dünya çok değiştiği ve yaşanılanlar kesinlikle yeterince anlaşılamayacağı için daha da normal geliyor bana. İnsan her daim kaderini yaşar. İçerisine doğduğunuz fiziksel ve psikolojik şartlar, kaderinizi yaratırlar ve siz de gelişigüzel eriştiğiniz olanaklarla kaderi aşacağınızı sanırsınız. Tecavüze uğramış bir kadının durumunu kimse anlayamayacağı gibi onun için başlamış bir kaderin değişmesi de söz konusu değildir. Yaptıklarının ve alınganlıklarının bir sebebinin bulunduğuna insanları ikna etmek için her seferinde uğradığı tecavüzü anlatmak zorundadır o ve herkes bir filmi izler gibi yalan pozlarla gerçek sahneyi izler. Bazen de inanılmayan bir anlatmadır bu; çünkü anlatıldıkça mağdurun acısını artırır, inanılmasını ise güçleştirir! Kimse bu kadere ortak olduğunu da söylemesin ki, acıların gerçek mevcudiyeti çeşitli pozlarla kirlenmesin. Her seferinde tecavüzü anlatır ve bir daha yaşarsınız, karşılığında masumiyetiniz anlaşılacakmış gibi. İşte dünya daha çok böyle bir yerdir.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort