DOLAR 32,3642 -0.38%
EURO 34,8383 -0.02%
ALTIN 2.393,89-1,17
BITCOIN 19207543,73%
Ankara
11°

KAPALI

04:16

İMSAK'A KALAN SÜRE

Banner 728x90
Banner 728x90

Özlediğimiz İnsan

ABONE OL
25 Mayıs 2017 22:10
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Tarih, hiçbir zaman bugünkü gibi “kendine yabancılaşan” bir insan profili daha nakletmemiştir. Kendine yabancılaşmanın verdiği “ahlâki çöküntü”ler ile “insanî sorun”larla bocalayan insan; hep bir “huzurlu yaşam”ı düşlemiştir. Biz de bu yazımızda “Özlediğimiz İnsan”ın dünyasına; “bıktığımız insan”ın penceresiyle girmeye çalışacağız… İnsan, ruhsal yapısı ağır basan sosyal bir varlıktır. Sosyalliğin verdiği “psikolojik yön” içsel ve dışsal iki etmene göre şekillenir. Bazen içsel etmenlerin karmaşası, dışsal etmenlerin sorunlar yaşamasına bazen de dışsal etmenlerin kargaşası ruhi çöküntüye sebep olabilmektedir. Bütün bu ruhsal diyebileceğimiz durumlar insanın kişiliğini oluşturur aslında. Kişiliğin temelinde var olan “nefs”, insanı doğada “edilgen” değil; ve fakat “fail/özne” konumunda tutar. Mahiyeti aslında pek bilinmemekle birlikte eylemlerini, insan davranışlarının incelenmesiyle ortaya koyabileceğimiz nefs, kendi içerisinde “iyi” ve “kötü” güçlerin etkinliğini barındırır. Bu iyi veya kötü güçler haliyle ortaya iyi veya kötü davranışı çıkarır. Doğuştan hatta anne karnından itibaren şekillenen kişilik; söylemlerin, sahici eylemlerle desteklenerek, kendisine pay çıkararak gelişen bir anlayışa sahiptir. “Toplumdan soyutlanmış kurumlar” olan okullarda ve hayatın ta kendisi olan “sosyal yaşam”da alınan “teorik” ve “pratik” eğitimle olgunlaşan kişilik; çoğu zaman anlamını bilmeden yüzeysel bir anlayışla ele aldığımız bir kavramdır.  İnsani özelliklerini ve bireysel gelişimini tamamlayamayan kişiliklerde meydana gelen davranışları anlayamadığımız gibi kişiliğin, derinliğine ve yoğunluğuna da maalesef vâkıf değiliz. Yukarıda da ifade ettiğim gibi gerçekten günümüz insanı “kendine ciddi anlamda yabancı”laşmıştır. Kendimizi tanımıyoruz mesela… Çok aciziz, çok da kırılgan ama potansiyel anlamda da aşırı güçlüyüz; kendimizi yok edecek kadar… İşte böylesi güya paradokslarla örülü bir yapımız var. Hayır! Hiç de paradoks olarak düşünmemek gerekir bu durumu… Paradoks diye ifade edilen, bir dengedir aslında… Öyle bir denge ki eylemleri, kendi üzerine dönüştüren ve dönüşümlü eylemleri toplum üzerine yansıtabilen bir varlığın şekillenişidir “nefs” veya “kişilik” denilen o muamma… Ve bir kişilik; manevi, iradeli ve ameli yönünü sağlayarak gelişince ortaya insanlığa hizmet eden bir karakter çıkarabiliyor… Başta da demiştik “bıktığımız bir insan profili var” günümüz dünyasında… Bazen şehir varoşlarında kapkaççılık yapıyorken gözümüze görünür bazen ekranların önünde tartaklarken kendisine emanet edilen eşini objektiflere takılır ve bazen de uzak deseler de çığlığı yanı başımızda duyulan Suriyeli mazlumlara, zalimler Allahu Ekber nidalarıyla boşaltır şarjörleri hem de Allah adına… Bıktık değil mi? Elinde “emperyalizm silahı”yla mücahit kesilenden, değerlerine savaş açmış değersizlerden, hayat kokan toprakları kan gölüne çevirenlerden, Allah adına ahkam kesenlerden, millet adına milletin sırtından geçinenlerden gerçekten bıktık değil mi? Bıkmadık mı sadece Ramazanlarda görünenlerden, Kur’ancıyız deyip Kur’anı sömürenlerden, demokrasiciyiz deyip demokrasiyi heba edenlerden? Bıkmadık mı Ey İnsanlık! Dünyayı “sistematik bir açlık”a terkedenlerden, Allah’ın verdiği rızkı insanlardan çalıp, ekranlarda yardım gösterisi yapanlardan, dürüst değilken dürüstlüğü şiar edilenlerden? Bütün bunlar bir “”psikolojik savaş” mı; yoksa biz mi psikolojik bunalımlarda ve ruhi çalkantılardayız? Merhamet yoksunu zalimlerin, mazluma tetik çekerkenki “ruh hali”ni merak ettiniz mi hiç? Peki ya Arakan’da müslüman kanına sebepsiz yere giren Budist’in durumunu? Etmediniz, bunu biliyorum… Çünkü siz, fiile değil faile; kimin ne dediğine değil bunu kimin dediğine takılır oldunuz. Bu anlayışa takılırken kendinizden oldunuz Ey İnsanlık! Kendisiyle barışık olmayanı, çevresiyle barıştırmaya çalışıyorsunuz Ey İnsanlar! Duyguları anlamadan, davranışları yargılama yoluna gidiyorsunuz. İçteki bunalımı tespit etmeden, dışına merhem sürüyorsunuz insanlığın… Karma karışık istekler, yalnızca kendini düşünen nefisler, olgunlaşmaya muhtaç kişilikler ve bunların sebep olduğu sahte gülücükler, yalandan sevgiler… İşte böyle “bıktığımız insan” olduk… İşte böyle kendimizden, benliğimizden kaçar olduk… Her ne olursa olsun yine de vardır, her “Juliet”in bir Romeo’su… Kararsa da bahtı, yine de vardır bir “özlediği insan” insanlığın… Elemin dünyasına dönse de kalbi, yine de her gece gazel okuyacağı bir “gül”ü vardır “bülbül”ün… “Sahte söylemi” olsa da “dürüst olacak bir kalbi”; ümitsiz iken yine de bir ümit olabilecek “inanç”ı vardır insanın… “Hata yapabilme eğilimi” varsa da doğruya hükmedecek bir “aklı” var; zulüm, acı, kin ve kan dolsa da dünyası, sabah doğan güneş gibi vaktinde gelecektir “Ahiret”i insanın… Kötülükler kendisini zorlasa da inançsızlığa, “inanma ihtiyacı” var insanın… Bütün hayalleri, geleceği ve umudu bitse de kendisine umut olabilecek “Allah”ı vardır insanın… Ne düşüyor bundan sonra bize biliyor musunuz? Hasta olduğumuzu kanıtlamak için ne doktora ne de Psikoloğa gitmeyeceğiz… Çünkü bedenen değil; ruhen hastayız ve artık bunu biliyoruz… Yönümüzü “kendi”mize çevirip; “benliğimizi rota” edineceğiz. “Bıktığımız bir insan” değil; “özlediğimiz insan” olma amacı güdeceğiz. Ve unutmayalım; toplumu gerçekleştirmeye başlamadan önce “kendimizi” gerçekleştireceğiz….

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP
İstanbul escort Samsun escort Mersin escort Eskişehir escort