DOLAR 32,3642 -0.38%
EURO 34,8383 -0.02%
ALTIN 2.393,89-1,17
BITCOIN 19207543,73%
Ankara
11°

KAPALI

04:16

İMSAK'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90

“Değişim”in Pençesindeki İslam Anlayışları

ABONE OL
25 Mayıs 2017 22:11
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünyayı anlama ve anlamlandırma; olayların oluşundan “olgu”yu kestirebilme ancak “geniş bir çerçeve” ve “sağlam bir irade” ile olabilmektedir.

Fikirlerin kavramlaşması veya hayal dünyasındaki tasavvurların kavramlara dönüşebilmesi; “Dil”in imkanı ile paralel olduğu kadar kişilerin bilgisi ve iradelerine de bağlıdır.

Dinde, siyasette ve daha birçok alanda yenilik(ihya) çoğu zaman ya bid’a(dinde olan için) veya eksen kayması(siyasette olan için) olarak algılansa da “referanslar”a yüklenen yeni anlamların, referanslara uzaklığı veya yakınlığı ile referansın bu anlamları karşılayabilme özelliği de çok önemlidir. Siyaset alanında örnek vermek gerekirse; dönemin Türkiye Başbakanı  Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos çıkışına kimilerinin “Eksen kayması” gibi ithamî anlamlar yüklediği gibi kimileri bu çıkışı son derece makul karşılamıştı. Mesela dinde Fazlur Rahman’ın ihyacı anlayışına ise kimileri ya “Bid’a” ya da “olması gereken” etiketini vurmuştu. Tabi bu durumu bu örneklerle izah ederken “yenilenmeyen veya yeni anlamlar yüklenemeyen referanslar”a da “kendi içine kapanık” veya “çağ dışı” anlamları da yükleme anlayışı pek ala öne çıkabilmektedir.

Yani ortada var olan ve inkar edilemeyen bir “değişim sorunu” olduğu gibi bu değişimi anlamak, anlamlandırmak, kavramak, kavramlara dönüştürebilmek sorunu da vardır. Çünkü hiç unutulmamalıdır ki her değişim, sosyal ve siyasi alanda kendi kabiliyeti çerçevesinde bir “şaşkınlık” ve bir “yadsıma” duygusu oluşturacaktır.

Ve çünkü değişim, fikirde bir edebi ameliye veya uygulamada somut bir ameliye birimi oluşturur. Yani ya eleştirel bir yaklaşıma dayanmakta(yadsıma) ya da tasavvurda yeni bir düşünce(şaşkınlık) ortamı oluşturmaktadır. Ve dolayısıyla değişim; anlayış ve anlamlandırmada ya tahammül edilemez bir durum veya yılgın, bitkin bir ruha, yeni bir hayatın üfleyişi olacaktır.

Şimdi bu çerçevede İslam’ı ve İslamî hareketleri ele alırsak ortaya çok farklı durumların çıktığını ve değişimi anlamlandırmada çeşitli paradoksların, günü birlik, kısa vadeli hesapların pençesinde bir İslam anlayışını göreceğiz…

Şunu da hemen ifade edeyim ki çıkarımlarım tamamen bir düşünce denemesi olup bu konudaki şahsi fikriyatımın bir kavramlayışıdır.

Bilindiği gibi “Saltanat erki”nin Emeviler’le birlikte güç haline geldiği İslam’da(ben İslam anlayışımı iki kısma ayırarak yorumlarım. Birinci kısım Emevi saltanatı öncesi ; ikinci kısım ise Emeviler’le başlayan Saltanat sonrası İslam anlayışı) her alanda değişimler meydana gelmiş ve uzun vadeli hesaplar yerine yani ayakları belli ama duvarı, ev sahibinin isteğine bırakılmış bir ilim anlayışından; duvarları belli ancak ayakları olmayan başka bir deyişle her an yıkılmaya müsait bir zemine oturtulmuş bir ilim anlayışı var olagelmiştir. Ve fikirleri etkilemekte bir “zindan” hükmünde olan “çevre”nin anlayışı; değişimi anlamlandırma ve kavramlaştırmasını etkilemiş; kavramların ya “içi boşaltılmış” ya da kavramlar, “sloganlar”ın ötesine geçememiştir.

Osmanlı hakimiyeti döneminde de(şunu da ilave edeyim ki Osmanlı’da da “saltanat” vardı ve bu saltanat anlayışı –doğruluğunu veya yanlışlığını hiç tartışmıyorum- değişimi ve değişimi anlamlandırmayı elbette etkilemiştir) devam eden bu süreç; bir döneme(Kanuni dönemi) kadar işe yarar görünse de değişimin “temel ve bütünsel” anlamdaki bağlamını koruyamamış ve haliyle Osmanlı’nın sonunu getirmiştir. (Burada bizler Emevi Devleti ile Osmanlı Devleti’ni her konuda aynı kefede tutuyor da değiliz ve bu iki devletin yıkılışlarını salt değişimi anlamlandıramamalarına da bağlamıyoruz. Elbette ki iki devletin yıkımında farklı faktörler de etkilidir ancak konumuz gereği değişimin etkisini de hiç azımsanmayacak kadar önemli buluyoruz.)

1900’lü yıllarda özellikle İslam coğrafyasında(aslında “İslam Coğrafyası” tabirini sevmem çünkü bu tabir denince Müslümanları; dar ve sınırları çizilmiş bir alana hapsetmek olur ki günümüzde neredeyse tüm dünyaya yayılmış bir Müslüman profili var) etkili olan “Demokrasi” kavramı sosyal alanda çok etkili bir değişimi arz ediyordu. Sosyal alanın etkisinde olan siyasal ve dini alanda da etkili ol(an)maya çalışan demokrasiye karşı “şaşkınlık” ve/veya “yadsıma”  duyguları ile bu duygulara sahip kitleler ve çeşitli halklar tarafından ilgiyle karşılandı. Mesela Pakistan’da Mevdudi; “Sünnetin veya İslam’ın müdafaasını yaparken fikriyatının temelinde demokrasi anlayışı yerine İslamî yönetim(hilafet-halifelik) vardı.

Daha sonraki yıllarda Seyyid Kutub ve taraftarlarınca yadsınan “Demokrasi değişimi” yine İslamî anlayışları pençesine takmış; öte-beri yanlara çekiyordu. Ve diyordu ki Seyyid Kutub:”İslam, bireye ve fikre; demokrasiden çok daha fazla imkan tanır…”

Yukarıda örneklemeye çalıştığım durum; kaynağı her ne kadar Batı olsa da çeşitli alanlarda değişimi gerektiren meseleler(mesela demokrasi ve demokrasi sonucu ortaya çıkan yeni durumlar); İslamî anlayışları etkilemiş ve İslamî anlayışların bu değişimi anlamlandırma ve kavramlaştırmasında etkili olmuştur.

“Anlamlandırma” ve “kavramlaştırma” sorununda farklı anlayışların “referansları”na vermek zorunda olduğu “temel ve bütünsel” iki bağlam bazen ya “eksen kayması” olarak nitelik kazanmış ve bazen de “olması gereken” olarak algılanmıştır.

Burada aslında bizi ilgilendiren kısım nasıl ki Emevi dönemi ile hareket ve fikirde bir değişim varsa 1950’den sonra da İslamî anlayışlarda bir zorunlu “değişim” yaşanmasıdır.

Yani dün “yadsınan bir değişim” bugün nasıl olur da “şaşkınlık” durumu ortaya çıkarabilir?

Ve yine dün “yadsıyanın referansı” ile bugün “şaşkınlığını gizleyemeyenin referansı” neydi?

Sonuç olarak çok iyi bilebiliriz ki Emeviler’in, Osmanlılar’ın, Mevdudiler’in veya Seyyid Kutublar’ın referansı yani “değişimi” anlama ve anlamlandırma ile kavramlaştırmalarındaki temel enstrüman ve argümanları İslam idi… Peki sorun acaba İslam mı veya sorun yukarıda zikredilen kesimlerin İslamî anlayışları mı?

Bu soruya sağlam ve mantıklı bir cevap verdik mi aslında çözülmez sandığımız çoğu düğümümüz de kendiliğinden çözülecektir… Çünkü bizi,  dün kabul etmeyip; eleştirdiğimiz veya yadsıdığımız değişimi eleştirmeye ve yadsımaya götüren duygunun kaynağını  bulup anlamlandırırsak ve kavramlaştırırsak; bugün kendisiyle yüzleşince “şaşkına uğradığımız değişime karşı duruşumuz” da daha doğal ve olması gereken şekilde olacaktır. Bütün söylenenlerle birlikte ifade etmemiz gereken hususların başında gelen “referanslarımız”ı yeniden kaleme almamız ihtiyacı; içerisinde barındıran anlamlandırabilme ve kavramlaştırabilme yeteneğimizi sürdürebilmenin zaruriyetidir. Yani aslında olması gereken “yeni bir bakış açısı” değil ve fakat “bakış açımızı yenilemek”tir…

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort